30 Ağustos 2015 06:01

Doğu Karadeniz: (Çevresel) kalkınmanın doğduğu ve (Çamura) battığı yer

Paylaş

Sinan ERENSÜ

Ziraat mühendisi Asım Zihnioğlu 1930’ların sonunda kısıtlı devlet imkanları ile girişilen ilk çay fidesi dikme çabaları sırasında Rize kırsalında otlukları biçip ilk çaylıkların açılmasına yardımcı olacak kimsecikleri bulamadıklarından yakınır. Sorun yöre halkının ilgisizliği falan değil, bilakis hiç ortalarda olmayışıdır. Bölgenin 12 yaşından büyük erkeklerinin tamamı gurbette ekmek parası peşinde, arda kalan kadınlar ise ev ve çocuk işleriyle meşguldür. Doğu Karadeniz kalabalık ve kırsaldır; ancak ulaşımı sorunlu, iklimi sıkıntılıdır ve dağlıktır; kendi kendine yetecek coğrafi imkanlardan yoksundur; dolayısıyla müdahale beklemektedir. Koca bir yüzyıldır değişmeden günümüze kadar gelen, bölgeye dair bu basit tespit aslında Türkiye’nin adı konulmamış en büyük kalkınma bölgesini ve projesini tanımlar: Doğu Karadeniz’in vahşi doğası evcilleştirilmeli, yöre halkının refahı için ekonomik ve fiziki alanlar açılmalıdır. 

HOPA’NIN SELİ, COĞRAFYANIN YÜKÜ

Başlıkta parantez içinde yazdığıma bakmayın. Çevre, onu dönüştürme ve ona hakim olma tahayyülü dolayımıyla, kalkınmanın opsiyonel değil asli öğesidir. Yani hemen her kalkınma hamlesi bir boyutuyla kaçınılmaz olarak çevresel (toplum-doğa ilişkisini yeniden biçimlendirme iddiasında olan) bir dönüşüm projesidir aynı zamanda. Bu, Doğu Karadeniz için bilhassa böyle olagelmiş; Doğu Karadeniz’de modernite, kalkınma ve refah doğaya karşı verilmesi ve kazanılması gereken bir mücadele olarak kodlanmıştır. Bakmayın siz genç Cumhuriyet’in çay ile kalkınma planının daha toplumsal, 1980’lerle başlayan turizm ve lojistik hamlesinin müteşebbis, AKP dönemi HES ve maden furyasının vurguncu ruhuna… Derin iktisadi ve ahlaki farklılıklarına rağmen kalkınma Doğu Karadeniz’i ehlileştirmeyi; insanı doğadan, doğayı da vahşiliğinden ‘kurtarmayı’, Doğu Karadeniz’i kendi coğrafyasının yükünden kurtarmayı amaçlamıştır.

Hopa’da 8 cana mal olan sel felaketinin asıl sebebi üzerinde günlerce durmamız mümkün. Duralım da!.. Bilimsel, güvenilir, sadece teorik olmayan, detaylı ampirik raporlara gerçekten ihtiyacımız var. Sahil yolu belasının menfezleri nasıl tıkadığını, bu tıkanıklığın özellikle deniz kenarındaki mahalleleri nasıl su altında bıraktığını anlatalım. HES’lerin –özellikle Doğu Karadeniz’in her köşesini işgal eden, ardışık yapılan dere tipi HES’lerin– sellerin etkisini nasıl tahmin edilemez kıldığından söz edelim. Ancak bunu yaparken Hopa’da ve havzasında (direniş sayesinde henüz) HES olmadığını, Hopa seli ile HES’lerin ilişkisinin asgari düzeyde olduğunu hatırlatarak... 

Ama, öte yandan dere yatağına ayıla bayıla yapılan yapılaşmalardan da bahsedelim. Yüzyıl önce kimsenin dönüp bakmadığı deniz kenarlarının, dere ağızlarının nasıl olup da bugün alternatifsiz yaşam alanları haline geldiğini sorgulayalım. Vadi içi dağınık yerleşimler dağılmaya; yaylacılık bu şekilde bitmeye mahkum muydu diye soralım. Tır parkının dere ağzında, Hopa şehrinin tam girişinde ne işi olduğunun tarihçesine bir göz atalım. Sundura Mahallesi’ni sahil yolu ile birlikte su altında bırakan bu atıllığın müsebbiplerini arayalım. Kalkınma çılgınlığının en bayağı hali olan dere ıslahının büyülü çekiciliğini ve aslen akarsuları değil yerel politik-ekonomik ilişkileri ve küçük müteahhitleri ıslah etmek için keşfedildiğini de not edelim. Selin bir yan etkisi olarak sahil yolunun kilometrelerce çöp yığınları ile kaplanmasını, 2015 yılında bölgenin çöp arıtma sorunu olmayan tek bir beldesi olmaması rezaletinin de bir kez daha altını çizelim. 

Ve çay... Dönelim dolaşalım ve Doğu Karadeniz’de her şey için olduğu gibi, bu Hopa sel felaketinde de çay demeden geçmeyelim... Elimiz varmasa da çay bahçelerinin yağmur sularını neredeyse bir kaydırak gibi bayır aşağıya ilettiği, sahil kenarlarından uzak noktalardaki toprak kaymalarının kimilerinin çaylıklar üzerinden gerçekleştiği gerçeğini teslim edelim. Çayın getirisi düştükçe, kamu çaydan elini çektikçe ormanlıkların yeni çaylıklara dönüştüğünü sessizce de olsa belirtelim. Ama çayın, sadece su tutmayan çaylık sorunundan ibaret olmadığını hatırlayarak... Koca bir bölgeyi imkanları kadar sorunları ile var eden bu çevresel kalkınma projesinin geleceği nedir, ne olmalıdır diye açık yüreklilikle sorarak... 

KALKINMA SONRASI TAHAYYÜLLER

Sahil ve yayla yolları, kentsel eş-dost ekonomisinin can damarı dolgu alanları, onları var eden taş ocakları, yağma Hasan’ın böreği gibi paylaşılan maden lisansları ve nihayetinde kah ıslah edilen kah HES cenderesine alınan Doğu Karadeniz dereleri... Tüm bunları bir vurgun ekonomisi içinde ele almak, insansızlaştırılan Doğu Karadeniz kırsalından kalanların kapışılması olarak anlatmak mümkün. Öte yandan yine bu yatırımlar bir kalkınma paketinin parçaları olarak var olabiliyor, doğa ile girdikleri mücadele ölçüsünde azımsanmayacak bir kitlenin rızası (hala) kalkınma hülyası ile devşirilebiliyor. Ancak gün geliyor, yoğun bir yağış dünyanın enerji ve su yapıları adına en fazla yatırım yapılan bölgesini (ve Türkiye’nin kişi başına en çok kamu yatırımı alan ilini) günlerce elektriksiz ve su altında bırakabiliyor. Bu yaman çelişkiyi elbette daha sık ve daha iyi anlatmalıyız... Ama yetmez! Hopa selinin yaralarını sarmak yeni alternatif tahayyüller yaratabildikçe, o tahayyülleri (belki afet sonrası çalışmalarda hali hazırda yeşeren) somut bir biçimde inşa edebildikçe mümkün olacak. 

ÖNCEKİ HABER

Cizre’nin dağı taşı zafer işareti yapan Baran

SONRAKİ HABER

Felakette kaybolanlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...