20 Nisan 2014 00:11

Ararat’tan bu taraf

Ararat’tan bu taraf

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Çocuktan katil yaratan karanlık, ülkenin üzerine çökmeden önce, bir tatil kitabıydı ‘çocuk’. Saçını tararsın, temiz elbiseler giydirirsin, güzelce oturur kah orta sınıf kah aristokrat bir koltuğa: güzel resim. En fazla, eriğe dalarken daldan düşerdi çocuk, veyahut bağbozumunda midesini bozardı, bilemedin bisikletiyle devrilip dizini kanatırdı. Çok değil yakın zaman önce çocukların böyle hikaye kitabı karakterleri kıvamında yara bereleri vardı. -Gerçi memleketinin göğünden damına bombalar yağarken de, göbekli amcalar kitlesel savaşlar yaparken de o çocuklar oradaydı ya-. Sonra büyüdü o çocuklar; Ece Ayhan’ın dediği gibi, “devlet dersinde öldürülmeye” başladılar. Aczinden küçücük kalmış ‘büyükleri’nden öğrendikleri, sıradan bir bilgiydi ülkede: onlar da öldürdüler. Büyüklerinin açtığı yolda, onların sevmediğini sevmeyip, beğendiğini beğendiler. En kötüsü oldu: Vur dediğini vurdular. İkinci ders, kapitalizmdi.

BARIŞ ADLI ÇOCUK

Ne yaşarsa onu eyler çocuk. Şiddete doğarsa şiddeti beller. Demokrasiyle yaşarsa eşitliği sever. Silahı bir çocuk rüyasında bile görmemeli. Bir çocuğa kimse ‘bizden olmayanı sevme’ dememeli. Barış bir çocuğun da adı. Kimse ona arkadaşını düşman diye göstermemeli. O çocuk dedelerinin savaştırıldığı ‘şanlı’ (yani kanlı) geçmişten ancak düşünerek çıkar. Önce sorar ‘aslında ne oldu’ diye. Bak denilen yeri bilgisi ve bilinciyle görür. Ezberletilene itiraz eder, bir dakika der, bu ne yanlı (yani kanlı) bir tarih. İdeal yurttaş böyle yetişir. Hikayelerin hep arka yüzü vardır çünkü. İkiyüzlü olmamak için arka yüzü de çevirip bakmak, bakmakla kalmayıp anlamaya çalışmak, diyelim ki anlayamadın, hiç değilse hakkını teslim etmek gerekir.
Uçan Süpürge’de bir film çekildi. Sınıfta bir kız çocuk “Ermeni olduğumu öğrenirlerse arkadaşlarım benimle oynamaz diye korkuyorum” diyor filmde. Bir başkası, Kürt olduğumu öğretmenime söyleyemedim diyor. Bir diğeri, babasının Alevi olduğumuzu kimseye söyleme dediğini aktarıyor. Çocuklara ayrımcılığı değil, bir arada yaşamayı öğretelim diye bitiyor film. Kimse bir çocuğu kimliğiyle korkutmamalı.
İnsanın o zalim tarihinde gerçeği anlatmanın bir yolu olarak sinema, halen ayakta ve bize yaşamın içinde binlercesini gördüğümüz bu örnekleri getiriyor. Önyargıyı yıkmak, barışa daha gür ses vermek, çocuğun elinden silahı almak için sanat var ve iyi ki var. 8 Mayıs’ta başlayacak olan 17.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde de ‘Aynı Çatı Altında’ başlıklı bir bölüm yer alıyor. Hayır, hepimiz bu çatının altında aynı olalım, bir olalım, birbirimizde eriyelim demiyor; çoğunluğa övgü ve bağlılık, azınlığa lütuf ve minnet çağırmıyor bu bölümdeki filmler. Bilakis, barışa mahalleden ses veriyor, birbirimizin öykülerine yakından bakmaya çağırıyor.

AYNI ÇATI ALTINDA

Festivalin kültürlerin bir aradalığına ve siyaseten yaratılmış sınırlara dikkat çektiği bu bölümde Ermeni hikayeleri de var. Belçika’dan yönetmen Tülin Özdemir “Ağrı Dağı’nın Ötesinde” adlı filminde bir kadının kendi geçmişini ve etnik kimliğini, yani köklerini aramak üzere Türkiye ve Ermenistan’a yaptığı yolculuğa çeviriyor kamerasını ve “Tarih bölüp ayırabilir ama bu film öyküleri paylaşmak için” diyor… Somnur Vardar’ın “Yolun Başında” filmi Türkiye ve Ermenistan’dan bir grup gencin bir uzlaşı projesi için altı ay arayla iki farklı kentte buluşmalarını anlatıyor. Önce Muş’ta Ermeni yaşamının izlerini arıyorlar, ardından Gümrü’de, Muş’tan sürgün edilmiş Ermenilerin torunlarıyla konuşuyorlar. Bir sözlü tarih belgesi… Dersim katliamından kurtulan ve yazgısından kurtulamayan kızların izini süren Nezahat Gündoğan da yeni filmi “Hay Way Zaman”la festivalin konuğu oluyor. Azra Deniz Okyay’ın ödüllü filmi “Küçük Kara Balıklar” da festivalde bu yıl. Film, Ermenistan’dan gelip İstanbul’da kaçak çalışan bir kadının öyküsünü merkeze alıyor. Ve yitip gittiğinden beri halkların kardeşliği özleminin simgesi olan Hrant’ın mirası Lusin Dink… 1964’te Amerika’dan kalkıp Bitlis’e gelen yazar William Saroyan’ın bu köklerine yolculuğunu tersine sararak anlattığı “Saroyan Ülkesi” filmiyle festivaldeki yerini alıyor. Ararat’tan bu tarafa, Ağrı’dan öte yana selam götürüyor bu filmler. Bu yazının da son sözünü Lusin’in filmi söylüyor:
“İnsanın ülkesi denilen şey neresidir o halde? Dünyanın belli bir parçası mıdır, yeri adı sanı belli? Ayın doğuşunda mıdır bir ülkeyi diğerinden ayıran şey? Ya güneşin? İnsanın ülkesi ağaçlar, kuşlar, tepeler, dağlar vadiler midir? Vatan bir yerin baharında, yazında, kışında mıdır? Canlıların kurduğu düzen midir? Kulübeler, evler, kentlerin sokakları, masalar, sandalyeler, oturup çay içmek, sohbet etmek midir? Yazın sıcağında dalda olgunlaşan şeftali midir? Toprağına gömdüğümüz ölüler midir? Sevgi tohumunun ana karnında filizlenmeye başlaması mıdır? Semanın bir uçtan diğerine kol kanat gerdiği ülkede kulağa çalınan ana dilin ezgisi midir? Ya o dilin yazısını taşıyan sayfalar? O ülkede yapılmış bir resim? O insanların gırtlağından, yüreğinden doğan şarkılar? Danslar? İnsanın vatanı hava, toprak, ateş ve hayatın kendisi için sunulan şükran dualarından mı ibarettir? İnsanların gözleridir belki, ya da dudakları, kederi…”
Dipnot: 42 ülkeden 108 filmin gösterileceği Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da Kızılırmak Sineması ve Alman Kültür Merkezi’nde. Yukarıda sözü edilen filmleri Alman Kültür Merkezi’nde ücretsiz izleyebilirsiniz. Bilgi için: festival.ucansupurge.org

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa