28 Aralık 2014 02:52

Hükümetin ‘kontrol’ saldırısı

Tabiiyeti altındaki kitleyi kontrol etmeyi hedeflemeyen bir iktidar biçimi yoktur. En ufak aile biriminden en geniş devlet örgütlenmesine, “kontrol” kaçınılmaz olarak iktidar gücünün gündemindedir. Bu kontrolün farklı yoğunluk dereceleri olabileceği gibi illa negatif bir baskı aygıtından söz ettiğimiz düşünülmesin. İktidardaki gücün hangi sınıfın iktidarı olduğu, gerçek demokrasinin hangi ölçülerde yaşatıldığı belirleyicidir.

Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

Tabiiyeti altındaki kitleyi kontrol etmeyi hedeflemeyen bir iktidar biçimi yoktur. En ufak aile biriminden en geniş devlet örgütlenmesine, “kontrol” kaçınılmaz olarak iktidar gücünün gündemindedir. Bu kontrolün farklı yoğunluk dereceleri olabileceği gibi illa negatif bir baskı aygıtından söz ettiğimiz düşünülmesin. İktidardaki gücün hangi sınıfın iktidarı olduğu, gerçek demokrasinin hangi ölçülerde yaşatıldığı belirleyicidir.

Kontrol etme hedefi AKP iktidarının da en hırslı olduğu alanlardan ve bu ihtirasın herhangi bir olumlu (patron ya da IŞİD emiri değilseniz) yanı yok. Referandum sonrası bu alanda gemi iyice azıya alan AKP, liberal apolojistlerinin çoğunu kaybedecek kadar ileri gitti ve bugüne gelindi.

Gelinen aşamada, AKP’nin kontrol manyaklığını en iyi Erdoğan’ın yatak odası(olay yerini yatak odasıyla sınırlamama umarım gücenmemiştir) tavsiyelerinde görüyoruz. Ancak Passolig/E-bilet sistemi de bu konuda hiç fena bir örnek değil.

PASSOLİG VE ÇARŞI DAVASI

AKP 2013’te ‘Gezi’ adıyla yediği tokattan ders çıkardı. Bu ders, “geri adım atmak” değildi. İlk günlerdeki şaşkınlığının ardından toplumu, tehlikeli seviyede kutuplaştırmak pahasına kendi gücünü, ideolojisini daha net şekilde ortaya koyarak sağlamlaştırmayı hedefledi. Bunda da başarılı oldu. Sonraki aşamada sıra, “hain” ilan edilenlerin elimine edilmesine geldi. 2014’te futbola damgasını vuran Passolig ve Çarşı’ya darbe davası bu ajandanın bir ürünü olarak yürütüldü.
Memleketin en büyük statlarından iktidara protesto sesleri yükselirken karşı operasyonun startı verildi. Temelleri daha önce atılmış olan Passolig/E-Bilet uygulaması zaten “fişleme” özelliğiyle tribünleri kontrol altına almak isteyen bir irade için biçilmiş kaftandı. Buna bir de tribünlerin uygulamaya boyun eğmemek için başlattığı haklı boykot eklendi.

Yüz yıllık “Maarifi sorunsuz yönetme” geyiği, hükümetin taraftarı ortadan kaldırarak “asayiş”i sağlamasıyla gerçek oldu. Elbette, sadece stadyum sınırları dahilinde ama bu da az buz bir şey değil. Neticesinde 50 bin kişilik statların ötesinde canlı yayınla ve sosyal medya çarpanıyla anında milyonlara ulaşılan bir mecra. Kadıköy’de her 34. dakikada yükselen “Ali İsmail Korkmaz” seslerinin Uzun ve şürekasının uykularını kaçırdığına şüphe yok(Bundan Passolig boykotunun taktik olarak yanlış olduğu izlenimi çıkmasın).

Hükümet, Passolig’le kulüpler üzerindeki kontrol gücünü de artırırken taraftarın tepkisini de tepeden yaptığı hamlelerle hafifletmeye çalıştı. İnönü Stadı’nın yeniden inşası ve Şike Davası, gibi iki kırılgan konu Fikret Orman ve Aziz Yıldırım’ı bu konuda kendi safına çekme yönünde önemli kozlardı.

KARŞI HEGEMONYA ATAĞI

‘1453’ ön ekiyle yaratılmaya girişilen çakma taraftar grupları, kendisine yakın iş adamları ve belediyelerle elinde bulundurduğu takımlar ve son olarak ‘Yeni Osmanlıcı’ popülizmin dibine vurulan ‘Osmanlıspor’ gibi örnekler hükümetin futbol alanındaki karşı hegemonya kurma çabalarının yansımasıydı.

Gezi’de kendisine karşı mobilize olan gücün tribünlerle ilişkisini gören hükümet, pek çok farklı araçla başlattığı bu saldırıyı Çarşı’ya darbe davası ile taçlandırdı. Elbette hükümetin Gezi direnişine yönelik tutturduğu genel retoriğe çok uygun olsa da aklı başında insanların gülerek karşıladığı “darbe” iddiaları da tamamen siyasi içerikli ve maksatlı. Ortada hukuki hiçbir geçerliliğin olmadığı açık ancak zaten AKP Türkiye’sinde yaşıyoruz. Fazla hukuk fantezisi yapmaya gerek yok.

OTOKRATLARIN TRİBÜN KORKUSU

Gezi direnişi sonrası Erdoğan’ın “siyasi tezahürata yasak”la başlayan karşı saldırısı, bugün Passolig ve Çarşı’ya darbe davası gibi 2 sembol müdahaleyle somutlaşmış bulunuyor. Tüm bu “kontrol” çabasında en dikkat çekici olan şeyse, jeopolitiğin güzelliğinde saklanıyor. AKP’nin tamamen çuvallayan dış politikası icabı dayanmaya çalıştığı İhvan’ın Mısır’da başına gelenler malum. AKP henüz, Ortadoğu’ya dair tamamı fos çıkan büyük sözlerinden geri dönebilecek aşamada değil. Bu sebepten darbeci cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi’ye yüksek volümden atıp tutmayı sürdürüyor. Ancak bu her ikisinin de birbirine çok benzer iktidar etme biçimleri olduğu gerçeğini gizleyemiyor. 2 otokratın ortak tribün korkusu, bu benzerliğin en çarpıcı şekilde ortaya serildiği alanlardan biri.

Mısır’da Sisi rejimi, Mursi’den kalma futbol taraftarlarına tribün yasağını uzun süre devam ettirirken, ülkenin 2. büyük kulübü Zamalek’in, iktidara muhalif Ultra’larına da kapatma davası açıldı. Türkiye’de ise Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin 3 büyük kulübünden birinin, dünya çapında ünü bulunan taraftar grubuna “darbe” davası açtırdı ve tribünlerin genel olarak “ehlileştirilmesi” için projeler yürütüyor. 40 bin satır yazı yazsak, ikilinin benzerliğini daha güzel teşhir edemezdik.

ÖNCEKİ HABER

O kadar sansür her demokraside olur!

SONRAKİ HABER

Medyanın düşüş yılı:2014

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...