27 Nisan 2014 08:25

Zaman mı aşınır, yoksa insan mı?

Zaman mı aşınır, yoksa insan mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

 “Kaynayan bir kargaşa ya da partizan bir heves halindeyken, herhangi bir şey hakkında hiçbir şey öğrenilemez.”
Doris Lessing
İçinde Yaşamayı Seçtiğimiz Hapishaneler

Türkiye sinemasının en üretken yönetmen kadınlarından Bilge Olgaç, tam 20 yıl önce aramızdan ayrıldı. Sanat uzun hayat kısa. Bilge 54 yıllık ömrüne 40’ın üzerinde film sığdırdı. Epey önce ‘Linç’ filmi için kaleme alınmış bu yazı, sinemamıza İpekçe, Kaşık Düşmanı gibi birçok kadın filmini armağan eden bu yönetmene, yokluğunun 20. yılında bir selam olsun diye, yeniden:
Bilge Olgaç, filmografisinin en dikkate değer ürünlerinden olan Linç’i çektiğinde takvimler 1970 yılını gösteriyordu. Siyaset sahnesinde hayli hareketli günler yaşanmaktaydı; siyasi iktidar sendikal hakların kullanımını engellemeye çalıştıkça DİSK anayasaya dayanarak direniyor, bu direniş işçilerin İstanbul sokaklarını işgal etmesiyle daha da güçleniyordu. Adana’da ise 900 mahkum cezaevi yönetimine karşı isyan bayrağını çoktan açmıştı. Ülkenin birkaç yerinden birden tutuştuğu o günlerde, aslında her daim bir yangın yerini andıran bu topraklarda bir kadın, yaşlanmadan kül olacağını bilmeden hem de, filmler bırakıyordu ardında. Ölümü yaşamından daha trajik değildi.
İçine doğduğu ülkenin meselelerine uzak durmayan, başkalarının acısına miyop bakmayan herkes gibi, onun da içinin bir yerinde sızlayan dertler vardı ve aydın sorumluluğuydu onu düşünüp tartışıp üretmeye iten. Bunun için seçtiği göz ise kameranın ta kendisiydi. Ne ki, kameranın ardında bir kadının, kadın olarak kendini kabul ettirmesi yel değirmenlerine kafa tutmak gibi bir şeydi. Zira sinema ortamı fazlasıyla erkekti. Sinemaya erkek filmleri çekerek başlayan Bilge Olgaç için, o cinsiyetli alanın çıkmaz sokaklarında ekmeğini kazanabilmenin başka yolu yoktu. Hikaye anlatıcıları erkekti ve çoğunun kamerasının marifeti hacim hesabı yapmaya yetmiyor, kadınları anlatırken kurdukları dil yüzeyde kalıyordu. Bilge Olgaç böyle bir dönemde, çağdaşı başka kadın yönetmenlerin de mecbur kaldığı gibi avantür filmlere de imza attı. Silahların susmadığı, yumrukların eksik olmadığı vurdulu kırdılı o filmler, öğrenilmiş erkekliğin o büyük cehennemine bir tanıklıktı. Bilge Olgaç, bu zorunlu mesaisini vaktiyle tamamladıktan sonra, asıl bakışını damgaladığı filmlerle kendi seyircisini bulmaya başladı.
Kerim Korcan’ın aynı adlı romanından uyarlanan ”Linç”i çektiğinde tam 30 yaşındaydı Olgaç. Jeneriğinden son karesine dek Olgaç’ın özgün sinematografik bakışını taşıyan bu film, kurgusuyla bugün bile şaşırtıyor. Korcan’ın cezaevi günlerinde tanık olduğu gerçek öykülerden yola çıkarak yazdığı ”Linç”, sıradan bir mahkumun sıradışı bir anti-kahramana dönüşmesinin hikayesi.

İNSAN UNUTUR AMA TAŞIN BİLE BELLEĞİ VAR!

Filmin seti, benzer hikayelerin benzer izler bıraktığı yerde, Sultanahmet Cezaevi’nde kuruldu. Suç ve cezaya, suçluya ve masuma, düzene ve düzensizliğe dair anlatılagelen tüm hikayelerin acı çığlığını insanın insanlığından utanmadan hatırlayabilmesi pek mümkün değilse de, bütün gerçekliğiyle bir hapishane manzarası çizen ”Linç”, döneminin çok ilerisinde bir film olarak belleğimizde yer etti.
Kısmen bildik bir hikayedir aslında: Arap Kadir bir süre önce bir sebepten hapse düşmüş, ailesinin desteğini yitirmiş, hayatta nereye tutunacağını bilemeyen bir genç adamdır. Yeni atanan hapishane müdürü, zor zaptedilen mahkumların onun isyancı tabiatından cesaret aldığını düşündüğü için Kadir’i alt etmeye kararlıdır. Kumar oynanan, haraç toplanan, gardiyanların bile mahkumlardan korktuğu, kuralsızlığın gemi azıya aldığı bu cezaevini toparlamaya basireti yetmeyen müdürün endişeleri giderek artar. Kadir her an isyan çıkarabilecek kadar öfkelidir. Yılanın başını küçükken ezmek gerektiğine inanan müdür de olası isyanı önlemek üzere bu cıva gibi mahkumu zindanda kontrol altında tutmaya çalışır. Arap Kadir’in baş eğmeye, etek öpmeye hiç niyeti yoktur. Kaçar. Gece boyu yol gidip bir köye varır. Kapısını çaldığı muhtar onu buyur eder, karnını doyurur, celeplik yapmaya geldiğini söyleyen bu kara kuru gence inanmış gibi yapar. Gözü açıktır muhtarın, imam ve öğretmenle birlikte sabaha karşı kaçağı ihbar eder; gelip götürürler Kadir’i. Köyden giderken de, hayata gözlerini yumarken de aklında tek bir surete yer kalacaktır: Muhtarın kızı. Bir daha görmeyeceği, ilk bakışta vurulduğu o sureti de kendisiyle birlikte toprağa gömeceği sevecen kız…

KADININ KAMERASINDAN: ERKEKLİĞİN CİNNETİ

Bilge Olgaç’ın kamerası topluma çıplak bakar. Toplumun öteki katına indirdiği yoksulları, lanetlediği kadınları, ezip öğüttüğü işsizleri, ekmek kadar umuda da muhtaç çocukları, kavgayı elden bırakmayan solcuları anlatır. Avantürlerden kadın hikayelerine birçok türde eser verirken, uğradığı onca haksızlığın, yok sayılmanın, yoksullaşmanın acısını çıkarırsa gürleşir sesi. Anlattığı karakterler biraz da kendisidir çünkü. Onun filmleri mutlak iyilik/kötülük parametrelerine esir olmaz; hayatta her şeyin ve herkesin değişebileceği öngörüsünü taşır. Bu yönüyle gerçek bir sinemadır Bilge Olgaç sineması.
Özellikle ilk filmlerinde, Yeşilçam sistemindeki kemikleşmiş eğilimlerin bir gereği olarak erkekliğe güya övgü, ”Linç”te yerini eşitlik, adalet gibi kavramları tartışmaya açma gayretine bırakır. Erkek dünyasının hiddeti karşısında, o hiddeti çerçevelemeye yetecek sözü tek başına üretir Bilge Olgaç. Düzen yanlısı mahkumların Arap Kadir’i linç etmesi Fethi Bey’in “Karakollar adalete açılan ilk kapıdır” sözünü nasıl hükümsüz kılıyorsa, siyasi tutuklu Selim’in “Okumak düzeni bozmaz fakat okumamak bozar” sözü ile, soluk almanın bile imkansızlaştığı bir hapishaneden yükselen şiddetli sesler de öyle çelişir.
“Linç” halen Türkiye sinemasının “en iyi hapishane filmi” kabul ediliyor ve türünün başarılı örnekleri arasında ayrı bir yerde duruyor. Bir kadının kamerasından suça ve bütün cinnetiyle erkekliğe içeriden bakabildiği için. Ya da Tanıl Bora’nın deyişiyle bugün “en aşikar medeniyet kaybı olan linç” eylemini milliyetçiliğe bulanmamış saf haliyle gösterebildiği için.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 2006’dan beri Bilge Olgaç’ın adını taşıyan başarı ödülleri veriyor. Uçan Süpürge bu yıl festivalini, ölümünün 20. yılı nedeniyle Bilge Olgaç’a adıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...