28 Aralık 2014 03:39

Çalışma yaşamında güvencesizliği yerleştiren yasalardır

Öncelikle belirtmek gerekir ki, çalışma yaşamında, yaşanan gelişmeleri yaşadığımız bir yıla özgüleyerek açıklamak yanıltıcıdır. Yanıltıcıdır, çünkü 2014 yılında yaşananlar 1980’li yılların başında yapılan tercihlerin sonucudur.

Paylaş

Av. Murat ÖZVERİ

Öncelikle belirtmek gerekir ki, çalışma yaşamında, yaşanan gelişmeleri yaşadığımız bir yıla özgüleyerek açıklamak yanıltıcıdır. Yanıltıcıdır, çünkü 2014 yılında yaşananlar 1980’li yılların başında yapılan tercihlerin sonucudur. 2014 yılında özellikle Soma’da yaşanan toplu iş cinayetleri otuz beş yıldır uygulanan güvencesizliğin acı bir şekilde görünür olmasını sağlamıştır. Bu nedenle 2014 yılını değerlendirirken ortaya çıkan sonuçları gelişim süreci içerisinde özetlemek yararlı olacaktır.
Türkiye’nin 1980 yılından sonra tercih ettiği ihracata dayalı ekonomik model, küresel piyasalarda ucuz işçilik üzerinden rekabet üstünlüğü sağlama hedefine odaklanmıştır.

Ucuz işçilik için, iş gücü üzerindeki işveren denetimini en az maliyetle en üst aşamaya çıkartmanın yolu işveren otoritesini sınırlandıran etkileri en aza indirmek olarak görülmüştür.

Sermaye oldukça bilinçli bir şekilde, yeni modelin rahat uygulanabilmesi için işçilerin sendikal örgütlülüklerinden aldıkları gücü sınırlandırmanın elzem olduğu bilinciyle hareket etmiştir.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Mayıs 1980’de yapılan TİSK XIII. Olağan Genel Kurulu’nun Çalışma Raporu’nda sendikaların ve grev hakkının etkisizleştirilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını istemiştir.

24 Ocak 1980 Kararları’nı, Haziran 1980’de Toplu İş Sözleşmesi Koordinasyon Kurulu’nun oluşturulmasının izlemesi tesadüf değildir. Kurul özetle, toplu iş sözleşmelerinde işveren otoritesini sınırlandıran maddelerin toplu iş sözleşmesinden ayıklanmasını hedeflemiştir.

Toplu İş Sözleşmesi Koordinasyon Kurulu’nun bu hedefi, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası çıkarılan 2364 sayılı yasayla kurulan Yüksek Hakem Kurulu (YHK) aracılığıyla gerçekleştirilmiş, toplu iş sözleşmesinde yer alan ve işverenleri zora sokan maddeler, kamu düzeni gerekçesiyle toplu iş sözleşmesinden çıkarılmıştır.

Sendikal alanın etkisizleştirilmesi uğraşları darbe koşullarında hazırlanan 2821 sayılı Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasaları ile hukuki zemine taşınmıştır. Halen sürmekte olan bu yasaklı sistem, işverenlerin istediği gibi etkisiz, güçsüzleşmiş, aşırı merkezileşmiş, işçiye yabancılaşmış bir sendikal yapının oluşmasını da beraberinde getirmiştir.
Sendikal alanda yapılan güvencesizleştirme çabaları, sadece kolektif iş hukukuyla sınırlı kalmamış, sendikaların etkisinin sınırlandırılmasıyla birlikte bireysel iş yasasındaki işçiyi koruyan düzenlemelerin etkisizleştirme süreci başlatılmıştır.

İşçiyi koruyan her düzenleme katı olarak nitelendirilmiş, alternatif olarak işçilerin önüne “esnek iş hukuku” konulmuştur.  

Tüm bu düzenlemeler sonucu ortaya şu tablo çıkmıştır:

Sendikalar hem üye sayısı hem etkileri açısından güçsüzleşmiş, istisnaları olmakla birlikte işveren veya devletten icazet almamış hiçbir sendika işyerlerinde örgütlenemez hale gelmiştir.
Sendikaların etkili bir şekilde grev yapmaları grev ertelemesi adı altında yasaklanmıştır.

Bu yasakların acı sonuçları Soma’da temsilcisinden haberi olmayan sendika olarak karşımıza çıkmıştır.

Çalışma yaşamında iş gücü parçalanmıştır. Tam süreli ve güvenceli çalışmanın yerini, taşeron çalışması almıştır. İşçiler kendi aralarında “beyaz yakalı”, “mavi yakalı”, “taşeron işçisi”, “yevmiyeci”, “kısmi çalışan”, “ödünç işçi”, “çağrı üzerine çalışan” vb şeklinde parçalanmış, her bir çalışan rekabete açık iş gücü adı altında birbirinin rakibi haline getirilmiştir.

İşçi ücretlerinin sadece maliyet boyutuyla ele alınması iş cinayeti olarak geri dönmüştür. Temel ilkeler konusunda yasal planda sorun yokmuş gibi gözükmektedir. Ne var ki işçi sağlığı-iş güvenliği konusunda temel olan 6331 sayılı yasa, işçi sağlığı-iş güvenliği konusunda kendi yapmış olduğu düzenlemeleri yaşama geçirecek işyeri içi denetim mekanizmalarını gerektiği ölçüde güvenceye kavuşturmadığı için kağıt üzerinde kalmaktadır: Yasa içsel denetim konusunda işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları veya bunların verdiği hizmeti verecek Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimlerini (OSGB) görevlendirmiştir. Ne var ki;

a- İşçi sağlığı-iş güvenliği önlemlerinin belirlenmesinde ve uygulanmasında kilit rol verilen işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının işverenin otoritesini sınırlandıracak güvencesi yasal sistemimiz içerisinde yoktur.

b- 6331 sayılı yasaya göre işveren işçi sağlığı-iş güvenliği hizmetlerini ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden (OSGB) satın alabilecektir.

İşverene yasanın vermiş olduğu bu olanak özünde işçi sağlığı-iş güvenliği sisteminin taşeronlaştırılmasından başka bir şey değildir. İşçi sağlığı-iş güvenliğine ilişkin iç denetimin piyasalaştırılması, denetimsizliği beraberinde getirmiştir.

İşçi sağlığı iş güvenliği alanında güçsüzleşen, etkisizleşen sendikalar denetim boşluğunu ortadan kaldıramamıştır.

Güvencesizlik, güvencesizlikle uyumlu bir sosyal güvenlik sistemiyle tamamlanmıştır. Sosyal güvenlik sistemi piyasaya açılmıştır. İşçilerin emekli olmaları zorlaştırılırken özel emeklilik şirketlerine prim teşvikiyle işçiler yönlendirilmiştir. İşçilerin sosyal güvenlik hakkı kapsamında sağlık haklarına ulaşmaları ise zorlaştırılmış, çalışanlar, sağlık hakkının korunmasının maliyetine ortak edilmiştir. Sosyal güvenlik alanında özetle “alabildiğince çok prim al, verebileceğin en az ve ucuz hizmeti ver” anlayışı sosyal güvenlik ilkesine dönüştürülmüştür.

Sonuç olarak 2014 yılı, çalışma yaşamında güvencesizliğin kurumsallaştığını ortaya koyan acı olaylarla geçmiştir. Güvencesizlik, artık bir sistemdir. Bunun göstergesi de ideolojisi, amacı, bu amaca uygun kurumsal yapısı ve bu yapıyı amaca götürecek hukuk kurallarıyla tanımlanabilirliğidir.
Güvencesizlik, tesadüfi bir gelişmenin sonucu değildir. Güvencesizlik sınıfsal tercihlerin ürünüdür. Güvencesizliğe karşı üretilecek çözüm de dün olduğu gibi bugün de sınıfsal bir tavır geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Yasalar bu çözümün üretilmesinde işçilerin-çalışanların yanında değil karşısında yer alacaktır. Bu nedenle çözümü yasalardan beklemek boşuna bir çabadır. İşçiler-çalışanlar güvencelerini tüm güvencesizlerle birlikte, hukuklarını yeniden yaratacak örgütlü, meşru mücadelenin yeni biçimlerini yaratarak yeniden kazanmak zorunda kalacaklardır.
* Çalışma Ekonomisi Doktoru

ÖNCEKİ HABER

Safları sıklaştıralım

SONRAKİ HABER

İğneyi patrona, çuvaldızı sendikaya...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...