Çark döndükçe devran dönmeyecek
Her şeyden önce söylenmesi gereken bir şey var. 3 Temmuz'dan beri yaşananların siyasi, ekonomik ve sosyal bir altyapısı var. Olanların hiçbiri kendiliğinden, durup dururken ve nedensiz olmadı. Çok kuvvetli olasılıkla “Şike Davası” olarak andığımız şeyi başlatan ve futbol dışında yer alan bir takım hesaplar mevcut. Bu hesapların ne olduğunu bilmiyoruz, ama futbol dünyasının egemenlerinin bu ülkede futbol oynanmaya başlandığı günden beri iktidar odaklarıyla aynı masada oturduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu soruşturma, muhtemelen futbol dışı güç ilişkilerinin futbol vasıtasıyla düzenlenmesiyle ilgili. Bu işin bir yanı. İşin bir diğer yanı ise, yaşanan sosyal travmanın beslendiği kaynaklar. Şu anda futbol dünyası inanılmaz bir nefretin ve izansızlığın içine gömülmüş durumda; iş “hak edene ırkçılık yapılır” noktasına gelmişse bunu inkar etmek mânâsız. Ama bu nefretin ve fanatizmin futboldan doğduğunu sanmak hatalı. “Öteki”nden dizginlenemez bir şekilde nefret etmek, Türkiye'de futbolun içinde doğmadı, futbol yalnızca bunu yükseltebilecek bir alan sağladı. Örneğin Almanya'da Türkiye'dekinden daha çok aktif futbol oynayan insan var, tribünler de çok daha dolu ama orada futbol cinsiyet eşitliği, ırkçılık ve homofobi karşıtlığı gibi konularda bilinç yaratabiliyor. Sonuçta siz bir ülkede insanları neyle kodlarsanız, futboldan yayılan mesaj da o kodlar üzerinden oluyor. Altı yaşından itibaren güvensiz ve şoven bir ulus algısıyla yetiştirilen bir toplumdan tribünlerde halkların kardeşliğini savunmasını beklemek saflık olur.
Meselenin ekonomik kısmına gelirsek.. Aslında 3 Temmuz'dan beri sürecin bu kadar çarpık işlemesinin ardında büyük oranda futbolda egemenlerin lehine dönen müthiş bir rant çarkının olması var. İçinde Futbol Federasyonu'ndan kulüplere, yayıncı kuruluştan sponsorlara kadar pek çok aktörün olduğu bir çarktan bahsediyoruz. Türkiye'de futbolun sosyal travmanın büyümesini engelleyecek şekilde askıya alınmasına mâni olan ve rantın azalmaması için keyfi tedbirler alan irade kaynağını buradan alıyor. Şike soruşturması boyunca Türkiye'de lig sistemi defalarca -üstelik lig oynanırken- değiştirildi, şikeye ceza veren yasa maddesi değiştirildi, federasyonun kendi disiplin talimatı değiştirildi. Bunlar hesapta birbirine düşman olan kulüplerin büyük işbirliğiyle gerçekleşti. Futbolun egemenlerinin tek derdi o çarkın ne pahasına olursa olsun dönmesiydi, karşılarında herhangi bir mukavemet de olmadığından başarılı oldular. Şu anda biz o çarkın dönüyor olmasının ceremesini çekiyoruz.
Peki ne yapılırsa rüzgarın yönü değişir? Cevap baştan beri çok basit aslında. Türkiye'de futbol tamamen maddi çıkarlar üzerine kurulu. Futbol kapitalizmi çarkın dönmesine engel olmadığı sürece şike, ırkçılık, fanatizm gibi musibetlere sorun gözüyle bakmıyor. Kâr edildiği sürece bu konular onlar için tâli meseleler bile değil. Dolayısıyla yapılması gereken o çarkı durdurmak. Türkiye'deki futbol taraftarları bu süreç boyunca birbirlerine düşmanlık beslemek ve kendilerini yıllar boyu sömüren, bugünkü egemenler arası savaşın kaybedeni kimi yöneticileri ölümüne savunmak dışında hiçbir şey yapmadılar. Baktığınız zaman, hangi takımın taraftarı olursa olsun herkes bu düzenden farklı nedenlerle de olsa şikayetçi, ama hâlâ bu futbol sezonu ilgi görüyor, insanlar hâlâ bahis oynuyor, dekoder alıyor, forma alıyor, maça gidiyor. En ufak bir boykot girişimi bile söz konusu değil. Taraftar kendisine vaktinde eziyet eden yöneticisinin çıkarı için polis şiddetini bile göze alabiliyor ama kendi çıkarından sessizce feragat ediyor. Eğer Türkiye'de taraftarlar şampiyonu belirleyecek önümüzdeki hafta maçlarında tribünleri boş bırakabilseydi, dekoderleri iade edebilseydi; yani çarkı durdurabilseydi bu ülkede futbol adına çok şey değişirdi. Bunu yapamıyor, çünkü elleri kolları fanatizmle bağlanmış durumda. Bu fanatizm kaynağını 12 Eylül'ün eğitim sisteminden ve onun Türk-İslamcı kodlamalarından alıyor ve 12 Eylül'ün getirdiği neo-liberal ekonomiye hizmet ediyor. Cuntanın vaktinde futbola bu kadar güvenmesine şaşırmamak lazım. Tabii 12 Eylül'e dair pek çok şeyin olduğu gibi bunun da şahikasını AKP döneminde görmesine de...
Son ama önemli bir not olarak da UEFA'dan bahsetmek istiyorum. UEFA, Türkiye'de pek çok futbolseverin sandığının aksine bir Anayasa Mahkemesi değil, tıpkı TFF gibi ticari çıkarları olan bir yapı. Dolayısıyla Türkiye'nin futbol egemenlerinin giriştiği pazarlıklarda yer almadığını düşünmek akıl işi değil. Son dönemde UEFA'yla ilgili çok ilginç gelişmeler yaşandı. Türkiye aynı yıl Olimpiyat'a aday olmasına rağmen, global kriz nedeniyle kimsenin aday olmak istemediği 2020 Avrupa Şampiyonası ev sahipliğine aday oldu. Aynı hafta Fenerbahçe UEFA'ya karşı açtığı 45 milyonluk avroluk davayı “ülkenin menfaati icabı” geri çekti. Yine aynı hafta UEFA'nın daha önce değişmesine itiraz ettiği Futbol Disiplin Talimatı 58. maddesi bir günde değiştirildi. EURO2020 için Türkiye hâlen tek aday ve hemen hemen diğer tüm olası adaylar yarışa girmeyeceğini açıkladı. Yani aşağı yukarı 600 milyon avro maliyetli bu organizasyon Türkiye'ye kalacak gibi gözüküyor. Peki UEFA'nın bu işten çıkarı ne? UEFA'nın son Avrupa Şampiyonası'ndan net kârı 250 milyon avro. Özellikle yayın gelirlerinin her turnuva katlanarak arttığını düşünürsek, Türkiye'de yapılacak EURO2020 büyük ihtimalle 2 milyar avronun üzerinde bir gelir getirecek, bunun 400-500 milyon avrosu net kâr hanesine yazılacak. UEFA'nın EURO2020 için ev sahibi bulamıyor olması hem kurumu futbol tarihinde eşi daha önce görülmemiş bir prestij kaybına uğratacak, hem de bu parayı uçurup götürecek. Kısacası, UEFA şu an Türkiye'nin kirli futbol ortamına gözünü kapamak zorunda, tıpkı 1978 Dünya Kupası'na iki sene kala Arjantin'de darbe olduğunda FİFA'nın cuntaya gözünü kapadığı gibi. Bu durum Türkiye'deki futbol egemenlerine rahat bir hareket alanı sağlıyor. Öyle ki bir yıldan beri belli olan ve uğruna milyonlarca dolar harcanan İstanbul 2020 Olimpiyat adaylığını bile bile, dalga geçer gibi EURO2020'ye aday oluyorlar. Üzerinde Başbakan Erdoğan'ın kişisel garantisi ve devlet garantisi bulunan Olimpiyat dosyası çöpe atılıyor ve ne hükümet, ne de AKP buna karşı ağzını açabiliyor. Bir anda UEFA susuyor, hükümet susuyor, CAS davası geri çekiliyor ve TFF konuşmaya başlıyor. İlginç değil mi? İşte futbolda çarklar böyle işliyor. Tabii çarkları durdurma şansı olan tek topluluk, yani futbolseverler işe el atmadığı sürece...
Evrensel'i Takip Et