15 Eylül 2008 00:00

NABIZ


Ali Başpınar yaşamını yitirdi, 1 Eylülde. 28 yıl önce bir darbe gören Başpınar, bir başka eylülde aramızdan ayrıldı. Ankara’nın en devrimci mücadelelerinden birinin odağı olan Erkek Teknik’i yaratanlardan biri öldü. 12 Eylülün 28. yıl dönümünde.
12 Eylülü ölümlerle, cezaevleriyle, işkencelerle, mahkemelerle, baskılarla yaşadık. 1980’de doğanlar, şimdi orta yaşa yaklaştı; çoğu 12 Eylülü anımsamıyor bile. Dolayısıyla Ali Başpınar’ı da, yüzlerce devrimciyi; ülkeyi emperyalizme ve faşizme teslim etmemek için yaşamlarını veren devrimcileri de tanımıyorlardır. İsimlerini bilmiyorlardır. Hatta, bu tür konuları duymaktan hoşlanmıyorlardır. Oysa hafıza, ne kadar acı verse de deşilmesi ve tazelenmesi gereken bir şey!
1977’de cezaevine girmişti, Hamdullah (Erbil). 1989’da cezaevinden çıktığında kemik iliği kanseri olmuştu. Doktorları, bu hastalığı işkence ile ilişkilendiriyorlardı. 1993’te yurtdışında yaşamını yitirdi. Ne ilk ne de sondu Hamdullah. 12 Eylülle birlikte birer cehenneme dönüştürülen cezaevlerinde; yani Mamak’ta, Metris’te, Diyarbakır’da, Erzincan’da, onlarca yerde, beş yüzü aşkın devrimci insan yaşamını yitirdi. Ama sorun “sayı” sorunu değil, ölenler “insan”dı. Sayılar vererek sorunu ortaya koymaya çalışmak, bir yabancılaştırma yaratıyor. İnsanları, insanlıkları görmemizi engelleyebiliyor.
Cezaevlerinde 12 Eylülün gelişi, ağustos sonunda anlaşılmıştı. 28 Ağustos 1980’de Mustafa Yalçın dövülerek öldürülmüştü. Sonra geldi darbe. Hemen 7 Kasımda İlhan Erdost’u kaybettik. Gözaltında dövülerek öldürülmüştü Erdost. Gaziantep’te gözaltına alınan işçi Hulusi Dalak da bir ay sonra yaşamını yitirdi. Hasan Alemlioğlu, Mamak’ta gördüğü baskılar sonucu hastaneye kaldırıldı ama yaşamını yitirmesine engel olamadı bu sevk.
1980-1981 dönemi, gözaltında ölümlerin en yoğun olduğu dönemdi: Adil Ali Yılmaz, M. Ali Kılıç, Yusuf Bağ, İrfan Çelik, Ahmet Hilmi Fevzioğlu, Rafet Demir, Ahmet Atlan, Cafer Dağdoğan, Bekir Bağ, Mehmet Sarı, Davut Elibolu, Ömer Aydoğmuş, Ünsal Beydoğan, Abdullah Paksoylu, Satılmış Dokuyucu, Hasan Gazoğlu, Veysel Yıldız, Cumali Ay, Ali Ekber Yürek, Selahattin Kunduz, Süleyman Cihan, Duran Kıraçyer, Metin Sarpbulut…
1981 Aralık ayında tahliye sevincini kutlarken kalp krizi geçiren İsmet Taş, tıbbi müdahalede bulunulmaması sonucu öldü. 1982 Ocakta Bahadır Dumanlı, temmuzda Mustafa Tunç öldü.
ODTÜ öğrencisi Zafer (Müctebaoğlu) Mamak’ta, ancak ölüm aşamasına geldiğinde hastaneye sevk edilmişti. Elazığ’da ölen (1982) Haydar Sönmez için öne sürülen gerekçe, işkence sonrası böbrek yetmezliğiydi.
TÖB-DER yöneticilerinden Abdullah Hoca (Gülbudak) Mamak’taydı. Yaşı, diğer tutsaklara kıyasla daha büyüktü. Kalbi, Mamak koşullarına dayanamadı; Mayıs 1983’te kalp krizinden yaşamını yitirdi. Kasım 1983’te Diyarbakır’da ölen İbrahim Ulağ’ın ölüm gerekçesi de aynıydı.
Baskılar o denli şiddetliydi ki insanlar en basit hakları için bile direnmek durumunda kalıyorlar, buna karşın 12 Eylül yönetimi baskılarını sürdürmekten vazgeçmiyordu. Baskı kadar direniş de şiddetliydi. 1982 Newroz’u işkence ve baskıları protesto eden Mazlum Doğan ve Ahmet Erdoğdu’nun ölümleri ile yaşandı Diyarbakır’da. Diyarbakır’ın efsane ismi Kemal Pir, böyle bir direnişte; Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek ile birlikte Eylül 1982’de kendini feda ediyordu. Diyarbakır Zindanı, Mayıs 1982’de de dört devrimcinin kendilerini yakarak protestosuna şahit oluyordu: Eşref Anyak, Ferhat Kutay, Nemci Öner, Mahmut Zengin.
12 Eylül baskıları, MGK dönemi ile sınırlı değildi. “Sivil seçimler”den sonra da 12 Eylülün baskıları sürdü. 1984 Ocağında Diyarbakır’da Necmettin Büyükkaya dövülerek öldürüldü. Onun ölümünü protesto etmek için yapılan eylemlerde Orhan Keskin, Cemal Arat ölürken, Yılmaz Demir ve Remzi Aytürk intihar etti. Ancak bu kadar ölüm, Diyarbakır Zindanını sarsmaya yetti, açıklama yapmak zorunda kaldılar… Metris’te de direniş açlık grevleri ile kendini gösterdi ama Haziran 1984’te Abdullah Meral, Mehmet Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ ve Hasan Telci’yi yitirdik.
1985 de ölümlerin yaşandığı yıl oldu. Metris’te Adil Can’ı, Mamak’ta İsmail Yıldırım’ı, Bayrampaşa’da Şazuman Kansu’yu yitirdik.
1980 öncesinin en büyük iki yerel yönetim örneklerimizden biri (diğeri Diyarbakır-Mehdi Zana) olan Fatsa’nın devrimci Belediye Başkanı Fikri Sönmez de, 1986’da Amasya Cezaevinde kalbine yenik düştü. Ölümler devam etti 1996’da, 1999’da... Hatta daha sonra... Çok sayıda insan öldü.
12 Eylül geldiğinde, geçici bir süreç olarak algılamıştım. Halbuki geçmedi; kurumsallaştı, yaşamımızın bir parçası oldu. 1978’liler başta olmak üzere, 12 Eylülle hesaplaşma çabalarını çok anlamlı buluyorum. Ama bu hesaplaşma sürecinde ihmal etmememiz gereken, 12 Eylül sürecinde yaşamını yitiren devrimcilere vicdan borcumuz olduğunu unutmamak, onların bizim için yaşamlarını yitirdiklerini akıldan çıkarmamak, hafızamızdaki yerlerini sürekli taze tutmaktır. Hafızayı taze tutmak, bir toplumun görevi ve en devrimci etkinliğidir de…
Güle güle Ali Başpınar, “onlar”a selam ve sevgilerimizi söyle!
Ata Soyer

Evrensel'i Takip Et