10 Mayıs 2025 04:30

"Sinema artık bir hamburgere dönüşüyor"

“Sinemanın tüketim merkezlerinin içinde yer alması, onu bir sanat olmaktan çıkarıp bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. Bir hamburgere dönüşüyor, kazağa dönüşüyor, tişörte dönüşmeye başlıyor..."

"Sinema artık bir hamburgere dönüşüyor"

emek sineması ve kfc

Dilan Temiz
[email protected]


Sinemanın mekanla birlikte nasıl dönüşüm geçirdiğini Akademisyen Dr. Doğuşcan Göker, Evrensel’e anlattı. Akademisyen Dr. Doğuşcan Göker, sinemanın sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda kentle kurulan bağın, sınıfsal temsiliyetin ve sosyalleşmenin en önemli araçlarından biri olduğunu vurgulayarak, sinemanın tarihsel ve sınıfsal dönüşümünü mekan üzerinden anlattı.

Doğuşcan Göker, “Sinema bir mekan sanatıdır. Her şeyden önce ve hepsinden daha fazla” diyerek, sinemanın ortaya çıkışının toplumsal koşullarla doğrudan bağlantılı olduğunu ifade etti: “Sinema, modern kentin çocuğudur. Kapitalizmin doğuşuyla birlikte kentlerde ortaya çıkan eğlence ihtiyacının bir sonucu olarak doğmuştur” dedi.

Fotoğraf, tiyatro ve kabare gibi sanatsal eğlencelerin sinemadan önce var olduğunu hatırlatan Göker, sinemanın diğer sanatlardan farklı olarak hem açık hem kapalı alanda kentli bir gösteri olarak ortaya çıktığını vurguladı.

"Sinema, proleter sınıf için bir sığınma alanıydı"

Sinemanın ilk izleyicilerinin işçiler, fahişeler ve sokak serserileri olduğuna dikkat çeken Göker, “Proleter sınıf kentle neredeyse hiçbir bağ kuramazken sinema onlar için bir sığınma, bir aidiyet alanı haline geldi. Roma’nın kendisinin getirdiği kültürel bir değerle Bread and Circuses (Latince : panem et circenses’ten) eğlencesi nasıl bir değişiklik gösteriyor? Değiştiren, eğlenceyi ortaya çıkaran şey, insanların kentle bir bağ kurmasını, isyan etmelerini engellemeyi ortaya çıkarıyor. Sinema da bu noktada ortaya çıkan bir şey. Bu proleterlerin bir eğlencesi haline geliyor. Bir sığınma alanı, bir vakit geçirme alanı olarak ortaya çıkıyor hem de aynı zamanda kentle bir bağ kurmayı, bir sosyalleşme, bir kentin içine ait hissetme alanı da yaratıyor. Ait olduğunuz kimliği yeniden inşa etmenizi sağlar.” dedi.

Sinemanın kentle kurulan bağın aracı olduğunu belirten Göker, özellikle kadınların sinema aracılığıyla kentte görünür olmaya başladıklarını da belirtti: “1950’lerin Türkiye’sinde kadın matineleri çok önemliydi. Kadınlar evlerinden çıkar, birlikte yürür, toplu taşıma kullanır, alışveriş alanlarından geçer ve sinemaya ulaşırdı. Bu eylem onları hem sosyalleştirir hem de kentin bir parçası haline getirirdi.”

"AVM’lere taşınması kent hafızasından kopuşa neden oldu"

Göker, sinemanın alışveriş merkezlerine taşınmasıyla birlikte sanatın anlam kaymasına uğradığına değinerek, “Sinemanın tüketim merkezlerinin içinde yer alması, onu bir sanat olmaktan çıkarıp bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. Bir hamburgere dönüşüyor, bir kazağa dönüşüyor, bir tişörte dönüşmeye başlıyor o sanat ürünü ve o kadar değerli olmaya başlıyor.” ifadelerini kullandı. Alışveriş merkezlerinin sahte sosyal alanlar yarattığını söyleyen Göker, bu yapılar için “Sizi tüketmeye teşvik eder ama katılımcı bir sosyal bağ kurmaz. Sinema böylece kentin belleğinden, hafızasından kopar” vurgusunu yaptı.

"Sinemalar sosyalleşme olanakları sunardı"

Kapısı sokağa açılan sinemaların önemine dikkat çeken Göker, bu sinemaların kentle etkileşimi mümkün kıldığını belirtti. Açık hava sinemalarının da bu anlamda sosyalleşme ve kamusal alan deneyimi sunduğunu ifade ederek, “Çay içilir, çekirdek çitlenir, çocuklar oynar… Bunlar kentin yaşayan hafızasını oluşturur” dedi.

Bir proleter için 16 saat fabrikada çalıştıktan sonra evine gitmeden önce vakit geçirebileceği yerlerden birisinin ya birahaneler ya sinema alanları olduğunu anlatan Göker, “Bazen bunlar ortaklaşa oluyor. İstanbul’daki deneyimi düşünelim Sponeck Birahanesi deneyimi. Fevziye Kıraathanesi, çay içtiği, sohbet ettiği yerde film gösterimi de yapılıyor. Çünkü bu aynı zamanda kentin kendisiyle, mekanı kendisiyle kurduğu bir özdeşleştik” diye konuştu.

Fotoğraf: pexel

"Sinema sınıfsal temsilden uzaklaştı"

Göker, Türkiye’deki sinema anlayışının zamanla bireysel hikayelere yöneldiğine de dikkat çekti. “1980 darbesi öncesinde Maden, Karanlıkta Uyananlar gibi sınıfsal sorunlara odaklanan filmler vardı. Ancak günümüzde sinema daha çok bireysel sorunlara yönelmiş durumda,” ifadesini kullandı. Bu dönüşümün sadece Türkiye’ye özgü olmadığını belirten Göker, solun dünya genelinde yaşadığı dönüşümle bu eğilimin paralel ilerlediğini de vurguladı.

Oysa ki sinemanın çok daha büyük bir güce sahip olduğunu söyleyen Göker, “Bunu Lenin’in sinemayı keşfinde görüyoruz aslında. Lenin sinemayı keşfettiğinde bunun proleter bir güç olabileceğini, proleter işçi sınıfının aydınlanması için kullanılabilecek bir araç olduğunu fark eder. Diğer tarafta Almanlar bunu daha çok radyoyla yaparlar ama sinemayı da bir araç olarak kullanırlar. Benito Mussolini beyaz telefon filmlerinde sinemayı bir faşist araç olarak da kullanır.

"Artık yalnızca ‘mümkün’ olanın hikayesini anlatıyor"

Sinemanın sınıfsal anlatılar ve alternatif dünya tasavvurları üretme gücünü yitirdiğini söyleyen Göker, sinemanın ütopyalardan uzaklaşarak yalnızca distopyaları yeniden üretir hale geldiğine dikkat çekti: “Sinema, sınıfsal meselelere eğilmek yerine marjinal bireylerin sorunlarını anlatmayı tercih ediyor. Bu da onu alternatif bir araç olmaktan uzaklaştırıyor

Distopyalar zaten mümkün olanın en mümkünleridir. Başımıza gelebilecek şeylerin en mümkün olanlarını anlatır sinema. Fakat neden ütopya yaratamıyor? Çünkü ütopya, hayal edilenin en mümkünsüzüdür. Sinema artık bu mümkünsüzü hayal edemiyor. Sıradan insanın, sıradan dünyayı çabalayarak özgürleşimler elde ederek, savaşarak, devrimler yaparak, uğruna fedakarlıklar yaparak dünyayı değiştirdiği ya da dünyayı dönüştürdüğü bir sahne olmaktan çoktan uzaklaştı. Dünyayı değiştirmek ya da dönüştürmek istiyorsanız ya da dünyayı uzaylılardan kurtarmak istiyorsanız, uzaylıları tırnak içinde kullanıyorum, süper kahraman ya da süper güçlere ihtiyacınız var ya da Hollywood’un sıkça kullandığı simgeyle Amerikan bayrağına ihtiyacınız var. O yüzden de sinema bu kapitalist dengenin ya da altında benmerkezci, bireyselci dengenin arasına sıkışmış ve kalmış durumda.”

Göker’e göre bu durum sinemanın ideolojik ve sanatsal geri çekilişinden kaynaklanıyor:

“Sinema artık dünyayı değiştirmek gibi bir dert taşımıyor. Marx’ın ‘Filozoflar bugüne kadar dünyayı yalnızca yorumladılar; asıl olan onu değiştirmektir’ sözünün altını dolduramıyor. Çünkü artık sinemanın dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yok.”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Patrona 0, işçiye yüzde 29
Vergide büyük yüzsüzlük

Patrona 0, işçiye yüzde 29

Maliye Bakanı Şimşek vergide adalet vurgusu yaparken, Türkiye’nin en büyük 10 sanayi şirketinin ödediği kurumlar vergisi, cirolarına oranla yüzde 0 ile binde 1 arasında kaldı. Vergi yükü her zaman olduğu gibi işçilerin sırtında kaldı. Faiz ödemelerine ayrılan pay rekor kırdı.

2024'de Ford Otosan'ın ödediği vergi oranı: yüzde 0,02

Arçelik'in ödediği vergi oranı: yüzde 0

Ereğli Demir Çelik'in ödediği vergi oranı: yüzde 0

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
10 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et