30 Nisan 2025 23:58

Bir akademisyen nasıl ve neden direnir?

Sistemin bilgiyi sağlamak ve üretmekle sınırlandırdığı bilim adamı, o bilginin yayılması yönünde herhangi bir adım attığında ise akademinin elitist sınırlarına meydan okur.

Bir akademisyen nasıl ve neden direnir?

Görsel: Soviet Artefacts/Unsplash 

Baran ve Asya

ODTÜ

Öğrenciler olarak, yakın geçmişin en ileri dayanışma örneklerinden birini ördüğümüz bir süreçten geçtik ve bu süreç hakkında da çokça kez konuştuk. Bu süreçte içimizde bir yakınma vardı: biz, geleceği belli olmayan, yürüyecek daha çok yolu olan gençler olarak soruşturmaları, gözaltıları, şafak baskınlarını göze aldık. Bize dayatılan bu geleceksizliğe karşı bir araya gelebilmişken esasen diploma iptali gibi düpedüz akademinin meşruiyetine bir saldırıyla başlayan süreçte “kaç yaşına gelmiş” hocalarımız neden yanımızda konum alamadı, yanımızı geçtik neden kendileri için mücadele edemedi? Bu bir suçlama değil, anlamlandıramama haliydi. Geleceğin akademisyenleri olarak kendimizi de sorguladığımız bir tabloydu.

Öncelikle şunu görmek gerekiyor: akademisyenlerimizi geri tutan unsurların hepsi akademiye özgü değil ve eyleme gelme çekincesi olan bir sıra arkadaşımızı, greve çıkmayan bir işçiyi o konuma sürükleyen unsurlarla çoğu noktada örtüşüyorlar. Çünkü bir risk alındığında körü körüne alınmaz: o risk uğruna atılan adımların belirli bir değiştirici güce sahip olduğu ve belirli fedakarlıklarla gelse de gelmese de günün sonunda bizi daha ileri taşıyacağı bilinciyle alınır.

Bu bilinçte ortaklaşamadıklarımızla ayrıştığımız yerde üstenci bir suçlama haline girmemiz bizi ancak daha da uzaklaştırır. Depremden sonra AKP’ye oy veren halkı akıllanmaz cahiller olarak görmek, “geleceğim yanar” korkusuyla sınava girmemeyi göze alamayan sıra arkadaşlarımızı bencillikle yaftalamak da aynı üstenci tutumun örnekleridir ve yer yer düşmeye meyilli olduğumuz bir hata olarak karşımıza çıkar. Bir ortak mücadele hattına ihtiyacımız var ve bu mücadelenin neye karşı olduğu ortaya konulmadan onun gerekliliğini tartışmak epey zorlaşır. Bizce burada nasıl “hocalarımızı safımıza çekebileceğimiz” ile birlikte, geleceğin aydınları olarak bizim nasıl bir pozisyon tutmamız gerektiği üzerinden de tartışmalıyız.

Kapitalist sistemde bilimin konumu

Bilimdeki ilerlemeler toplum için her zaman birer “gelişme” olarak karşımıza çıkmaz; sonuçta atomun nasıl parçalanacağını öğrenmek bir ilerleme, ancak bu bilginin dünya halklarına karşı yıkım, katliam ve bitmeyen bir savaş tehdidi olarak döndüğünü görebiliyoruz. Bugün, bilim üretimine izin verildiği ve bu üretimin teşvik edildiği alanlar diğer herhangi bir üretimden farklı değildir. Sermayeyi büyüten, sömürü çarkını döndüren neyse o. İyi niyetlerle bir bilim üretimine katılmış bilim insanları için bunun farkına varmak yıkıcıdır. Günün sonunda bir şekilde, masaya kısıtlı bir bütçe ve nice engellerle toplumun bir sorununa bir ucundan çözüm getirecek bir üretimle geldiğinde bu üretimin hayatta bir değiştiriciliği olmadığını fark eden bilim insanına da genelde şu denir: Senin bir bilim insanı olarak konumun zaten bununla sınırlı, bilgiyi sağlamak ve gerisini başkalarına bırakmak. O bilginin yayılması, uygulanması yönünde herhangi bir adım bilim insanları tarafından atıldığında ise akademinin elitist sınırlarına meydan okunulur. Bu elitist alanın içindeki “lütuflar”ın dışına çıkmak isteyenlere ise “hayalcilik” yaftası yapıştırılır.

Bu noktada şunu görmek gerekir: Bireysel çabalarla bir değişim yaratmaya çalışmak tek başına kaldığında gerçekten de idealizm sınırları içinde kalır. Çünkü ürettiği bilimin de kendisinin de toplumdan izole olduğunu düşüncesini tam aşamamıştır: “Topluma yardım etmek, topluma bir yararı dokunmak” ifadelerinin temellendiği yer, kendisinin toplumdan ayrı ve ancak ona müdahale eden şekilde var olduğudur. Bir toplumsal duyarlılıkla örgütlenmek, gündeme karşı ses çıkarmak, bir “kamuoyu oluşturmak” ise burada bahsettiğimiz örgütlülük değil. Çünkü akademinin kararlı duruşunun etkisi çok güçlü olmakla, çıkardığı ses çok değerli olmakla beraber sınıf hareketine “destek olma” niteliğindedir.

Sermayenin kendi varlığını sömürüsüne dayadığı işçi sınıfı özgürleşmeden özgür bir bilimden bahsetmek mümkün değil. Sistem çeşitli imtiyazlar verse de aslında emeğini, ürettiği bilgiyi satarak hayatta kalan akademisyenin kendisini emekçi görme çekincesi de bu imtiyazların sonucudur. Yani aslında üretiminde rol aldığı ilaca pahalı olduğu için ulaşamayan, kendi makalesinin yayınlandığı dergiye aylık üyelik satın alamayan akademisyenin ayaklanmak için çokça sebebi vardır ve bu sebepleri de onların kaynağı olan sorunu da bireysel olarak çözmeye kimsenin gücü yetmediği gibi, kendi içinde örgütlü de olsa sınıfın safında olmayan, sınıfıyla birleşmeyen bir akademik mücadelenin de kesinlikle böyle bir gücü yoktur.

Başka bir akademi mümkün

Toplumsal ve sınıfsal konumunun farkında olan bir akademisyenin görevleri sadece bilgi üretmek ve yayınlamak değildir. Bilimin halkla buluşmasının alanlarını açmak, sınıfının içinde net bir tutum almak ve bu tutumu meslektaşları arasında da örgütlemek, bir ileri noktasında da bir sanayi işçisinin hayatına yedirmesi mümkün olmayan teorik okumayı yaparak işçi sınıfının teorisini zenginleştirmek, yani kendi eğitimini bu yönde de kullanmak ve bu teori doğrultusunda örgütlenen hareketin pratikte de doğrudan örgütleyicilerinden olmaktır.

Çok da farklı ya da soyut bir çalışmadan bahsetmiyoruz aslında. Bugün nasıl sıra arkadaşımızın kolundan tutup derdimizi ona da anlatmamız gerektiğini söylüyorsak, her alanda birleşmenin yollarını çiziyor ve bu alanları büyütmeye çalışıyorsak, hayatımızın bir kısmını mücadeleye ayırmaktan değil hayatın kendisini mücadeleyle büyütmek ve zenginleştirmekten bahsediyorsak aslında burada da onun tablosunu çiziyoruz. Farklı ağırlıklarda olsalar da hepimizin boynuna sarılmış zincirler, sömürü çarklarını döndürmeye devam ederken mücadelemizi her alanda devam ettirmeden onlardan kurtulamayacağımızı biliyoruz. Sınıfta, akademide, fabrikada, her yerde emeğin saflarında örgütlenmeye!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi ve emekçiler 1 Mayıs’ı, iktidarın çok katmanlı saldırıları, derinleşen yoksulluk, baskı ve küresel ölçekte bir savaş tehdidiyle karşılıyor. İşçinin olduğu her yerde alanlara çıkacak olan emekçiler, insanca yaşanacak ücret, barajsız-yasaksız sendika hakkı, siyasi baskıların ve yasakların son bulması ve barış taleplerini haykıracak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et