28 Aralık 2014 02:51

O kadar sansür her demokraside olur!

Memleket aydınının sansürle imtihanının tarihi çok eski. Son dönemde o kadar çok ‘sansür’ hadisesi yaşandı ki, sağ olsunlar bazı gazeteci dostlarımız oturup memleketin sansür tarihinin seceresini çıkardılar. Bu toparlamalar internette duruyor. Burada yeniden sıralayıp iç karartmanın anlamı yok! Merak eden bakabilir. Ya da muhtemelen çok fazla beklemeden gerçekleşecek yeni bir sansür uygulaması sırasında bu listelerin ortaya çıkmasını bekleyebilir.

Paylaş

Şenay AYDEMİR

Memleket aydınının sansürle imtihanının tarihi çok eski. Son dönemde o kadar çok ‘sansür’ hadisesi yaşandı ki, sağ olsunlar bazı gazeteci dostlarımız oturup memleketin sansür tarihinin seceresini çıkardılar. Bu toparlamalar internette duruyor. Burada yeniden sıralayıp iç karartmanın anlamı yok! Merak eden bakabilir. Ya da muhtemelen çok fazla beklemeden gerçekleşecek yeni bir sansür uygulaması sırasında bu listelerin ortaya çıkmasını bekleyebilir.

Türkiye’de sansür, her dönemin ‘kırmızı çizgilerine’ göre şekil değiştirerek kendisini göstermiştir. Bir dönem emek mücadelesini öven film, kitap, tiyatro oyunu yasaklanmış; bir dönem içinde Kürt olan sanat eserleri için tiyatro salonları, sinemalar basılmıştır. AKP iktidarının ‘kırmızı çizgisi’ ise ağırlıklı olarak ‘genel ahlak, aile değerleri vs.’ Son yıllarda bir çok kitap bu gerekçe ile toplatıldı. Davalık oldu. Son olarak ‘oyunun kısaltılması gerektiği için’ İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda yıllardır sahnelenen ‘Cibali Karakolu’ adlı oyundaki ‘fahişe’ karakteri çıkartıldı. AKP iktidarı, seksten fena halde kıllanıyor. İçinde seks geçen, bu konuyu çağrıştıran her şey ‘hukuk’un gadrine uğruyor. Misal, Guillaume Apollinaire’in eseri ‘Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’ isimli kitabını Türkçe olarak yayınlamaya cesaret eden Sel Yayıncılık’ın sahibi İrfan Sancı ve çevirmen İsmail Yerguz yargılandılar. Lars von Trier’in ‘Nemfomanyak’ filmi de müstehcen olduğu için vizyona giremedi.

Ama bütün bunların içinde 2014 Altın Portakal Film Festivali öncesi patlak veren ‘sansür’ hikayesi ayrı bir başlık hak ediyor. Reyan Tuvi’nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” isimli belgeseli dönemin başbakanına yönelik ‘müstehcen’ unsurlar içeriyor diye festivalden atıldı. Gösterilen tepkiler üzerine ‘değiştirilmiş’ versiyonu ile geri alındı. Fakat iş orada kalmadı, festivali boykota kadar uzadı. Gelmek istediğim yer, Altın Portakal sürecinde yaşananları bir kez daha anlatmak değil ama bu süreçte ‘sansür’ün nasıl da içselleştirildiğine dair birkaç tespitte bulunmak.

Amacı sanat eserlerini korumak ve her koşul altında seyirciyle buluşmasını sağlamak olan bir festivalin yöneticilerinin ısrarla bu uygulamanın ‘sansür’ olmadığını söylemesiydi asıl tehlikeli olan. Kendisi de ilk filmi nedeniyle ağır sansüre maruz kalmış, tehditler almış, mahkeme kapılarında sürünmüş bir yönetmenin, danışmanı olduğu festivali savunurken, “Sansür mansür yok, olsa biz de gelmezdik” deme rahatlığında olması asıl korkulması gereken. Aynı yönetmenin “Benim filmlerimi televizyonlarda sansürleyip yayınlarlarken sansüre karşı çıkanlar neredeydi?” diye sorması. O güne kadar televizyonların filmlerine acımasızca kıymış olmasına karşı kayıtsız kalan birisinin, gönül rızasıyla kabul ettiği bu eylemin sorumluluğunu da sansür karşıtlarına atabilme cesareti üzerine düşünmemiz gereken. Sansür tartışmaları boyunca, ikili üçlü sohbetlerde, bazen gizli gizli, bazen açık açık “Abi sansür her yerde yok mu? Kültür Bakanlığı’na hazırladığımız dosyaları da sansürlemiyor muyuz? Ne var bunda?” cümlelerinin kurulabilmesinde asıl korkmamız gereken. Bakanlık desteklerinin, açık, şeffaf ve yaratıcılığı kısıtlamayacak bir şekilde dağıtılmasını talep etmek yerine sansüre biat etmek (hadi ekonomik zorunluluklar, ülkedeki yapım kaynaklarının kısıtlılığı gibi nedenlerle ‘anlayışla’ karşılayalım) ama bu yetmezmiş gibi bu durumu içselleştirmek elini kolunu bağlamıyor mu sinemacının?

Her biri kendinden menkul, ‘büyük yaratıcılar’…. Karakterler geliştirip, evrenler tasarlayanlar… Festivallerde nasıl da o filmlerle özdeşleştiklerini uzun uzun anlatıp kendilerine ‘kutsallık’ bahşedenler… Peki, daha en başından yarattığınız dünyaları kendi ellerinizle sınırlandırmıyor musunuz? Örneğin Atıf Yılmaz’ın ‘Düş Gezginleri’ gibi bir filmin ‘ahlaki’ gerekçelerle bakanlıktan destek alamayacağı bu kadar açıkken; böyle bir hikayenin daha en başından ‘yaratıcı’ tarafından seçenekler arasından çıkartılacağını ön görmek kahinlik olmasa gerek.

Türkiye gibi ülkelerde, sanat alanında işler yaratmanın; bu yaratıları gerçekleştirirken devlet ile mücadele etmenin zorlukları hepimizin malumu. Hiç kuşku yok ki, yaratıcılığın önündeki engellerin kaldırılması için yürütülen mücadeleler her zaman çatışarak değil, bazı dönemlerde kazanımlar üzerinden ‘uzlaşılarak’ da gerçekleştiriliyor. Ama ‘uzlaşı’dan biat, iktidarın kırmızı çizgilerinden ‘sanat eseri yaratırken uyulması gereken kurallar’ sonucunu çıkarmak; en hafif tabirle teslim olmaktır!
Bir de bakmışsınız; sansür mücadele ettiğiniz değil, dönüştüğünüz şey olmuş!

ÖNCEKİ HABER

2014 yılının özeti: Esinlenme, uyarlama

SONRAKİ HABER

Hükümetin ‘kontrol’ saldırısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...