02 Ocak 2016 12:35

Geçmişe ve geleceğe aynı anda bakmak

Yılın ilk ayı Ocak’ın, batı dillerindeki ismi, kökenini Roma Tanrısı Janus’tan alıyor. Janus, geleceğe ve geçmişe aynı anda bakan iki yüzüyle ardında ne olduğu bilinmeyen eşiklerin de tanrısı aynı zamanda.

Paylaş

 

Yılın ilk ayı Ocak’ın, batı dillerindeki ismi, kökenini Roma Tanrısı Janus’tan alıyor. Janus, geleceğe ve geçmişe aynı anda bakan iki yüzüyle ardında ne olduğu bilinmeyen eşiklerin de tanrısı aynı zamanda. Onuruna inşa edilen tapınakların hep “Barış Mabedi” olarak adlandırılması, Janus’un geçmişe dönük gözlerinin gördüğünün hep savaş, açlık, yoksulluk, kıyım ve ölüm olmasından olsa gerek. İnsanlık, Janus’un henüz yazılmamış bir geleceğe dikilen gözlerine bakıp, geçmişin bu karanlığından ders çıkarsın, barışı inşa etsin, barışı göstersin diye herhalde...
Aradan geçen binlerce yıllık zamanda insanlık bunca şey biriktirmişken bugün hala geçtiğimiz yılın çetelesini ortaya döküp, aşılacak eşiğin zorluğunu hesap etmemiz yine aynı sebepten değil mi? Geçmişin karanlığından ders çıkaralım, barışı görelim diye...
Savaşı durduracak olan nedir peki? Herkesin yaşananların korkunçluğunu ve anlamsızlığını görüp vicdana gelmesi mi? Nedir vicdan? Dün “kardeşiz” dediklerimizin bugün  “güvenlik operasyonu” kılıfı uydurulan savaşta, devlet güçleri tarafından kurşunlanıp, ölü bedeni çocuklarının gözü önünde tam bir hafta sokakta çürümeye terk edildiğinde neden çoğu kadının sessiz kaldığını açıklıyor mu mesela? Kendi bebeğinin tırnağı parkta oynarken taşa değdiğinde taşa kesiyorken bedeni acıdan, 3 aylık bir bebeğin dedesinin koynunda yüzünden hedef alınarak vurulması nasıl olur da bir kadını ilgilendirmez, sorusuna yanıt mıdır vicdan? 10 yaşındaki Afgan mülteci kız çocuğunun pembe tokalı saç örgüsü, olur da bindikleri lastik bot batarsa suda ıslanarak ağırlık yapmasın diye kesiliyorken, kendi çocuğunun saçlarını hiç azap duymadan okşayabilmek midir vicdansızlık?
Bu yaşananlar hep vicdan yokluğundan diye açıklayabilmek kolay her şeyi... Ama Janus’un geçmişe bakan yüzü gösteriyor ki muktedirin gücü sorgulanamaz olsun diye yürütülen bir savaş, salgın gibi yayılarak toplumsal bir düşmanlık, ayrımcılık, nefretle beslendiğinde, teraziyi adaletli yapmak için kefeye biraz daha vicdan konulması yetmiyor. Çünkü terazi vicdansızlık yüzünden değil eşitsizlik yüzünden dengede duramıyor.
Albert Camus, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Avrupa’ya yaydığı faşizm belasının nasıl bir veba gibi gündelik hayatın tamamını ele geçirdiğini anlattığı Veba romanında, bugünü anlamamız için çok önemli bir tanıklık da koyuyor ortaya. Faşizm bir veba salgını gibi yayılırken, her biri özünde gayet vicdanlı olan insanların bu hastalığın kendilerine bulaşmayacağına nasıl inandırıldıklarını, nasıl da “dokunulmaz” olduklarını düşündüklerini, veba tüm dünyayı tehdit ederken kendilerine nasıl da bu hastalıktan “korunaklı” hissettirildiklerini anlatıyor. Anlıyoruz ki savaştan nemalananlar bize hep birilerinin ölmeyi, birilerinin ise daha iyi yaşamayı hak ettiğini söylüyor. Birileri diğerlerinin karşısına “terörist, cani, sapkın, düşman” diye çıkarılırken diğerlerinin de onları böyle kabul etmeyi “güvenlik” zannetmelerini sağlıyor... Önce korkunun ipini salıp, sonra nefretin dizginlerini boşaltıveriyor. Korku ve nefret, iktidar kimi “haklı ve meşru” görüyorsa vicdan terazisinin oraya meyletmesine izin veriyor. Sonra bir bakıyorsun “vicdan” dediğin çoğunluğun değer yargılarından ibaret bomboş bir şey olmuş... Böyle bir vicdanı göreve çağırsan ne yazar, çağırmasan ne?
İki gün önce Janus’un dikildiği eşikten girdik hep birlikte. İnsanlık için de yol ayrımına işaret eden bir eşikten. O yol ayrımında ya Janus’un geriye bakan karanlık yüzüne yansıyan savaşın bizden alıp götürdüklerine yanacağız ya da ileriye bakan yüzünün döndüğü henüz yazılmamış gelecek sayfalarını nasıl dolduracağımıza karar verip harekete geçeceğiz...

***
Ekmek ve Gül’un ocak sayısı o boş sayfalara barışı, insanca yaşamayı ve umudu kendi elleriyle yazmaya niyetli kadınların yol haritası gibi. 2015’ten çıkarılan dersler ve 2016’yı şekillendirecek dilekler, kadınların savaş vebasını durduracak reçetesi. Ana yazımızda Cevriye Aydın bu reçetede hepimize derman olacak şeyin bir mucize değil, hep bir ağızdan yanıtını istememiz gereken sorular olduğunu söylüyor. Arkadaşımız İrem Karabatak’ın el emeği göz nuruyla çizdiği kapağımızda her biri ayrı renk kadınların aklından geçenleri görüyorsunuz. Bu akıl kutularındaki dileklerimize, yani ortaklığımıza vurgu yapan yazılarımız var; özgürlüğün, eşitliğin, işin, ekmeğin ne demek olduğunu bizzat kendi hayatlarında örnekleyen kadınların yazdıkları o yol haritasındaki pusulamız. Kapağımızda bir de boş bir akıl kutusu var, merak etmişsinizdir neden burada bir şey yazmıyor diye... Bu boş konuşma kutumuz size çağrımızdır. Umudu kendi elleriyle yazmaya niyetli kadınların yol haritasında başka neler olmalı? O boşluğu da siz doldurun istedik. Yazın ve paylaşın bizimle. Derginizin kapağındaki boş kutuya istediğinizi yazıp #benimdilegim hastagiyle sosyal medyada ve her mecrada paylaşın, çoğalalım...
2016 umudu acıdan daha çok biriktirdiğimiz bir yıl olsun...

ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

Diyanet İşleri Başkanı: Cemevleri kırmızı çizgimizdir

SONRAKİ HABER

Okullarda yılbaşı yasağı Meclis gündeminde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...