24 Ağustos 2006 21:00

Neye aşık olduğunu bileceksin

Almanya'yı kendilerine ikinci yurt edinmiş işçilerimizin geçmişlerinde umulmadık sırlar saklı. Deştikçe insanı hayrete düşüren olaylarla karşılaşmak mümkün. Böylesi ilginç geçmişi olanlardan biri de Bilal Bozdağ. Onunla bir ikindi vakti şair ve işçi olan Ahmet Dumrul'un evinde karşı karşıya oturduk, saatlerce geçmiş günlerini ve yaşadıklarını anlattı. Bilal Bozdağ, kendi bestelediği türküleri okur, halk sanatçısı, ozan olur. Gazino işletir, paraya para demez ve nihayetinde yeniden fabrika yaşamına, işçiliğe döner. Kısaca böyle özetleyebiliriz yaşamını, ama onun yaşamı kısaca özetlenecek yaşamlardan değildir.

Halk ozanı Bilal Bozdağ Pazarcık/Haydarlı doğumlu Bilal Bozdağ yedi yaşında iken, ailesi Malatya'ya göç eder. Kürt-Alevi dede çocuğudur. Bunun için küçük yaşlardan itibaren sazla içli dışlı olur. Malatyalı Fahri Kayahan'ı dinlerken adeta mest olur, Gaziantepli Hasan Hüseyin Kızıldeli'nin sanatçı olmasındaki katkısını ise yaşadığı müddetçe unutamayacağını söyler. Böylece dost ortamlarında, düğünlerde türküler söylemeye başlar. 1950'li yıllarda değerli bestekar Abdullah Bayşu'nun yardımıyla Ankara Radyosu'nda halk türkülerini okur. Bu arada yavaş yavaş konserlere çıkmayı da ihmal etmez. Türkü dalında adı kısa sürede duyulur. 1954'te Istanbul Radyosu'na bölge sanatçısı olarak girer. Bozdağ, "Görmezden gelinen, horlanan ve baskı altında olan Alevi inancının izlerini sürdürmek üzere deyişlerimizi o yıllarda Kürtçe plağa okudum." derken, o dönem Kürtçe'nin bugünlerdeki gibi pek ilgi görmemiş olmaması karşısında iç çeker. Ardından 'Yezit Bana Taş Atma", "Okyanusun Sefilleri", "Varsın Desinler", "Divane Gönlüm", "Intizar Edeyim Nazlı Yar Sana", "Nereye Gidem Gönül Senin Elinden" ve onlarca türküyü içeren plakları Kolombia, Edifon, Gramofon, Sahibinin Sesi, Şahplak, Topkapı şirketlerinden peş peşe çıkar.

Altın Plak da aldı hapis cezası da Iki kez Altın Plak ödülü alır. Okyanusun Sefilleri'ni okuduğunda sevgili Ruhi Su'nun, Nereye Gidem Gönül Senin Elinden'le ise Nida Tüfekçi'nin elinden... Hani derler aşıklar çocuk yüreklidir diye. Bilal Bozdağ da sohbetimiz boyunca birkaç kez göz yaşlarını tutamadı. Yüreği tıpkı çocuk yüreği misali tertemiz, gözleri ise sanki uzaklarda bir şey aramaktaydı. "Halkın ve hakkın yanında olmaya çalıştım lakin 1963'de 'Dede Doğru Söyle Tarlan Kaç Kırat'ı okuduğum için kimi dedelerce aforoz edildim. Türkü, ekin biçme zamanı köylüye tarlam 18 kıratlık diyen bir dedenin yalanı ile ilgiliydi. Bazı dedelerden ise olumlu tepkileri aldım." diye hatırlar. Her fırsatta ne kadar demokrat olduklarını yineleyen, ülkenin demokrasisinden dem vuranlar, "Varsın Desinler Kızılbaş" türküsünden dolayı hakkında soruşturma açarlar. Aşık, o yıllar Elazığ'da askerlik yapmaktadır. Bir akşam askeri gazinoda program yaparken sahneden alınarak askeri cezaevine konur. Elazığ ve Tunceli halkının konvoyun önünü keserek onu sahiplenmesini 'apayrı güzellik' olarak değerlendirir. "Öğrendim ki halkın yanında olursanız ve yaptığınız işi severek ve karşılıksız yaparsanız halk sizi baş tacı ediyor. Hiçbir zaman kaynağımdan kopmadım. Halkımın içinde onlar gibi yaşayan biri olarak beni nereye çağırdılarsa gittim, ikiletmedim, hemen koştum. Zaten radyodan üç beş kuruş maaş alıyordum. O da bana yetiyordu. Ayrıca para istemek de ne oluyordu. Evet ne diyordum; beni bir hafta sonra Ağrı Patnos'a sürgün ettiler. Terhis olduktan sonra bu defa sivil mahkeme hakkımda dava açtı. Yedi sene gün biçtiler. Dört ay yattım ve beni beş kuruş almadan savunan avukatım Seyfi Haktanır sayesinde beraat ettim."

Sevgi, kardeşlik, dayanışma Ne yazık ki giderek yok olmakta olan aşıklık geleneğinin sürdürücüleri, içinde bulundukları dönemin bütün yanlarını; güzellik ve çirkinliklerini, acı ve sevinçlerini, sevdalarını eserlerine açıktan yansıtmaktan geri durmazlar. Aşık edebiyatı denilen bu dal, halk edebiyatımızın önemli bir saç ayağını oluşturur. Insanlık var oldukça gerçek aşıkların; Yunus Emre'nin, Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun, Karacaoğlan'ın, Veysel'in, Mahsuni'nin unutulması mümkün değildir. Zira her biri yasalardan güçlü olan türküler, insanlar arasında kardeşlik, sevgi ve yardımlaşma duygularının dile getirilişidir. Bu duygular ise ölümsüz duygulardır. Işte karşımızda bu geleneğin sürdürücülerinden biri var. Müzik setinde Bilal Bozdağ'ın tadından bir şey kaybetmeyen o yanık türkülerini dinleyip sohbete devam ediyoruz. Ara sıra sazsız hafif mırıldanışlara kulak kabartıyoruz. Her bir parçanın yaşanmış konularını anlatıyor; "1957'lerde Ehlibeyt Geceleri'ne çıktım, Mahsuni, Ali Ekber Çiçek, Mahmut Erdal ve daha niceleriyle defalarca konserler verdim. 250 tane plak çıkardım, bunların tamamı benim eserim. Yine de sanatçı olarak bir bebek dahi benden büyüktür. Ama şimdilerde duyuyorum ki benim parçalarımı sormadan etmeden başkaları okumuş. Bu beni derinden yaralıyor. Emeğe saygı böyle olmamalı. Sevgili Mahsuni Şerif'in başına gelen bir olaydan sonra 'Mahsuni'ye Sesleniş'i karşılıksız okudum. Insanların menfaatçi yaklaşımları, para hırsı ve bazı davranışlarına yoğun tepkim vardı."

Almanya macerası başlıyor Söz dönüp dolaşıp Almanya'ya geliyor. 1972'de bir konser için; Adile Naşit, Bilal Inci, Baki Tamer ve Aşık Daimi'yle birlikte Münih'e gelmekle başlamış Almanya macerası. "Oradan da Berlin'e geçtim üçer ay uzatmayla iki yıl kadar değişik gazinolarda sahneye çıktım. Anlatılmaz derecede güzel günlerdi o günler. Ramazan'da dahi 700-800 kişi konserlerimize geliyordu. 1973'de tekrar Türkiye'ye döndüm. Daha önceleri kurduğum Ümit Plak şirketi istediğim gibi olmayınca yeni arayışlara yöneldim. Taklitlerden özellikle kaçındım, üretken olmaya çalıştım. Kendime göre bir yol, halkın yanında hak yolu tuttum. Mevlana'nın ünlü 'göründüğün gibi ol' deyişinden feyiz alarak yalansız-riyasız olmaya çalıştım. Bazı arkadaşlarımın okuduklarıyla yaptıkları bir olmuyordu. Ve ne yazık ki onlar hep yüceltildi. Aşığın yüreği çok hassastır hemen yaralanır. Işte ben de yaralandım ve 1986'ya kadar diyebilirim ki deli divane olup Adana, Maraş, Malatya güzergahında dolaştım durdum. 1986'da sevdiklerinin baskısıyla yeniden Berlin'e gelmiş. "Konserlerimize ilgi beklenenden fazlaydı. O zamanlar Sibel Can, bizlerin yanı sıra dansöz olarak sahneye çıkıyordu. 88'de Esslingen'de Ilyas Salman'la konser verdim. Ve bir daha Berlin'e dönmedim. Birkaç konsere daha çıktım ama daha önce belirttiğim gibi insanlarda para hırsı devam ediyordu.

Ve işçilik yaşamı Kararımı verdim, işçi olacaktım. Stuttgart yakınında Wernau'da kurulu olan Bosch firmasında işe başladım. Bir şeyi daha iyi öğrendim sanatçı iken ben de birçok sanatçı gibi 'emekçi emekçi' diyordum. Ama fabrika hayatım bu güzel insanları ve yaşamlarını daha iyi tanımama neden oldu." diye devam ediyor. Dünün halk ozanı Bilal Bozdağ, onca badireden sonra tam on sekiz yıldır fabrikada işçi olarak alınteri döküp, her gün kart basarak emekliliğine gün saymakta. "Işçinin dünyası, öğrenmesini bilen için bir deryadır, hiçbir zaman hayıflanmadım, işçi olmakla gurur duyuyorum." diyor Aşık Bozdağ. Üç oğlundan birini trafik kazasında kaybetmiş, iki oğlu ve iki kızı Adana'da yaşıyorlar. "Çocuklarım her bakımdan benden çok ilerideler. Onun için bir baba olarak onların önünde sevgiyle eğiliyorum." diyor onlardan söz ederken. Bugünün işçisi Bilal Bozdağ, sevdiği için mecnun olup Sahralara düşmüş, deli gönlün elinde gidecek yer bulamamış, sevdiğine intizar etmiş, Mahsuni'ye seslenmiş lakin sanatının en gelişkin dönemlerinde gönlü kırılmış. Kötülüklerden nefret ederken 'kötülerin türküsü olmaz' diyor. "Baktım olmuyor kendi eserlerim arada unutulup gidecek bir işçinin ne kadar parası olur ki demeden dostların desteğiyle bir klip hazırladım ve 250 eserimi toplamaya çalışıyorum. Emeğe ve üretkenliğe olan saygım bunu zorunlu kılıyor. Elbette her şey de olduğu gibi türkülerde de yeniliklere açık olmalıyız. Lakin bozuşturmadan ve özünü sadık kalmayı elden bırakmadan diyor; Ozan, aşık, halk sanatçısı ve de işçi Bilal Bozdağ...

Unutulmak en kötüsü "Ilk defa Alevi deyişlerini Kürtçe olarak plağa okuyan, Pülümür, Malatya, Elazığ, Ankara, Adana, Istanbul'da defalarca konserler veren birinin unutulması mümkün mü?" diye düşünüyoruz. Ama burası Türkiye, herşey mümkün... "Erzincan-Elazığ arasında trafik kazasında öldüğüm yalanı müthiş ağırıma gitti. Duydum ki sevgili Yaşar Kemal dahi beni öldü biliyormuş. Böyle olmamalı. Böyle olmamalı... Ama ben yine de hiç kimseye kırgın değilim, okuduğum türkülerin dilden dile dolaşacağına inanıyorum. Güzel saz çalmak, güzel sese sahip olmak aşık olmaya yetmez. Aşık olmak, neye, kime aşık olduğunu bilmekle başlar. Yoksa su bulanık akar..." Bilal Bozdağ'la söyleşimizi evine giderek sürdürüyoruz. Bir yanımız Türkiye, bir yanımız Almanya... Söz sözü açıyor. Dinliyoruz, öğreniyoruz, birlikte türküler söylüyoruz. Gönül kırgını halk ozanımızın yanından yapmak istediklerini en kısa zamanda bir bir gerçekleştirmesi umuduyla ama aklımız anlattıklarında, yanık sesinde kalarak ayrılıyoruz.

Evrensel'i Takip Et