5 Ağustos 2008 00:00

ALBATROS


Özgür Üniversiteden arkadaşım Ali Sait Çetinoğlu, geçenlerde 1908 Devrimine ilişkin kapsamlı bin inceleme yolladı bana. 1908”in 100. yıldönümünde, aslında Anayasal reijm, en son krizlerle çökmüş ve meşruluğunu yitirmiş vaziyette. Hiçolmazsa 1908’de devlet Abdülhamit’in askıya aldığı Anayasayı yeniden yürürlüğe koyarak nerede kalmıştık diyerek filme devam etmişti.
Şu anda Anayasa mahkemesinden başlayarak üç kuvvet de meşruluğunu yitirmiş vaziyette. (Sistemin meşruluk bunalımı konusunda 2 Ağustos tarihli Alternatif gazetesinde çıkan yazıma bakılabilir). Filmi 1908 ‘deki gibi geriye sararak, ‘82 Anayasısını külliyen askıya alıp, son meşru anayasa olan 1961 Anayasasına geri dönmekten başka çare yok. Şimdi izninizle, size Ali Sait Çetinoğlu’nun yazısından bir kesit sunmak istiyorum.
***
“Sultan Abdülhamit’in tiranlık rejiminin 1908 24 Temmuz’unda devrilmesini başlangıçta, tüm muhalifler bir bayram gibi karşıladılar. Tüm rejime muhalif Osmanlı unsurları 1908’e ve Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe konmasına önemli anlamlar yüklediler, Ancak çok zaman geçmeden yanılacaklarını anlayacaklardı fakat ellerinden bir şey gelmeyecekti; “1908’de Ermeni partileri Selanik Komitesi’nin tasarılarından haberdar değildi ve siyasal durumdaki ani altüst oluş onları hazırlıksız yakaladı. Başkentteki tüm Ermeniler özgürlük sarhoşluğuna kapıldılar. Bugünden yarına düşmanlıklar ve ırklar arasındaki ayrımcılık ortadan kalkmış gibi göründü. Herkes kendini tümüyle Osmanlı vatandaşı sandı. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında haftalar boyunca büyük bir kardeşlik bayramı yaşandı. Bu ani dönüşüm karşısında şaşkınlığa düşen Avrupalı gazeteciler birbiriyle yarışırcasına değişik şenlikleri betimliyorlardı.
Oysa Jön-Türk rejiminin kendisini meşrutiyet (anayasal rejim) olarak adlandırması, asıl amacını gizlemekten öteye gitmez. Retorikten başka bir şey değildir. “II. Meşrutiyet’in ‘Hürriyet İnkılâbı’ olarak adlandırılmasının, sadece II. Meşrutiyet’in ilan edilmesine vesile olan paramiliter grubun kendi söylemi olması ve bunun, Türk siyasî hayatında, sistemi maniple eden (ya da etmeye çalışan) her paramiliter grubun kendi faaliyetini bir devrim olarak adlandırmasının ve sistemdeki her keskin değişikliğin kendisini devrim/inkılâp olarak tanımlamasının yolunu açmasıdır… Üretim tarzındaki değişimi içermeyen bir devrim, sadece ‘devrim’ kavramının cazibesini, çekiciliğini kullanan bir siyasal değişimden, bir siyasî vakadan başka bir şey değildir. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde önemli rol oynayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Meşrutiyet’in ilanından sonraki uygulamalarına bakıldığında da, ‘Hürriyet İnkılâbı’ olarak adlandırılan II. Meşrutiyet’in bir ‘inkılâp’ olmadığı gibi, aslında ‘hürriyet’ ile de alakası olmadığı görülmektedir. Farklı bir ifadeyle, kendini “hürriyet inkılâbı” olarak koyan II. Meşrutiyet, ne hürriyetin ilanına, ne de bir inkılâba tekabül etmektedir… İttihat ve Terakki Cemiyeti için ‘hürriyet’ kavramının, Fransız Devrimi’nden ve Yeni Osmanlılar’dan ödünç aldıkları siyasî bir jargon olmanın ötesinde pek de bir anlam ifade etme[z]” (Mete K. Kaynar, Osmanlıda Devrim Oldu mu? Resmi Tarih Tartışmaları-4 içinde, s 49-50, Özgür Üniversite Tartışmaları)
İttihat ve Terakki’nin özgürlüklere yönelik operasyonları sadece hukuk alanıyla da sınırlı değildir. 6 Nisan 1909’da Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi Bey ve İsmail Mahir Paşa öldürüldü. İkdam Başyazarı Ali Kemal, bir subayın kendisine, Cemiyet’in Mevlanzade Rıfat, İsmail Kemal Bey ve kendisinin öldürülmesine karar verdiğini ihbar ettiğini ‘Adalet Bakanı’na Açık Mektup’ başlığıyla ilan etti. Suikasttan da, bir dostunun evine sığınarak kurtuldu. 30 Ocak 1910’da Ahrar Fırkası kapatılmış; 9 Haziran 1910’da Sada-yı Millet Gazetesi Başyazarı Ahmet Samim ve 10 Temmuz’da Şehran Gazetesi Başyazarı Zeki Bey öldürülmüş; tüm bunlar, hürriyete kavuşulduğu söylenen bir dönemde fikir hürriyetini kullanmanın olası sonuçlan hakkında topluma fikir vermiştir. 1 (Ayşe Hür, 1908-1938 döneminde Hukuk Dışı Uygulamalar, Resmi Tarih Tartışmaları-3… içinde s 239-240. Özgür Üniversite Tartışmaları)
Jön-Türk rejimi eylemleri ve uygulamaları önceki rejime rahmet okutacak düzeyde şiddetin egemen olduğu bir rejimdir: İktidarların devamı için baskının giderek süregenliğe dönüştürüldüğü, giderek saldırgan bir hal almakta olduğu bir korku tünelidir. Baskının kurumsallaşması saldırganlığı daha artırarak şiddeti savaşa doğru tırmandıracaktır. Jön-Türk siyasetinin temel direği olan milliyetçi, ırkçı ve saldırgan politikalar, İmparatorluğun kolayca dağılmasına etken olduğu gibi imparatorluk coğrafyasındaki bütün halklara yıkım getirecektir.
Meşrutiyetin ilan edilmesinin özgürlükle bir ilintisi yoktur. Jöntürk yönetiminde yönetilenler açısından özgürlüğün esamesi dahi okunmaz. Uzun ve kalıcı bir türlü içinden çıkılamayan bir karanlık döneme girilmiş, neredeyse önceki rejimi mumla aratacak uygulamalarla imparatorluk halklara mezar olmasının yanında Jön-Türk siyaseti kalıcılaşmış etkileri günümüze kadar uzanmıştır. Bu gün hala en temel özgürlükler için insanlarımız bedel ödemektedirler.
Meşrutiyet’in ilanı ile bir özgürlük ortamının geleceğine inanan, fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikalarını gördükten sonra yaşadığı dönemi ‘uğursuz dönem’ olarak adlandıran Tevfık Fikret ‘Doksanbeşe Doğru’ şiirinde II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Jön-Türklerin hürriyet yerine yen bir karanlık çağı başlattığını ifade ederek sert eleştirilerde bulunur:
‘Antlar gene bozuldu, başladı bir karanlık çağ, /Gene çiğnendi halkın tek yüce umudu.
Kanun, dedik, sürttük alınları topraklara,/Kanun, dedik, kanun, dedik, tepeledik kanunu.
/Ağlamalar, sızlamalar gene boşa gitti, boşa!
…
Kanun, diyoruz, o uyduruk tanrı nerde hani?/ Düşman, diyoruz, nerde bu, dışarıda mı, biz miyiz?/Özgürlüğümüz var, diyoruz, ünlü, yücelerden yüce,/ Bize düşman olan kanun mu, yoksa özgürlüğümüz mü?.
Biz bir çırpıda bunları sildik süpürdük en önce / Ey halkıma bir şamar gibi inen paslı yasak! / Ey kanuna saygıyı tepen kara zulüm! / Halkı ve kanunu kutsal tanıyan her yürek / Yarın seni yerin dibine soka soka anacak./ Düşsün, zorbalık için, sana eğilen başlar birer birer! / Kopsun, seni bir hak diye, alkışlayan eller!”
(A. Kadir, Bugünün Diliyle Tevfik Fikret, Gözlem Y. 1980, s 144-149)
1908 ve Jön-Türk rejimi ile ilgili sözlerimizi Şair Eşref’in 100 yıl önce jön-Türkler üzerine yazdığı ve Jön-Türk zihniyetinin günümüzde de sürdüğünü özlü bir şekilde anlatan ünlü hicvi ile bitirelim.:
“Vakt-i istibdâdda söz söylemek memnu’ idi, / Ağlatırdı ağzını açsan hükümet mananı; / Devr-i hürriyyetteyiz şimdi, değişti kaaide: / Söyletirler evvelâ, sonra s..erler ananı.”
(Eşref, Hicviyeler, haz. Cevdet Kudret, Bilgi y.1970, s 164)”
Ragıp Zarakolu

Evrensel'i Takip Et