28 Kasım 2010 00:00

İşçi hareketinde unutulmaz bir yeri olan Memet Kılınçaslan anısına


Deri işçisi ve sendikacı, Emek Partisi Kurucusu ve Genel Başkan Yardımcısı Memet Kılınçaslan’ı 1 Aralık 2006 tarihinde sonsuzluğa uğurlamıştık. Kılınçaslan’ın işçi sınıfının mücadeleci diğer isimleri ve ülkemizin sosyalist aydınlarıyla güçlerini birleştirerek 25 Kasım 1996 yılında kurdukları Emek Partisi, mücadele günleriyle yoğrulmuş 14 yılı geride bıraktı. Parti, işçi sınıfının ideolojisinden sapmadan işçi hareketinden öğrendikleriyle ve edindiği tecrübeleriyle yolundan şaşmadan yürüyüşünü sürdürüyor.
‘90’lı yılların başında yükselen işçi hareketinin ortaya çıkardığı güç ve ihtiyaçtan yola çıkarak önce işçi basını ve halk gazetesi Evrensel’in çıkartılması çalışmalarına katılan ve daha sonra da sermayenin iktidarına karşı işçi sınıfının iktidarı için partileşmenin zorunluluğunu kavrayarak EMEP’in kurucularından olan Kılınçaslan, genç yaşından itibaren arasına katıldığı işçi sınıfının dik başlı bir neferi oldu ve sınıfa adanmış bir ömür sürdürdü.
Emek Partisinin ulusal özgürlük ve demokrasiyi hedefleyen halk iktidarı mücadelesini, işçi hareketinin gelişimi ve gücünden dayanak alarak gerçekleştireceğinin bilincinde olan Kılınçaslan, işçilik hayatı ve mücadelesinin kendisine öğrettikleriyle, sendikaların emek örgütleri olarak önemini kavramış ve sendikal hareketin devrimci dönüşümü için uğraş vermiştir.
Partinin kuruluşundan bu yana devam ede gelen bu süreç 2006 yılında sendikal çevrelerde açık bir tartışmaya dönüşmüş; son olarak Mayıs 2010’da Kılınçaslan anısına düzenlenen bir etkinlikte sınıfın mücadeleci bütün güçlerine yapılan bir çağrıyla yeni bir evreye girmiştir. Bu günden sonra ülkemizin birçok sanayi bölgesi ve işçi merkezinde, sermaye saldırılarına karşı hak ve örgütlenme mücadelesi içinde olan; yeni bir sendikal platformu ortaya koyarak sendikaları ve hareketini yeni baştan örgütlemek çabası içine giren işçi, temsilci ve sendikacılar bu çağrıya yanıt vermişler, toplantılar, kurultaylar ve konferanslar düzenlemişlerdir. Bu süreç devam etmektedir ve artarak süreceği görülmektedir.
Bu durum son derece anlaşılırdır. Çünkü ülkemizin büyüyen işçi sınıfı ve emekçi güçleri, kapitalist burjuvazinin uluslararası uzantılarından ve saldırı dalgasından yararlanarak kriz fırsatçılığını vurguna dönüştürmesiyle ağır bir sömürü ve örgütsüzlükle karşı karşıyadır. Esnek çalışmanın değişik türlerinin bütün çalışma hayatına egemen kılınmak istendiği bu dönem; işten atmak tehdidiyle işçi direnişinin engellenmeye çalışıldığı, sınıfın örgütlü güçlerinin eskisinden daha kötü koşullarda sözleşmeye zorlandığı, sendikal örgütlemeye tahammül gösterilmediği, en küçük direnişin dahi en vahşi saldırılarla bastırılmaya girişildiği bir tabloyu karşımıza koymaktadır.
Bütün buna rağmen ülkenin doğusundan batısına birçok yerde işçi sınıfının örgütlenme çabası ve hak direnişlerinin örneklerinin sayısı da; böylesi bir dönemde bu günün ihtiyaçlarına yanıt veren bir sendikal örgütlenmenin ve yenilenmenin önemi de artmaktadır. Nitekim bugün işçi sınıfının en ileri kolu durumundaki metal işçilerinin en büyük kesiminin örgütlü olduğu T. Metal sendikasının üyelerinin bütün hoşnutsuzluğuna rağmen imzaladığı toplusözleşme karşısında böyle bir dayatmayı kabul etmeyeceğini ilan eden metal işçileri ve sınıfın diğer kesimleri BMİS’in çağrısıyla Gebze’de mitingde bir araya gelmekte, güçlerini birleştirmektedir. Bu tutum, belki de sonucu değiştirmeyecek olsa da hiç şüphesiz sınıfın birliği ve mücadele çizgisinin gelişmesine, derlenip toparlanmasına hizmet edecektir.
Keza sözleşme süreçleri içinde olan işçi sendikaları ve bu sözleşme sürecini kazanımsız geride bırakmış kamu emekçileri sendikalarının gerçekleşecek olan genel kurullarının, ülkemiz emek mücadelesinin ön cephesinde olan sendikaların mücadeleci bir temelde dönüşümü ve yeniden inşasının platformları olmasının koşulları mevcuttur. Sınıfın her kesiminin yaka silktiği ve mücadele dinamiklerinin önünde barikat olan sendika bürokrasisini besleyen anlayış ve hükümlerin ortadan kaldırılması; temsilciyi ya da sendikacıyı sınıfa yabancılaştıran her türlü ayrıcalığa son verecek adımların atılacağı kürsüler oluşturulması mümkün ve gereklidir.
Emek Partisinin de kuruluş amacı ve devam etmekte olan sınıfın partileşmesi hedefi (Görevi) böylesi bir süreç içersinde karşılığını bulacaktır. O nedenle Kılınçaslan’ın attığı adımların devamını getirmek ve o çizgiden yürümek isteyenlerin, bugün hoşnutsuzluk içinde düzeni sorgulayan ve kendi geleceği ve seçeneğinin arayışı içinde olan işçiyle ve emekçiyle buluşmak, onun hareketine bağlanmak, oradan öğrenerek güçlenmek ve ilerlemekten başka izleyeceği bir yol yoktur. Bu durum bugün partisiyle buluşmuş işçi için de, sınıf kazansın ve örgütlensin, kendi iktidarının yolunu açsın diyen partisiz ya da burjuva partilerine destek vermiş sınıfın her unsuru için de böyledir.
O nedenle partimiz, sınıf hareketi içinde değişim ve dönüşümle öğrenecek, örgütlenmesini geliştirerek kendi “Sınıfını bilip safa gelecek” olan işçi sınıfı ve özellikle onun genç unsurlarının içinde oluşturmak üzere fabrika ve işyerleri çalışmasına (Örgütlenmesine) yönelmelidir. Sınıf partisini emek iktidarının kuruluş mücadelesinde bütün başkaca siyasi güçlerden ayıran ve farklı kılacak olan bu tutumudur. Halen sermaye politikalarının etkisi altında olan, her gün yeniden din, dil, cins farklılıklarıyla karşı karşıya getirilen ve uyuşturulan milyonlarca emekçinin örgütlenmesi ve partileşmesi ancak, buraları birim ve çalışma alanı haline getirerek; Kılınçaslan’ın yaptığı gibi sınıfın duygusunu ve arayışını anlayarak, yüreğinde hissedip hazmederek başarılacak bir iştir.
Bugün 2010’un sonuna yaklaşırken ve ülkede yeni bir seçim hazırlıkları konuşuluyorken, politikalarıyla karşı karşıya gelen emek ve sermaye güçleri (Devrim ve karşı devrim güçleri de diyebileceğimiz) arasındaki mücadele dinamikleri büyümektedir.
Mecliste tartışmaları süren 2011 bütçesi emekçilerin ödediği vergilerle gelir artırmayı hesaplayan, yatırıma değil ancak yandaş belediyelere aktarılacak ödenekleri büyüten, başta üniversiteler olmak üzere devlet organlarında AKP kadrolaşması için ödenek ayıran, bir seçim rüşveti olarak son yılların en büyük borç affını getiren ve yine oy getirme hesaplarıyla yardım fonlarına kesenin ağzını açan; yoksulluğu kaldırma değil ancak sürdürmek üzere emekçi yığınları iktidara avuç açmaya zorlayan bir politikanın eseridir ve bu haliyle işsizlik ve yıkımın habercisidir.
Komşularıyla sıfır problem ve “vizyon” lakırdılarıyla başarılı dış politika hikayeleri yazan hükümet bir ABD ve NATO projesi olarak önüne konan füze kalkanı için ön anlaşmayı benimsemiştir. Sadece bu durum dahi üsleriyle, nükleer silahlarıyla, imtiyaz anlaşmalarıyla bağımlılığımızı gözümüze sokan bu emperyalist zincirleri söküp atmak, ulusal özgürlüğümüzü yeniden kazanmak işçi sınıfımızın önüne koyacağı en temel görevlerin başında gelmektedir.
Yine yıllardır ülkemiz emekçilerinin karşı karşıya getirilmesinin, sınıf hareketinin bölünüp parçalanmasının bir malzemesi yapılan Kürt sorununda; Kürt ulusunun eşit haklara dayalı ortak yaşam talebine yanıt verecek bir çözümün bu hükümetçe üretilmeyeceği, ateşkes sürecini bu doğrultuda ciddi adımlar atarak değerlendirmek yerine Kürt yurttaşlar içindeki ulusal mücadele dinamiklerini ve demokrasi güçlerini zayıflatan bir seçim politikası ve oy hesabı içinde olunacağı anlaşılmaktadır. Bu konuda işçi sınıfımızın ezilen sınıf kardeşinin ulusal nitelikli ana dil ve özgürlük taleplerinde bir dayanışma ve sahiplenme içinde olmadıkça, mücadelesinin hep yarım ve kırılgan olacağının bilinciyle hareket ederek sorumluluk göstermesi, tarihsel mücadele deneyimlerinin bir sonucudur.
Bu çerçevede bir sermaye iktidarı olarak AKP hükümeti, emekçi yığınlardaki değişim isteğini kendi devlet yapısını oluşturmanın bir dayanağı haline getirmiş; emekçilerin ihtiyaç duyduğu gerçek demokrasi ve özgürlükleri ters yüz ederek anayasa değişikliği referandumunda istediği desteği almayı başarmıştır. Yenilik ve değişim, geçmişle hesaplaşma adı altında gerici iktidar çatışması içinde olduğu güçlerle olan egemenlik kavgasını halkımıza demokrasi diye göstermeye çalışmıştır. Oysaki işçi sınıfımız kendi ihtiyaç duyduğu demokrasi ve özgürlüklerin, emeğin iktidarının önündeki engel olarak devlet yapılanmasında bir değişimi zorunlu kıldığını bilmektedir. Bu nedenle emekçilerin sendikal ve siyasal özgürlüklerini güvenceye alan, ülkemizin emekçilerinin çok ulusluluğunu düzenleyen, laikliği gerçek bir temele kavuşturup devlet ve din ilişkilerini tamamen ayrıştıran; işçinin, gençliğin, kadınların tüm sosyal haklarını dokunulmaz biçimde düzenleyen, ülkenin kaynaklarının yağmasını, tahribini önleyen, bağımsızlığın, özgürlüğün ve barışın anayasasını iktidar mücadelesinin bir dayanağı yapacak bir kurucu meclis oluşturulması yine ülkemiz işçi sınıfı ve onun etrafında birleşmiş emekçi güçler ve örgütlerince başarılacak önemli bir görevdir.
Türban tartışmalarıyla yeniden kışkırtılmaktadır. Laiklikle bağdaşmayacak şekilde din adamlarını devlet adına beslemekle kalmayıp kanaat önderi sıfatlarıyla toplumsal işlevler yüklenmek istenmesi, son olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde “irticanın” tehdit olmaktan çıkarılması, “Dinin devleti teslim alması” anlamında devlet yönetiminde tam bir uyumun sağlanmasını amaçlamaktadır. Bütün bunların sonuçları en ağır biçimde sınıfın emek ve demokrasi mücadelesinde karşısına çıkartılacaktır. Her zaman sömürü ve şiddet ilişkilerini gizlemenin ve istismarın bir malzemesi olarak değerlendirilmiş olan din, inanç ve ibadet işlerinde emekçinin dünyasına müdahale edilmesine izin verilmemesi; bu konuların sınıfın birliğini sabote edecek bir şekle dönüşmemesi, sınıf bilinçli işçinin özellikle bugün gözeteceği önemli bir konudur.
Görülmektedir ki günümüz koşulları ve politikadaki gelişmeler sadece sınıfı değil bütün halk güçlerini birleştirecek bir çalışmanın ortamını, verilerini sunmaktadır. Alevi yurttaşların inançlara dönük ayırımcılığın, eşitsizliğin son bulması talepleri, yurdun dört bir yanında bir “çevre” sorunu ve talebi olmaktan çoktan çıkmış ve bütün yerel emekçileri ayaklandıran hatta ülke düzeyinde birleştirip ortaklaştıran toprakların, derelerin ve tarihi kaynakların yağmalanmasına karşı direniş, kentlerin emekçilerden arındırılmasıyla rant ve haksız servet kapısına dönüşmüş kentsel dönüşüm uygulamalarının mağdur ettiği kent emekçileri, üniversitelerinde ve öğretim kurumlarında bilimsel, demokratik, parasız eğitim isteyen gençliği ve akademik kadrolarıyla bütün bir aydın potansiyeli, sağlıkta, ulaşımda, konut ve bütün sosyal haklarda ezilmişliğine, sömürü ve eşitsizliğe isyan eden emekçi kadınlar, bu büyük birleşik halk hareketinin ve emekçi direnişinin hemen göze batan unsurlarıdır.
İşte işçi sınıfına adanmış bir ömür diyerek bugün bir kez daha saygıyla, sevgiyle andığımız İşçi Önderi Memet Kılınçaslan’ın mücadele arkadaşlarının ve onun kurucusu olduğu işçi partisinin; sınıfın partileşmesi karşısındaki görevlerini bir kez daha hatırladığımız günümüzde partimiz ve gençliğini; sınıfın aydınlanmış bütün mücadeleci güçlerinin önünde böylesine onurla, fedakarlıkla örgütlenecek bir dönem beklemektedir. Bu dönemin iyi değerlendirilmesi, sosyal demokrasinin yaratacağı boş beklentilerinin etkisinin kırılması, seçimin parlamenter mevzi hesaplarından çok sınıfın politik girişkenliği ve örgütlenmesinin aracına dönüştürülecek şekilde ele alınması; partimiz militanlarının ve sınıfın mücadeleci güçlerinin bütün dikkat ve enerjilerini bu doğrultuda fabrika ve işyerlerindeki örgütlenme ve günlük mücadeleye yöneltmeleri, bu mücadelede en önemli ve vazgeçilmez silahlarının günlük işçi basını ve onun birleştirici özelliği olduğunu bilerek hareket etmeleri belirleyici olacaktır.
Memet Kılıçaslan böyle bir anlayışla yaşamını sürdürdü ve gerisinden gelenlere bunların derslerini bıraktı. İşçi sınıfı, davasının savaşçılarını ve önderlerini unutmayacak, gelecek kuşaklarında yaşatacaktır.
Levent Tüzel

Evrensel'i Takip Et