23 Kasım 2015 01:00

Dayanışma olmadan şiddetin politik olduğu görülmüyor

Paylaş

Serpil İLGÜN

Bir yanda Kürt illerinde arka arkaya ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve harabe haline getirilen mahalleler, çocuk, kadın, genç ölümleri; bir yanda “Kabinede kimler olacak, Erdoğan Davutoğlu çatışır mı?” soruları, diğer yanda IŞİD katliamları ve Suriye’de dengeleri her gün değişen savaş... Kadına yönelik şiddet, tüm bu başlıkların ötelediği, bastırdığı temel meselelerinden biri olma vasfını ne yazık ki yitirmiyor. Ve kadın cinayetleri rakamları gündemin ağırlığına ağırlık ekleyerek büyümeye devam ediyor.
Bu hafta, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle, kadına yönelik şiddeti ve mücadeleyi yerel örgütler üzerinden konuşmak istedik. Şiddetin boyutları ne, kadınlar şiddeti nasıl tartışıyor, yasal düzenlemeler pratikte ne kadar karşılık buluyor, mücadele nasıl sürdürülüyor, kadın mücadelesinin genele yansıyan yönleri yerelden nasıl değerlendiriliyor?
İstanbul’un, işçi kadın nüfusunun yoğun olduğu ilçelerinden Pendik Esenyalı’da iki yıl önce kurulan Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan yanıtladı.


Çalışma yaptığınız mahalleyi daha iyi tanımak için, Esenyalı’nın sosyo ekonomik yapısına dair neler söylersiniz? Özellikle de kadınlar açısından nasıl bir mahalleden söz ediyoruz?
Mahallemiz İstanbul’un işçi emekçi nüfusunun yoğun yaşadığı büyük mahallelerinden biri. Hemen yakınımızda Tuzla Organize Sanayi Bölgesi var. Bu bölgede dört büyük sanayi havzası var. Büyük metal, sabun, tekstil fabrikalarının kurulu olduğu bir bölge. Ve bu fabrikalarda çalışanların yüzde 70’ini kadın işçiler oluşturuyor. Haliyle Esenyalı’da kadın işçiler ağırlıkta. Sadece Esenyalı’da değil, Tuzla civarında hemen bütün mahallerinde kadın işçiler yaşıyor. Ulaşımdan tutun sokakların aydınlatılmasına kadar, bir dizi sorunla boğuştuğumuz, sosyal hiçbir faaliyetin olmadığı, kreşlerin veya hasta ve yaşlı bakım evlerinin olmadığı, kadınların çocuklarına, hasta ve yaşlılarına evde bakmak zorunda olduğu bir mahalle. Özellikle çocuk bakımını çözmek için işçi kadınlar köyden annelerini, kaynanalarını getiriyorlar. Ya da çocuklarını kendilerinden çok uzakta oturan ailelerine gönderiyorlar ve haftada bir gün, eğer mesaiye kalıyorsa 15 günde bir görebiliyorlar.

Esenyalı’da bir kadın derneği kurma ihtiyacı nasıl ortaya çıktı?
Mahallemizdeki özellikle kadın işçilerle, yaşadıkları sorunlar ve taleplerine ilişkin geniş katılımlı toplantılar gerçekleştiriyorduk. Örneğin bir fabrikada sendikal bürokrasiye karşı bir mücadele vardı, başka bir fabrikada yine çalışma koşullarının giderek ağırlaşmasına karşı bir mücadele vardı, başka bir fabrikada da hem sendikalaşma çalışması, hem de kadın işçilere yönelik taciz, esnek çalışma, özellikle hamile kadınlar üzerinde çeşitli baskılar söz konusuydu. Bir de tabii savaş ve kadına yönelik şiddet. Bu sorunlar etrafında yan yana geldikçe sabit bir yer kurma, orayı birlikte yönetme ve oradan kararlar alma ihtiyacı doğdu. Bu fikir kadınlara çok sıcak geldi ve çalışmalarımız hızlandı. Kasım 2013’te de derneğimizi kurduk.

Dernek kurmak bir yönüyle kolay bir iş. 10 kişi yan yana gelir, bir dernek kurar ama sonra çoğu işlevsiz hale gelir. Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği olarak bu zinciri bozduğunuz söylenebilir çünkü dernek kısa sürede Esenyalılı kadınlar için bir adres olma niteliğine kavuştu. Bunu nasıl başardınız, kadınlara nasıl gittiniz?
Bir kere sadece sorunlar için bir araya gelmedik. Bir yandan da örneğin kahvaltıda yan yana gelmek, bir filmi birlikte izlemek, toplanıp sinemaya gitmek gibi etkinlikler yapıyorduk. Bu etkinlikler hem birbirimizi tanıma, hem de sorunlarımızın aynı olduğunu daha iyi anlamaya da yarıyordu. Bunu hâlâ sürdürüyoruz. Daha fazla ev toplantıları yaptık, ulaşamadığımız kadınlara da ulaşmaya çalıştık. Evet dernek işçi kadınların talepleriyle kuruldu, ancak farklı çalışma alanlarından kadınlarla da, örneğin ev kadınları, evlere temizliğe giden kadınlar ya da muhasebeci, tezgahtar, yani her kesimden, meslekten kadının yan yana gelebileceği bir ortam da yarattık. Kreşten 4+4+4 sistemine, savaştan şiddet ve tacize, her talepte hızlıca yan yana gelebilen formüller bulabiliyorduk, çünkü birbirimizi anlıyorduk, birbirimizin hayatlarına dokunuyorduk, böyle olunca da yan yana gelme kültürünü geliştirebiliyorduk.

Neden “yapabiliyorduk” dediniz? Şimdi durum değişti mi?
Yine yapıyoruz elbette ama sokağa çıkma kısmında bugün durum biraz farklılaştı. Çünkü eylemlere yönelik saldırıların, katliamların yapılması, savaşın yeniden başlaması biraz tedirginlik yaratıyor. Ülke genelinde yaratılan endişe, korku ve kaygıların buraya da yansıması oldu. Ama dediğim gibi, bu yan yana gelmemizi engellemiyor.

Anlattığınız sorunlara karşı verdiğiniz mücadelenin sonuçları ne oldu? Örneğin ana konumuz şiddet olması bakımından, şiddete karşı mücadele başlığı ile ilgili nasıl bir çalışma yürüttünüz? Kadınların gördüğü şiddeti anlatması, kreş sorunun dile getirmesinden daha zor. Bu zorluğu nasıl aştınız?
Bunun ilk adımı dayanışma ve güven. Derneğimiz kurulduktan üç ay sonra, Nisan 2014’te mahallemizde Gönül Çalışkan arkadaşımız boşanmak istediği için eşi tarafından üzerine benzin dökülerek yakılmıştı sokak ortasında. Hızla harekete geçtik ve dernek çağrısıyla yaklaşık 200 kadınla sokağa çıktık. Esenyalı tarihinde ilk kez kadınlar bu kitlesellikte sokağa çıkmıştı. Arkadaşımızın duruşmalarına da eylemler yaparak kitlesel katıldık. Bildiriler dağıttık. Hatta fabrikalarda çalışan arkadaşlarımız izin alarak davaya geldiler. Bu mücadelemiz sonucunda Gönül Çalışkan davası benzer davalara göre hızlı sonuçlandırıldı. Bizim için en önemli olan şeylerden biri de, Gönül’ü öldürmek isteyen eski eşin tahrik indirimi alamaması oldu. Bu Esenyalı’da şiddete uğrayan kadınların da elini güçlendiren bir sonuç oldu. Türkiye’de nasıl Özgecan Aslan cinayeti kadına yönelik şiddet açısından bir kırılma yarattıysa, Esenyalı için de Gönül Çalışkan kırılma noktası oldu. Derneğin öyle bir somutluğu var. Derneğe gelen kadın sorunun çözülmesini istiyor, çözülmese bile oradan bir şey öğrenerek gitmek istiyor. Gönül Çalışkan arkadaşımıza sahip çıkmak, davayı kazanmak bu somutluğu hissetmek açısından dönüm noktasıydı.

Kadına yönelik şiddet, derneğe gelen kadınların ne kadarının şikayet konusu?
Yüzde 70’inin. Sadece fiziki şiddet değil bahsettiğimiz. Taciz, tecavüz, çocuk istismarı çok yoğunlukta. Boşanmışsa nafaka alamıyor ya da bir türlü boşanamıyor, tehdit ediliyor. Bunların önemli bir bölümü yine dayanışmayla çözdüğümüz sorunlar. Avukat arkadaşlarımızın desteği, davasına birlikte gitme, kişi istiyorsa bunu kamuoyuna yansıtma gibi yöntemlerle çareler üretebildiğimiz sorunlar. Ama sonraları iş daha da ağırlaştı, çünkü özellikle çocuk istismarı ve ensest vakalarında kadınların tutumu değişiyor, çoğu duyulmasını, bir dava süreci başlamasını istemiyor. Dayanışma yöntemlerini geliştirmek gerekiyor bu vakalarda.

Sizi çok şaşırttı mı vakalardaki fazlalık?
Evet. Derneği kurarken de kadına yönelik şiddetin yoğunluğunu tahmin ediyorduk, o günden bugüne şiddet belki beş kat artarak ilerliyor. Biz bunu dillendiriyorduk ama dillendirirken şöyle bir kaygıya da düşüyorduk, “Acaba biz kadına yönelik şiddet dedikçe, kadınları uzaklaştıracak mıyız?”

Bu kaygının sebebi ne?
Çünkü hakikaten cesaret istiyor “ben şiddete uğradım” diye gelmek. Ama kaygılarımız tam tersine çıktı. Biz sadece söylemekle kalmayıp, pratik olarak da şiddet gören arkadaşlarımızla dayanışıp, sahip çıktıkça daha çok kadın derneğimize geldi. İçler acısı diyebileceğimiz iki ensest vakamız oldu. Biri dayısı, diğeri amcası tarafından küçük yaşlardan itibaren enseste maruz kalmışlar. Bunları yansıtamıyoruz kamuoyuna çünkü kendileri gizli kalmasını istiyorlar. Anlatma gücü bulmuş, gelmiş... Ama çözebildiğimiz dertler değil bunlar, çünkü karakola, mahkeme süreçlerine güvenmiyorlar. Bir de gelebilecek tehditler, ailenin, çevrenin baskısı, yanı sıra hayati tehlikeden kaynaklı boyutları var ve bunları hemen aşmak güç. Ama şöyle de bir şey var; kısmen de olsa mücadelenin iyileştirdiği yaralar da var. Bu kadınlar aynı zamanda derneğimizin faaliyetlerine katılan, birlikte mücadele ettiğimiz kadınlar. Ve bu mücadelenin kendilerini iyileştirdiğini de söylüyorlar.

Mahallede bir sığınmaevi olması talep ediliyor mu?
Bundan üç yıl önce biz mahallede sığınma evi dediğimizde iyi karşılanmamıştı. Sığınmaevini kabul etmeyen, olumsuz bakan bir tutum vardı. Ama bugün talep arttı. Bu konuda girişimlere yeni başlıyoruz çünkü kadınların talebi olması önemli. Kadınlar talep etmediği sürece bunun çalışmasını yürütmek de mümkün değil.


‘BEN BAŞA ÇIKAMADIM, DEVLET NE YAPSIN!’

Şiddete karşı kadın bilincinin yükseldiği tezinin Esenyalı’daki karşılığı nedir? “Neden şiddette maruz kalıyoruz?” sorusu, bundan üç yıl önceye göre nasıl yanıt buluyor?
Kadınlar hâlâ kendilerine uygulanan şiddetin yüzde 90’ını ekonomik sebeplere bağlıyorlar. Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği’ne gelen vakalara baktığımızda çoğunda şiddet uygulayan erkeğin işten çıkarılmış, iş bulamayan, kirayı ödeyemeyen, kötü alışkanlıklar edindiğini görüyoruz. Eşleri tarafından şiddete maruz kalan dört kadından üçünün durumu böyle. Bir de şöyle bir durum var, kadınlar kendi çevrelerindeki şiddete uğrayan kadınları biliyor, tanıyorlar, kendi yaşadıklarıyla karşılaştırıyorlar. Yaşadığı şiddeti gelip anlatan, birlikte nasıl hareket edilebileceğini konuştuğumuz kadın, bir başka gün, şiddete uğrayan başka bir kadınla geliyor. Ama bunun politikalarla ilişkisini pek kuramıyor.

Yani, “kadın cinayeti politiktir” tespiti, kadınlarda henüz bilince çıkmış değil?
Buna yine Gönül Çalışkan davası üzerinden örnek vereyim. Gönül Çalışkan bu vahşi şiddete maruz kaldığında bunu bir kader olarak görüyordu. “Benimkinin gözü dönmüştü, işsizdi, ben başa çıkamadım, devlet ne yapsın buna” diyordu. Sonra, belki yüz kere karakola başvurduğunu, üç-dört kez uzaklaştırma cezası aldırttığını öğrendik. Bu başvurularına rağmen şiddete maruz kalması, engellenmemesi üzerine sohbetler ettikçe, yaşadıklarını açıklama biçimi de değişti. Yani o bağı ne zaman kuruyoruz, kendi başımıza geldiğinde ve dayanışma içinde kurabiliyoruz. Dayanışmanın, örgütlenmenin içine girmeden, sorunun politik olduğu kesinlikle kabul edilmiyor.


KOLLUK KADININ BİLGİSİZLİĞİNDEN YARARLANIYOR

Şiddet yasası olarak da bilinen 6284 sayılı yasa teoride şiddete uğrayan kadınların işini kolaylaştıracak birtakım düzenlemeler barındırıyor. Yanı sıra panik butonları, şiddet hatları vs oluşturuldu. Esenyalı’da şiddete uğrayan kadınlar bundan ne kadar haberdar? Ve ne kadarı “yasadan yararlanmaya geldim” diyerek başvuruda bulunuyor?
Bizde yüzde sıfır. Çünkü güvenmiyor. Hatta buton işi çıktığında kadınlar dalga geçmişti. Sistemin değişik partilerine oy vermiş, AKP’ye oy vermiş kadınlar bile bu meselede güvenmiyor. İlk etapta başvurabileceği yer olan mahalle karakolunu, kocasıyla işbirliği içinde görüyor. “Çünkü” diyor, “Ben şikayet ediyorum, o alıyor geri bırakıyor.” O yüzden daha işin en başında vazgeçiyor. Karakola uğramadan, daha çok derneğe geliyorlar. Ne yapabileceğini öğrenmek istiyor. Ama bizim, “güvenilir bulmamakta haklısınız ama buralara başvurmak zorundayız”ı iyi anlatmamız gerekiyor. Anlatmaya çalışıyoruz.

Başvuruda kadınlar başka nasıl muamelelerle karşılaşıyor ki, bu yasa uygulamada kadük kalıyor?
Şöyle bir örnek üzerinden anlatabilirim; yine bir kadın arkadaşımız eşi tarafından şiddetin yanı sıra cinsel saldırıya da uğramıştı. Bu saldırı sonucu hamile de kalmıştı. Bebek doğduğunda, daha iki günlükken eş gelip “Sen bebeği nasıl bana haber etmezsin” deyip bebeği kaçırmıştı. Aile bize başvurdu. Bizden önce defalarca karakola gidilmiş, karakoldan “babasıdır, görmeye hakkı var” denmiş. Bunun üzerine derneğimizden 7-8 kadın arkadaşımızla karakola gittik. “Siz görevinizi yapmıyorsanız savcıya gideceğiz, yasalarda ne yapmanız gerektiği açık, suç işliyorsunuz” vs dedik. Bunun üzerine bebek 8 saat sonra geri getirildi. Yani karakol da, savcı da kadının yasal bilgisizliğinden çok fazla faydalanıyor. Ne yapacağını bilen kadınlar gittiğinde başka bir süreç işletiyor. Ama bilmeden gittiğinde geri gönderiyor.


MÜCADELE YERELE ULAŞMAYINCA KADIN MÜCADELESİ YOKMUŞ GİBİ HİSSEDİLİYOR

Türkiye kadın mücadelesinin kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda önemli çalışmaları, eylem ve etkinlikleri oldu, oluyor ama diğer yanda “Çalışmalar yerele ulaşmıyor” eleştirisi de var. Hem genel olarak kadın mücadelesine, hem de mücadelenin yerelleşme ayağına ilişkin Esenyalı’dan bakınca ne söylersiniz?
Evet mücadele, çabalar çok kıymetli ama yerini bulması ve geniş kadın kesimlerine ulaşması açısından yetersiz. Eylem ve etkinlikleri, sözümüzü söylediğimiz alanları merkezlere sıkıştırıyoruz, yerelleşemiyoruz, öyle olunca bazı şeyler havada kalıyor geniş kadın kesimleri açısından. Çoğu kadın, mücadele devam ederken, bir söz üretilirken kendi gerçeğine bakıyor. Değişen bir şey göremiyor. Hatta giderek ağırlaşan yaşam koşulları altında eziliyor. Hele bir de yerel dayanaklardan, dayanışma ağlarından yoksunsa... Dolayısıyla kadın mücadelesi de yokmuş gibi hissediyor. Bu, güçsüzleştiren bir şey. Kadınlara yönelik bu kadar çok saldırının olduğu, hem ekonomik, hem sosyal hem de fiziken ayakta kalma mücadelesini bu kadar çok vermek durumunda olduğumuz bir ortamda, en genele seslenen bir kadın sözü bile çok kıymetli, evet. Ama kadın hareketi son yıllarda bütün bu bahsettiğimiz ortam içinde hep bir savunma pozisyonu içinde kalma, hep önüne getirilen bir mevzuya karşı “hemen bir şey oluşturmamız lazım” duygusuyla sıkışmışlığını tartışıyor bugünlerde. Ha bire başına gelenle uğraşmak durumunda kalan ve bir ortak politika oluşturup bütün bu ana meseleleri hep birlikte nasıl gündem edeceğini, dolayısıyla acilen çözülmesi gereken mevzunun yerele yansımalarının ne olduğunu, daha genelde tartışılan sorunları yerele de taşımaya çalışan eksen gösteremiyor. Bu çok önemli bir darlığın göstergesi. Ama bunu tek başına kadın hareketinin şu ya da bu yöntemi tercih ediyor olmasının bir sonucu gibi değerlendirmek haksızlık olur, bunu bugün memleketin içinde bulunduğu toplumsal, siyasal ortamın bir dayatması gibi de okumak lazım.

BİLİNÇLENMEK YETERLİ DEĞİL, ÖRGÜTLENMELİYİZ

“Kadınlar bilinçlendikçe daha fazla şiddete maruz kalıyorlar!” Bu tespitin Esenyalı’daki karşılığına ilişkin ne söylersiniz? Bilinçlenmek neden yeterli değil?
Bilinçlenmek şiddeti engelleyemiyor çünkü örgütlü değiliz. Yeterince yan yana gelmiyoruz. İkincisi, kadınlar bilinçleniyor ama karşısındaki erkekler değişmiyor. Hatta dediğiniz gibi kadınların bilinçlenmesi de, “sen bunu nereden öğrendin” vs. denilerek de şiddet nedeni oluyor. Çünkü evet, yasalar var ama bu yasalar erkekler için hala esnek. Kadını değil, erkeği gözetiyor pratikler. Erkeklerde, “öldürsem de gider iki yıl yatar çıkarım” düşüncesi giderek daha yaygınlaşıyor, belirginleşiyor.

KADINLAR YAŞADIKLARI SORUNLARIN AKP’DEN BAĞIMSIZ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR

Muhafazakarlaşma, ayrıştırma-kutuplaştırma politikalarının Esenyalı’da tezahürü için nasıl gözlemleriniz var? AKP’nin 1 Kasım’da aldığı yüzde 49.5’in önemli bir bölümünü kadınların oyu ile elde ettiğini biliyoruz. Birbirinden ağır sorunlar yaşayan kadınlar, neden yine de AKP’yi tercih ediyor?
Kadınlar açısından seçim vakitlerinde ciddi bir kutuplaşma oluyor ama seçim sonrasında o kutuplaşma devam etmiyor. Çünkü sonuç olarak ortak derneğimiz var. Diğer yandan AKP’yi beğenmese de farklı kaygılardan oy veriyorlar çünkü ekonomik istikrarsızlıktan çok fazla söz edildi ve sırf kredi borçlarını düşünerek oy veren kadınlar oldu. Seçimden sonra farklı partilere oy veren kadınlarla yeniden bir araya geliyor çünkü sorunlarını partiden bağımsız düşünüyor. Örneğin kadına yönelik şiddetin çözüleceğine inanmıyor. “Bu sorun partiyle alakalı bir şey değil” diye düşünüyorlar. “AKP’den önce de kadın cinayetleri vardı” diyorlar. Ya da kendi annesinin de 14 yaşında evlendirildiğini, onun da bir çocuk gelin olduğunu söylüyor ve politikayla bağını kurmada direniyor.

Yani istikrar söylemi kadınlar açısından da etkili oldu?
Evet. “İstikrar olacak, bakın kadın istihdamı arttı, ev alıyorsunuz, araba alıyorsunuz” vs. bir üst söylem var. Bunu en çok alımlayan, en çok kulak veren kadınlar. Zaten o üst söylem en çok kadınları hedef alıyor, ne de olsa ailenin yapı taşı! Ve hedefini de buluyor bu söylem. Diğer yandan ise, bu söylemin hedef aldığı kadınlar söylenenlerin tam tersi bir gerçeklikle karşı karşıyalar. Söylenenle yaşanan arasındaki makas çok açık. Demek ki iktidar, söylemle gerçekler arasındaki o makası kapatmak için bir şey yapıyor ki, kadınlar eğitimde, sağlıkta, şiddet meselesinde yaşadığı gerçeği bir kenara koyup, hala o söze sırtını dayayabiliyor. Analiz etmemiz gereken yer burası. İşte, “sosyal yardımlar kadınları hedefliyor” vs. Evet, bunlar bir yönü ama çok açık bir şey var; bugün tüm memlekette her kesimden insanın ihtiyaç duyduğu “güvenlik ihtiyacı” kadınlar açısından “hayatta kalma” gibi çok temel bir ihtiyaca denk düştüğü için ve kadınlar o söylemin gerçek olmadığına dair bir birikimi sağlayabilecekleri bir dayanışmadan yoksun oldukları için, gerçeğini bir kenara koyup, söyleme sırtını yaslamayı ayakta kalma dayanaklarından bir tanesi olarak görüyor.

BİZİ DE MÜCADELE İYİLEŞTİRİYOR

Çocuk istismarı, ensest, tecavüz… tüm bunlara maruz kalan kadınları iyileştirme, mücadele etme çabaları çok anlamlı ama sizde nasıl hasarlar bırakıyor? Siz nasıl iyileşiyorsunuz?
Bizi de dayanışma iyileştiriyor. Sonuçta kadına yönelik şiddetin toplumsal bir sorun olduğunu biliyoruz. Evet gerçekten dinlemesi bile zor, ağır vakalara tanık oluyoruz, destek sunmaya çalışıyoruz ama gerçekten bizi psikolojik olarak da bir arada olma, mücadele etme ayakta tutuyor. Güç veriyor. Derneğimize gelen psikolog arkadaşlarla toplu terapiler yapıyoruz, onların da katkısı oluyordur elbette ama en önemlisi, örgütlü olmak, sokağa çıkabilmek, çaresiz olmadığımızı bilmek. Şiddete uğrayan uğramayan kadınlar, yardım alan, yardım eden kadınlar diye de bir ayırım yapmak doğru değil çok. Çünkü biz de şiddete uğruyoruz, sokaktaki tacizden muaf değiliz, akşam bir yere gittiğimizde evimize dönemiyoruz, karanlıkta nasıl yürüyeceğimizi hesaplıyoruz, şiddete karşı dayanışmamız tehdit altına girebiliyor. Şiddeti uygulayanların ya da meşru görenlerin, biz dayanışmayla yol aldıkça saldırganlaştığını da görüyoruz. “Siz bu olaylara müdahale ediyorsunuz, bunu yapamazsınız” tehditleri de şiddetten hiçbirimizin muaf olmadığımızın en açık göstergesi. Bütün bu şiddet sarmalının çözümü de tedavisi de birlikte yürümek.

TEHDİTLERİN ÜSTESİNDEN DE BİRLİKTE GELİYORUZ

Tehditler ne zaman başladı, kimler, nasıl tehdit ediyor?
İlk tehdit altı ay önce oldu. Boşanmak isteyen, ama “sen benden boşanamazsın” diyen eşinin şiddetine uğruyordu. Kadının davasına destek sunduk. Adam gördü ki kadın güçsüz değildi, artık bir avukatı vardı, tanımadığı kadınlar onun yanındaydı, bu adamı çok öfkelendirmişti, ilk tehdit ondan geldi. Arkasından derneğimizin facebook hesabına tehditler gelmeye başladı. “Orayı başlarına yıkacağız, her şeye karışmasınlar” vs. diye... Arkasından derneğimizin önünde araçlar beklemeye, takip etmeye başladı. En son, geçtiğimiz hafta mahalleden olmadığını düşündüğümüz gençler üzerimize biber gazı sıktılar. Bunlara ilişkin yasal yollara başvuruyoruz.

Kadınlar bunu nasıl karşılıyor?
Kadın arkadaşlar bundan haberdar olur olmaz derneğe hızlıca geldiler ve “bunun üstesinden birlikte gelelim” dediler. Tek tek vakalar nedeniyle değil, kendi davalarını takip ettiğimiz için değil, herkesin, hepimizin ortak sorununa yöneldiğimiz için bu tehditlere maruz kaldığımızın farkına varmaları çok önemliydi. Bu nedenle tehditlerden korkan, geri adım atan bir noktada durmayıp, “bununla da birlikte başa çıkalım” denmesi çok kıymetli. Hatta birkaç kadın arkadaşımız, “bunları bulalım gidelim kapılarında eylem yapalım” dediler!

 

(Fotoğraf: Gül KARAASLAN)

ÖNCEKİ HABER

IŞİD ve vahşet ile yönetme

SONRAKİ HABER

Şiddet devasa sığınak yetersiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa