Kırlangıç Kışlası: Şairler ve yazarlar mezarlığı
Antik tiyatrolar gibi daire biçimindeki olan bu mezarlıkta, basamak basamaktır mezarlar. Ortadaki sahneye bakarlar. Geceleri baş uçlarında yanan mumlar, sahneden okunan şiirlerin, masalların, öykülerin sesiyle dalgalanır. Gündüzleri ise en sevdiğiniz yazarın mermer yatağını kulplarından çekip açınca karşınıza çıkan sandıktan bir kitap alıp başucundaki sedirde, pazen minderlere oturup okumanın hazzı bambaşkadır.
Yalnızca ölmüş canların değil -onları nasıl anacağımızı bilsinler diye- henüz yaşayan edebiyatçıların ve kitaplara can katan kimilerinin mezarları da hazırdır Kırlangıç Kışlası’nda. Kibirsiz yayıncıların ve kitaplara billur göz teri akıtmış tutkulu okuyucuların… Mezarlar -ki biz onlara anmalık diyoruz-, kalbini toprağa bırakanların ruhuyla şekil alır. Neşeli bir masalcının anmalığına çilek ekilmiştir mesela. Çilek gölge sevdiği için de tepesindeki iki ağacın arasında sevgililerin uzanabileceği kadar geniş bir hamak salınır. Hamakta uzananlar ölümün üstünde gövermiş demeden ara sıra elini uzatır, bir çilek koparır. Bir başkası kurumuş yaprakları sever. O yüzden onun mezarı, mezarların Simorg’udur; her birinden bir yaprak taşır. Boş bir mezarın taşında ise “Yarına kalmayacak şiir bugüne de kalmasın” yazar. Bu taş, ziyaretçilere yazıp çizdiklerinden canı çürümüş yaban otlarını ayıklamalarını, yalınlığa ulaşmanın aydınlığını anımsatır. Ben Kırlangıç Kışlası’nda en çok denize bakan kayalıktaki antik bir kuleye benzeyen kütüphaneyi severim. Mezarlık sakinlerinin tüm kitaplarının -harabelerden devşirilmiş- taş raflara konduğu odalarda, pencere kenarındaki geniş nişlere oturmak içime huzur verir. Denizin dalgalanmasını, hışırdayan ağaçları, açık kemer kapıların baktığı şadırvanlardan akan suyun şırıldamasını ve bazen onlara eşlik eden neyzenleri dinlerim. Karşımdaki dev çınarda Nazım’ın dağ köylerine bakan ağaç evini ve her iklimin, her mevsimin bitkisinin nazlanmadan yetiştiği bahçesini seyrederken gün batar. Gün batarken anmalıklara vuran ışıklar, tıpkı kırlangıçlar gibi kanat çırpar. Ve benim dün ziyaret ettiklerimin mezar taşlarında şunlar yazar:
Cemal Süreya O tabut değil ki, tahtadan zarf Mektup götürüyor Azrail’den Tanrı’ya
Sait Faik Mürekkebini denizlerden doldurmuş Bir mavi, bir balık, bir yosun yazıyor bu yüzden
Orhan Veli Rakı şişesinde balık olmaya gittim Siz gelirken mezeleri getirin
Metin Altıok Sudaki yanığa sordum Bilemedi nerededir ağrıyan yanım.
Yavuz Yıldırım Dedi: Kaplumbağa, yaranın yürüyen hali
Semih Erelvanlı Ağacı sallasam Dalındaki ay, avcuma düşer mi?
Mehmet Taner Taşın içinde gezinen heykeli buldum
Akif Kurtuluş İşte yine aynı şey Sen susmuyorsun ki Kif K. Susuyorum, Diyorsun
Mahmut Temizyürek Bir süre görüşmeyelim
Şükrü Erbaş Heyy selamet Ben sabrın sonuna geldim, sen nerdesin eyy?
Melih Cevdet Anday Yeni çekilmiş kahve kokusu
Nilay Özer Rüya’m: Ay sarnıcı
Asuman Susam Ne garip, bense bir kök oluyorum Sizin ölümlü olduğunuz hüzün anlarında
Cihat Duman Başka bir maruzatım yok Şarabı, elmayı ve bulutu saymazsak eğer
Sina Akyol En çok korktuğu şey Fazla bir dize, virgül, kelime Öldüğünde Kemiklerini saydı tek tek Fazladan bir şey var mı Acaba aralarında diye
Cavit Nacitarhan İki yakayı bir araya getiren düğme
Edip Cansever Kum alıp, kaya demlemek Kayaya bakıp kumsal düşlemek ustası
Fulya Emek Tanrıkulu Yürürken ayağına batan cam kırığının acısını Kanadında hissedip uçmaya küsen kırlangıçtı
Nuray Sancar Güvercinlerin öpüşürken ıslattığı ay ışığı
Pertev Naili Boratav Bir varmış, bir yokmuş…
Zafer Ekin Karabay Hayli akşam oldu Anne niye çağırmıyorsun eve beni?
Namık Kuyumcu Saçımı okşamaya el isterim eyy
Metin Eloğlu Şu zebaniler de ne fantiri fitton ama!
Cahit Ökmen Yağmur damlasından bulutu Küçük bir mavi parçasından göğü Şaraptan üzümü, ölümden düşü damıtan… Çiğdem kokan bir şarkısı olacak kızı Pera’dan
Ertuğrul Özüaydın Kevser şarabından nehirler varsa cennette Rakının hakkı denizdir elbette!
Biray Üstüner Bana çiçek göndermeyin Kedi maması getirin Sularını da eksik etmeyin
Mustafa Köroğlu İsmini yazdırmadı taşına Çünkü bu mezarın sahibi beddua sever Kim yatsın dersen burada İşte o olmak ister Ey öylesine geçip giden, sevabına Şöyle içten bir beddua ediver
Hasan Ali Toptaş Sokaklar yürümüyor artık benimle
Burhan Sönmez Öyle meraklıydı ki tazeliğe ve özene Elinde bir bulut testisi taşırdı gün boyu Soruyor şimdi yürüyüp Kuzey’e: Gölgeler mezarlığı nerede?
Güven Pamukçu Şu güneşten bir parça koparıp Koysanız bir fenerin içine… Yaprakları kalp biçimli diye Fasulye yetiştirirdim vallahi Tabutumun gök çeperinde
Oruç Aruoba denir, den’i döndürürsen nedir? olacaktır.
Aydın Şimşek Yok be aşkın katranını Ne demeye içime çekeyim? Ben dudak tiryakisiyim
Elif Şafak Mürekkep lekesi
Yücelay Sal Renk değirmeni
Müjde Bilir Şiirin iyi niyet elçisi
Selma Ağabeyoğlu Ankaranfil’di o Saçımızdan ansızın düşüveren
Zerrin Taşpınar Gül makası
Refik Durbaş Gölgesi karşı çatıya vurup geri dönen güvercin
Cem Uzungüneş Kendi mestanelerin şahanesi Oğlu lekesiz söğüt gölgesi
Cevat Çapan Homeros’la rakı içmeye gitti Döner şimdi
Nilgün Marmara Rüzgâr geçit vermiyor
Enver Ercan Geldi geleli tek derdi: Bir Yeraltı Edebiyatı Dergisi
Ahmet Erhan Yüzünü elleriyle daraltan çocuk
Didem Madak Kızım daha çok küçük Bu mermer kadehi nasıl kaldırıp da İçine güneş koyacak? Sahi o şarabı kim yıllandıracak?
Lale Müldür İlkyaz aşiretinde ay rahibesi
Zeynep Köylü Gülümsemesi İncecik bir dalın bükülüşü gibi
Erdal Öz Kelebek filesiyle yakaladı onu rüya
Samiye Öz Gök karaf dolusu mavi şarap
Asaf Halet Çelebi Sesim irtifa kaybetti
Arkadaş Z. Özger Karanfilin içinde bir hücre
Asaf Güven Aksel Aya toynak vuran atların şarkısı!
Melek Özlem Sezer Sobe, sobe, bulutlar sobe!
Mavisel Yener Çocuk görmek istemediğim tek yerdeyim
Emel Güz Düştüm öldüm
Gökkuşağı Şairi Bu mezarın yazıları ancak Güneşle yağmur birlikte geldiğinde Okunur
Evrensel'i Takip Et