11 Eylül 2018 00:57

Doç. Dr. Esen: Erdoğan sürdürülmesi zor bir stratejik oyun oynuyor

İdlib merkezli gelişmeleri ve Tahran zirvesini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Berk Esen’le konuştuk.

Fotoğraf: Raşit Aydoğan/AA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

İdlib’in durumunun ele alındığı, İran, Rusya ve Türkiye’nin katılımıyla yapılan Tahran zirvesini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Berk Esen’le konuştuk. Üç ülkenin sadece İdlib açısından değil, Suriye’nin bütünü açısından görüş ayrılığı olduğunu belirten Eser, Erdoğan yönetiminin hem ABD hem de Rusya ile bağları zayıf bir haldeyken bölgede ağırlığını devam ettiremeyeceğine vurgu yaparak, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını sürdürmek için ya Rusya ya da ABD ile belli tavizler vererek uzlaşıya varması gerekiyor. Erdoğan şimdilik hem ABD hem de Rusya ile hayli hassas ve uzun süre sürdürülmesi zor bir stratejik oyun oynuyor. İki tarafla da farklı nihai hedefler gütmesine rağmen şu ana kadar bu ülkelerle Suriye’de olan ortak hedeflere odaklanarak zaman kazanabildi.”

Tahran Zirvesi, İdlib’e yönelik savaş uçakları ve topçu birlikleriyle saldırıların ardından toplandı. İran ve Rusya, “İdlib, terörist gruplardan temizlenmeli ve Suriye, meşru hükümetin kontrolüne bırakılmalıdır” tezlerini savundu. Türkiye ise, “İdlib’de askeri bir çözüm bölge için felaket olur. Ateşkes çağrısı yapmak bu zirvenin en önemli görevidir” diyerek, kendi tezinde ısrar etti. Ancak Erdoğan’ın ateşkes çağrısı reddedildi. Bu bağlamda zirveye ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Tahran zirvesi Suriye’de askeri varlığa sahip üç hükümete, İdlib’de yakında başlayacağı öngörülen Rusya destekli kara harekatı öncesi son bir defa daha görüşme imkanı verdi. İki tarafın da zirveden birbirlerini ikna edemeyerek çıktıklarını söyleyebiliriz. Daha önceki zirvelerde de olduğu gibi İran ve Rusya, Suriye’de tek meşru yerel güç olarak kabul ettikleri Esad rejimine açık destek vermeye devam ettiler ve bu konuda Türk tarafına karşı pozisyonlarını korudular. Buna karşılık Türk tarafı ise İdlib’de tarafların hepsinin ateşkes ilan ederek sorunun müzakereler yoluyla çözülmesi talebini yineledi ama istediğini alamadı.

ABD yönetimiyle ters düşmüş ve ekonomisi son dönemde sarsılmış bir Türkiye’nin, Suriye gibi çok karışık bir çatışma alanında ciddi bir askeri güce ve kaynaklara sahip Rusya ve İran karşısında pazarlık payının hayli azalmış olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla şu noktada İdlib’de önümüzdeki günlerde başlayacağı düşünülen kara operasyonunu engellemek için Türk hükümetinin elinde pek bir koz kalmadığını söyleyebiliriz. Bu durumda Türk hükümeti bir taraftan Suriye’de askeri varlığını devam ettirirken, öte yandan buna dayanarak Rusya ve İran’dan mümkün olduğunca taviz koparmaya çalışacaktır. Bu ortamda Esad rejimi daha önceki aylarda ülkenin güney kısmında gördüğümüz şekilde muhalif güçler karşısında hızlı bir şekilde başarı elde ederek İdlib bölgesinin önemli bir bölümünü ele geçirmeyi planlıyor.

Bu politika Türkiye’yi iki yönden ciddi bir kriz ile karşı karşıya bırakacak. Öncelikle İdlib bölgesinde bulunan 12 tane ateşkes gözlem noktasında görev yapan Türk askerleri kendilerini bir çatışma ortamının içinde bulabilirler. Şu noktada Türk askerinin güvenliğinin sağlanmasının en öncelikli hedef olması gerektiğini düşünüyorum. İkinci olarak da İdlib’e Esad rejimi güçlerinin yapacağı saldırıların Türkiye topraklarına yönelik bir mülteci akını yaratacağını belirtmek gerek. İdlib’teki demografik yapıyı göz önüne alırsak, önümüzdeki haftalarda Türkiye’ye yaklaşık 2.5- 3 milyon Suriyeli gelmeye çalışabilir. Sanırım olası bir mülteci akımını kesmek için Türk ordusu bir süredir bölgede askeri yığınak

yapıyor ve kara harekatı başladıktan sonra sınırı geçerek bir tampon bölge tutmayı hedefliyor. Erdoğan yönetimi zirvede bu iki konuda Rusya ve İran yönetimlerinden çeşitli güvenceler almış olabilir. Ama hayli muğlak yazılmış zirve metninde bu konularda somut bir adım atıldığına dair bir ifade görmedim.

GÖRÜŞ AYRILIKLARI TÜRKİYE’NİN ASKERİ VARLIĞI İÇİN KRİTİK

Zirve İran-Rusya-Türkiye üçlüsü arasındaki görüş ayrılıklarının sadece İdlib’de değil Suriye’nin bütünü için de yaşandığını ortaya koyduğunu söylemek mümkün mü?

Evet, kesinlikle. Bu 3 ülke sadece İdlib konusunda değil, Esad rejimi ve çatışma sonrası Suriye’de ortaya çıkacak siyasi tablo konularında da ayrışıyorlar. Türkiye, Esad yönetiminin iktidarda kalmasını kesinlikle istemiyor. Belli noktalarda Rusya ve İran ile koordinasyon halinde hareket etse bile onların müttefiki olan Esad yönetimiyle temasa geçmeyi reddediyor. Her ne kadar Türk tarafı Esad yönetiminin iktidardan ayrılması konusundaki ısrarını artık kamuoyu önünde çok sesli bir şekilde gündeme getirmese de bu politikasını tamamen bıraktığına dair bir adım atmış değil. Bu görüş ayrılıklarının önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığını sürdürmesi açısından hayli kritik bir rol oynayacağını düşünüyorum.

Erdoğan yönetimi hem ABD hem de Rusya ile bağları zayıf bir halde bölgede ağırlığını devam ettiremez. Dolayısıyla bölgede kendi ağırlığını sürdürmek için ya Rusya ya da ABD ile belli tavizler vererek uzlaşıya varması gerekiyor. Erdoğan şimdilik hem ABD hem de Rusya ile hayli hassas ve uzun süre sürdürülmesi zor bir stratejik oyun oynuyor. İki tarafla da farklı nihai hedefler gütmesine rağmen şu ana kadar bu ülkelerle Suriye’de olan ortak hedeflere odaklanarak zaman kazanabildi. ABD’nin PYD-YPG güçlerine verdiği desteği kesmemesi Türkiye’yi son dönemde Rusya’ya yakınlaştırsa bile bunun şimdilik kısa vadeli olduğunu ve pürüzsüz bir hale geçmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

ANTİEMPERYALİST SÖYLEM SEÇMENE ETKİ İÇİN

Erdoğan ve yönetimi; Fırat’ın batısında Rusya, İran’la ABD’ye ve Batılı emperyalistlere karşı, doğusunda ise ABD ve batılı emperyalistlerle birlikte İran ve Rusya’ya karşı “mücadele eder” görünerek, “Bakın biz her emperyalizme karşıyız” propagandası yapmakta. Durum hakikaten böyle midir? AKP ve MHP neden böyle bir söylem tercih etmektedir?

Arap Baharı sonrası değişen Ortadoğu siyasetinde Türkiye’nin çok uzun süredir gelişmeler karşısında sürüklendiğini ve uzun vadeli planlardan ziyade sekteryan hassasiyetlere dayalı ani tepkiler verdiğini görüyoruz. Suriye’de Erdoğan yönetiminin takip ettiği dış politikayı da bu şekilde okumamız mümkün. Suriye krizinde Türk hükümeti, Rusya, İran ve ABD

yönetimleriyle olan ilişkilerini kısa vadeli kazanımlarını koruma amacıyla denge prensibi üstünden yürütüyor. Türkiye önce Esad rejimini devirmek amacıyla ABD ile bölgede koordineli bir şekilde hareket etti; fakat ABD yönetiminin IŞİD karşısında kendisine daha ciddi askeri destek vereceğini düşündüğü PYD-YPG güçlerini desteklemeye başlaması sonrası Rusya-İran çizgisine yaklaştı. Fakat bu noktada da Esad yönetimini devirme konusunda bu ülkelerle ayrı düştüğü için tekrar kolaylıkla Batı çizgisine girebilir.

Dolayısıyla ortada stratejik hedeflere dayalı ve tutarlı bir politikadan bahsetmek pek mümkün değil. Bu konuda AKP ve MHP’nin takındığı söylemin dış politikadan ziyade Türk kamuoyuna yönelik olduğunu düşünüyorum. Takdir edersiniz ki, Türk hükümeti açısından sürekli tarafları değişen bu denge politikasını savunmak yerine güçlü devletlere kafa tutan  imajı yaratmak seçmen nezdinde daha etkili olacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Özgürlükçü Demokrasi davası yarın: 'Hukuksuz tutukluluk son bulsun'

SONRAKİ HABER

Transit: Bir roman, bir film, bir yüzleşme çağrısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa