06 Nisan 2014 08:07

İn o arabadan!

İn o arabadan!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Beş gündür İsveç’teyim. Kuzeye doğru gittikçe mutlu insanlar görmeyi, gündelik yaşamın üzerinde tatlı yumuşak bir etki bırakan sadeliği severim. Öte mahalleye gider gibi dakikalar içinde bir ülkeden diğerine geçivermenin, tren gibi fevkalade demokratik toplu taşıma araçlarını rahatça kullanabilmenin, egzoz solumadan caddelerde yürüyebilmenin ruha iyi gelen bir yanı var. Nasıl olmasın! Memleketin bütün trajedilerini geride bırakıp sessizlikte biraz nefes almak nasıl iyi gelmesin! Ama yoruyor da. Çocukların malum faillerce öldürüldüğü bir coğrafyadan, cinsiyet kimliklerini öğrensinler diye okullarda seminerlerin düzenlediği bir başka coğrafyaya gidince haliyle afallıyor insan. Kadınların yaşamaktan bıktığı topraklardan, yüz yaşına da gelse hayatın tadını çıkardığı için kadınların yadırganmadığı topraklarda insan doğal olarak ‘biz nerede hata yapıyoruz’ diye soruyor. Peynire kireç, tozbibere kiremit, sucuğa eşek katanların ürün satmaya devam ettiği bir ülkeden, çatalına aldığın her lokmanın kontrol altında olduğunu bildiğin başka bir ülkeye gidince nasıl da hafifliyorsun. Trafik canavarlarının her gün binlerce arttığı bir ülkeden, trafiğin gündemde bile olmadığı bir diğerinde huzur buluyorsun.
Bu evrene bir biçimde düşmüş her canlı, hayatta kalma refleksini kötülere borçludur. Ben de neredeyse kırk yıldır öyle ya da böyle yaşamakta olduğum ülkeye öfkemi medeniyete duyduğum gereksinime borçluyum. Kuzeyi bunun için özlediğimi biliyorum.
Örneğin yürüyorum Malmö’nün sokaklarında, hiçbir araç korna çalmıyor. Dört tekerleklilerden kat kat fazla bisiklet, onlar için yapılmış bisiklet yolları ve parklarında göze çarpıyor. Etekli kadınlar eğlenceye veya işe veya alışverişe bisikletle giderken taciz edilmiyor. Her yaştan kadın ve erkek önlerindeki sepete alışveriş torbasını, arkalarındakine de çocuklarını koyup bisikletle istedikleri yere gidebiliyor. Ana caddelerde serseri mayın gibi dolaşan taksiler de yok, ama her ihtiyaç duyduğunuzda taksi burnunuzun dibine geliyor. İnsanlar yakınlarında başka toplu taşıma imkanları varsa özel araçlarıyla trafiğe çıkmıyorlar. İnsanın ve hayvanın yürümesi gereken kaldırımlara, sokak aralarına padişah gibi kurulmuş arabalar yok.

AYRANI YOK İÇMEYE
Kentlerin canlılar için değil makineler için var olduğunu zanneden bir ülkede yaşıyoruz. Eğer aşırı dozda kompleksle dolmamış olsak gücümüzün yetmediğine karşı hazımlı olurduk belki. Örneğin, paramız olmadığı halde kredi çekip otomobil almazdık; kendimizi hayattan alıkoyup, canımızın çektiğini yapamayıp yıllarca taksit ödemezdik. Cüzdanımız doluysa yine gidip dev gibi arabalar almazdık; içmeye ayranımız varsa onunla gidip başka memleketler görürdük, görgümüz artardı, neşelenirdik, sosyalleşir ve kültürlenirdik. Kentin daracık sokaklarına o tuhaf çelik yığınlarıyla girmeye utanırdık zaten hazımlı olsak. Şehirde tank gibi arabalarla gezilir mi, görgüsüzlük! Hadi bunlara aldırmıyoruz diyelim, hiç değilse o araçların yaktığı benzine döktüğümüz banknotlar da mı umurumuzda değil? Ya da atmosfere saldığımız zehir?
Bazı sorular yanıtını aramaz. Zaten her şey ortadadır.
Entelektüel gereksinimlere bütçesinden pay ayırmayı lüzumsuz sayan yurttaş, otomobil taksiti öderken dünyanın en huzurlusudur. Ne yüce bir alışveriştir o! Bu seyyar mülk sayesinde özgüven cilalanacaktır. Kendini ifade edemeyen, konuşacak konusu olmayan, bilgisi de olmayan biri için araba zaten candır; direksiyona geçtiğinde o mülk sahibi artık kraldır! Herkese kafa tutabilir, dilediği kadar gürültü yapabilir, kuralları hiçe sayabilir.

AÇIK MEKTUP
Bak sürücü arkadaş, değerli erkek yurttaş! Diyelim ki aynı kentte yaşıyoruz, Ankara’da. İkimiz de bal gibi biliyoruz ki anakent belediyesinden bir halt olmaz, belli sektörleri ahbap-çavuş ilişkisiyle ihya etmekten yurttaşların ihtiyaçlarına sıra bir türlü gelmez. Toplu taşıma çilesine elindeki astronomik bütçeyle harika çözümler bulabilecekken kent halkını otomobil almaya yönlendiren ulaşım planları yapar belediyelerimiz. Böylece dört teker/dört çeker lobisinin ekmeğine yağ sürerler. Çoluğu çocuğuyla dolmuşta sürüneceğini bilen kadın ve erkekler de mecburen ‘oto galeri’lerin yolunu tutarlar.
İnsanı değil çelik jantı seven belediyeye doğru yükselt sesini! Tamam bir Tokyo metrosu yapmaya yetecek zihin yok belki ama başka çözümler bulmasını iste belediyeden. Böylece kurtul bütün gün içinde zamanını boşa geçirdiğin arabadan. O süre içinde neler yapabileceğini düşün.
Kurtulamadın diyelim. Bir kendine gel o zaman! Çünkü sen o koltuğa oturduğun anda sapıtıyorsun. Kaldırıma park ediyorsun mesela, cık cık, üçüncü sınıf bir davranış! Durup dururken korna çalıyorsun, ellerin kırılsın! Kırmızı ışıkta geçip yayaları tehlikeye sokuyorsun, şuursuzluk! Dönüşlerde sinyal vermeyerek kaliteni ortaya koyuyorsun. Havamızı kirletiyorsun. Kulağımızın zarını patlatıyorsun.  Çocuğunu tiyatroya götürmedin hiç, ama her gün benzine servet harcıyorsun. Sokaktaki kediye ilaç niyetine bir kaşık su vermekten acizsin ama arabana gözün gibi bakıyorsun. Biri seni solladı mı el kol hareketi yapıyor, küfürü basıyorsun, bu da kesmezse inip adamı dövüyorsun. Daha ne olsun? Sen bence in o arabadan.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa