19 Mart 2022 23:42

Bob Dylan’ın Anılar’ı: Emeğin Öyküsü

Yardaş Serdar Gökcan, Bob Dylan’ın "Anılar" kitabı üzerine yazdı.

Görsel: Kitap kapağı 

Paylaş

Yardaş Serdar GÖKCAN

Bugüne kadar hakkında onlarca kitap, yüzlerce eleştiri yazısı yazılmış, pek çok belgesele konu olmuş bir sanatçının kendi ağzından geçmişini dinlemek (“dinlemek” diyorum, çünkü bir masada oturup Bob Dylan’la konuşuyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi Anılar’ı okurken), sadece müzikseverler için değil, edebiyat meraklıları için de bulunmaz bir fırsat.

Bob Dylan’ın beş bölümden oluşan Anılar kitabı (çevirenler: Ahmet Ergenç, Ayça Göçmen, Biri Yayınları, 2022), içeriği kadar yazarın kendini ifade edişindeki sadelik, samimiyet ve dürüstlükle de dikkat çekici. Özellikle şarkı söylemeye karar verdikten sonra, yaşadığı küçük kasabadan (Duluth) büyük kente (New York) yolculuğu ve burada karşılaştığı insanlarla kurduğu ilişkileri anlattığı ilk iki bölümdeki (“Bahisleri Yükseltmek” ve “Kayıp Ülke”) akıcılık ve doğal, kıvrak üslup, bir dil ustasıyla karşı karşıya olduğunuzu hemen hissettiriyor. Şehrin batakhanelerinde, sokaklarında nasıl müzik yaptığını, tanıştığı müzisyenleri, evlerinde kaldığı dostlarını, nasıl bitmek bilmez bir merakla okuduğunu, geçmişin folk ve caz ustalarını nasıl büyük bir hevesle dinlediğini, kimlerden etkilendiğini, sanatını nasıl inşa ettiğini anlatıyor bize bu bölümlerde Dylan. Sezgisel yeteneğinin doğuştan geldiğini iddia edenler olsa da Dylan Anılar’ında aslında dur duraksız çalışmanın ve farklı kaynaklardan beslenmenin yaratıcılığa neler kattığını en ince ve teknik detaylarına kadar anlatıyor. Yapacağı müziğe karar verdikten sonra tükenmez bir enerjiyle çalışan Dylan, bir kültür emekçisi olarak gençlik, hatta ilk gençlik yıllarından itibaren verdiği kararın arkasında durup yılmadan -yeri geldiğinde yuhalanmayı bile göze alarak- nasıl kendini yaptığı sanata adadığını kayda geçiriyor. 20.yy müzik dünyasında Bob Dylan’ın yerinin hiç de tesadüfi olmadığının altını çizmesi açısından önemli bir belge Anılar.

Dylan’ın dinleyicilerinin ve basının yoğun baskısını üzerinde hissettiği ve kendi isteği dışında kendisine yüklenen misyonlardan kaçma macerasını anlattı üçüncü bölümü (“Yeni Bir Sabah”) şaşırarak ve gülümseyerek okuyacaksınız. Yıllarca çalışıp elde ettiği başarının getirdiği ünle başa çıkamayan, bundan hiç de memnun olmayan, dahası depresyonun eşiğine sürüklenen bir “rockstar”ın, bir “efsane”nin içsel mücadelesi konu ediliyor bu bölümde. Dylan her ne kadar kendini sıradan bir müzisyen gibi konumlandırmak istese de beslendiği kaynakların ezilenlerin sözcüsü, ırkçılık karşıtı, aykırı, solcu, sendikacı figürlerle dolu olması -örneğin hayranlık duyduğu iki büyük müzisyenden biri, üzerinde “Bu alet faşistleri öldürür” yazan bir gitarla sahneye çıkan Woody Guthrie, diğeri ruhunu bir yol kavşağında şeytana satarak gitar çalma yeteneğini kazandığı söylentisi ile tanınan Robert Johnson’dır- aslında toplumsal olaylara, dışlanmışlara, ezilmişlere, alt sınıflara ne denli yakın olduğunu ve hiç de sıradan bir müzisyen olmadığının, ister istemez olamayacağının göstergesi.

Dördüncü bölümde “Oh Mercy” albümünü çıkartmak için bir araya gelen müzisyenlerin nasıl sancılı bir üretim sürecinden geçtikleri ve bu sürecin kelimenin tam anlamıyla nasıl bir sinir harbine dönüştüğünü okuyoruz. Dylan her şey tıkanmış, yolun sonuna gelinmişken “Hiçbir yere gitmeyen bir trenin uğradığı son istasyon”a benzeyen dumanlı bir barda yaşlı bir şarkıcıdan aldığı ilhamla yoluna devam edişini, karısıyla çıktığı bir motosiklet yolculuğunun etkilerinin müziğine yansımasını anlatırken derin ve büyülü bir atmosferin içine çekiliyorsunuz. Günümüzde müzikle ilgilenen veya ilgilenmek niyetinde olanların rehber edinebilecekleri bir bölüm bu.

Son bölüme (“Buz Nehri”) hiç kuşkusuz Suze Rotolo damgasını vuruyor. Solcu bir aileden gelen Suze Rotolo ile ilişkisinin Bob Dylan’ın hayatını nasıl köklü bir şekilde dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Broadway’in ana akım gösterilerinin alternatifi Off-Broadway’de çalışan Suze’u beklerken tesadüfen dinlediği ve kendi deyişiyle “birkaç dakika içinde otuz saattir uyumamış veya bir şey yememiş gibi hissettiren” (s. 229) Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sı Dylan’ın tüm müzik anlayışını kökten değiştirmiş, bugün Bob Dylan denince aklımıza bir çırpıda gelen şarkılar bu etkiyle yazılmıştır. Dylan’ın Brecht’le karşılaşmasını kaleme aldığı sayfalar kitabın belki de en çarpıcı, insanı soluksuz bırakan sahnelerinin anlatılarıyla yüklüdür.

Dünyanın hangi köşesine gidersek gidelim adalet ve insanlık kavramlarının evrenselliği, Anılar’da Dylan’ı Anadolu aşık geleneğinin Atlantik ötesi bir yansımasına dönüştürürken, aslında insan dediğimiz canlının, sistemin bizi ayırmak için sonsuz uğraşlarına rağmen nasıl bir ve tek olduğunu, aradaki okyanusun, mesafelerin, dil farklarının önemsizliğini gösteriyor.  

Anılar bu anlamda yalnızca Bob Dylan hayranlarına hitap eden bir kitap değil, daha önce Dylan dinlememişleri de marangozluk becerisiyle kendi yaptığı masasında kendi şarkılarını yazan bir emekçinin evrensel dünyasına katılmaya davet ediyor. Bob Dylan kapıyı açıyor, bize de Anılar’ın rehberliğinde o kapıdan geçmek kalıyor.

ÖNCEKİ HABER

Doktor ve Yazar Ali İhsan Ökten: Mitoloji özellikle hayal dünyamı çok genişletti

SONRAKİ HABER

TÜÖBİK ikinci gününde devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa