23 Şubat 2014 00:09

Kurbanın adı: İntikam gelini

Kurbanın adı: İntikam gelini

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nden gelen bir mektup, Ergani’de eşinin annesini öldüren M.K. olayında basına yansımayanlar olduğunu söylüyordu. M.K.’nin tutuklu olarak kaldığı bu cezaevinde onun adına mektubu yazan kadın şöyle diyordu: “M.’nin dramı şu an medyada anlatılanlardan çok farklı. İki aile arasında kalıp kurban olarak seçilmiş bir kadın ve üç çocuğu. Kendisi şimdi hapiste. Çocukları da yurda konulmuş. Şu anda kimsesiz ve çocuklarından uzakta.”
Mektuba göre, kaynana katili olarak belirlenip suç planının ortasına yerleştirilmiş M.K. cezaevindeyken kendi ailesi veya eşinin ailesi tarafından öldürülmekten korkuyor. Korku yeteri kadar zor bir hal iken, bir de her gün gazetelerde kendi haberini görüyor: Şiddet, ayrımcılık ve hak ihlallerini magazinleştirmeyi seven Hürriyet, haberi “İntikamın böylesi” başlığıyla yayınlıyor. Türkiye gazetesi daha da beter: “O kadını cinayeti kocası azmettirmiş”. Ve Yeni Şafak noktayı koyuyor: “Gelinin intikamı”.
Şimdi biraz başa saralım: Gazetelerde okuduğumuza göre, M.K. 2012 kışında, ev içinde sürekli şiddet gördüğü için ayrılmak istediği eşiyle, ailelerin arabuluculuğu sonucu yeniden bir araya getirildi. Kadın örgütlerinin desteğiyle sığınma evine de yerleştirilmiş, fakat aileler onu ikna ederek evine dönmesini sağlamıştı. Şiddet sürdüğü için de bir süre sonra çocuklarıyla birlikte evi terk edip ailesinin yanına yerleşti. Terk edildiği için dehşet saçmayı kendinde hak gören koca, aynı zamanda amcası olan kayınbabasının evine el bombası attı, patlatamayınca kaynanasını silahla vurarak öldürdü. Sonrası, gözaltı.
Koca, ordudan malulen emekli edilmiş 25 yaşında bir uzman çavuş. Cezaevinden gelen mektuba göre, eşi M., evlendiklerinde henüz 13 yaşındaymış. Evlendirilince eğitimi de yarıda kalmış. Üç çocukları olmuş. M.K. geçtiğimiz 10 Şubat’ta eşinin annesini öldürmek suçundan gözaltına alındı, cezaevine girdi. Görgü tanıkları silahlı üç kişiden söz ediyordu. İntikam cinayeti dendi, suç kadına atıldı. Kurban seçilmişti. Yine basına yansıdığı kadarıyla, kadının korucu olan babası ailenin intikamını almazsa üç çocuğunu öldürmekle tehdit etmişti onu. M.K. polisteki ifadesinde, cinayetten önceki gün babasının ona silahla atış talimi yaptırdığını söylemişti. Olayın, öncesi gibi sonrasında da gariplikler vardı.

ÇARESİZLİK ANITI

“Bu bir töre cinayeti” diyor cezaevinden gelen mektup. Bir kadının çocuk yaştayken evlendirilmesiyle başlayan bir cümlenin noktası bu. Şiddeti evlilik oyununun olağan bir parçası sayan toplumun, kadınların var oluşları üzerinde tepinip nice M.K.’ler yarattığı bir dünyadayız. Yaşadıklarını artık daha fazla yaşamak istemediği için yeter demenin bile suç olduğu bir dünya… Kadınlar kurbanken faile, failken mağdura, mağdurken ibrete, o da yetmezse yaşam hakkı savunusunun sembolüne dönüşüyor. Adını gazetelerde silah, ölüm, kan, bomba gibi sözcüklerle yan yana görüyor bir kadın. Kendisi için değil çocukları için korkuyor. Kaynananı öldürmezsen senin çocuklarını öldürürüz tehdidine, anneliği canından can koparmak olarak yaşayan biri nasıl boyun eğmez?
Kadınlar kutsiyet atfedilen rollerine yönelmiş tehditlerle zayıflatılıyor. En hassas yerinden bir damar yolu açılıyor ve içine korkular sürülüyor. Her anne aslında böyle bir durumda bir çaresizlik anıtı. Çocuğunun önünde dağ gibi dururken, erkek şiddeti karşısında un ufak ediliyor. Ataerkinin en iyi becerdiği şey bu. Bu beceri karşısında kıvançtan dili tutulan bazı toplum kesimleri bize bir şey öğretti: Muhakkak bir iktidar alanı olarak resmedilmezse itibarını yitireceği düşünülen ‘aile’, son tahlilde bir cinai şebekedir! Toplumun güvenlik kamerası gibi 24 saat gözetlediği ve işine geldiğinde mahremiyet, işine gelmediğinde kamusallık verdiği aile kurumu –elbet istisnaların berisinde- kadınlar için cehennemî bir galeridir, ki kendi mutsuz suretlerini izlerler orada an be an. Çocukken değersiz, gençken kimliksiz, evlenince çaresiz, yaşlılığında hiç kimsesiz kadınlar… Ne kadar yaşamsaldır dayanışma aslında. Fakat ataerki dayanışanı da tehdit olarak görüp çemberi kırmaya, el ele verenleri dağıtmaya ant içer. İki kadının yan yana gelememesinin nedeni, kanımca, bu hiddetli “dağılın” uyarısıdır.

GELİN-KAYNANA KARİKATÜRÜ

Annesini öldüren kızlar, gelinini öldüren kaynanalar, kaynanayı doğrayan gelinler, kızını öldüren anneler… Dayanışamadıkları için yok ettiler birbirlerini. Buna azmettirildiler. Erkek öfkesinin aracı haline getirildikleri, güçsüz ve korunmasız bırakıldıkları, yalnız ve çaresiz oldukları için gazetelerde kendilerini üçüncü sayfada gördüler ama karar veremediler kurban mıyız yoksa fail mi?
M.K. olayında da minareyi çalanın hazırda tuttuğu kılıfın adı; ezeli ve ebedi bir klişe olan gelin-kaynana çatışmasıydı, belli. Hem toplum vicdanında hem de mahkemenin bilinçaltında ‘kaynanayı öldürmenin’ o kadar da feci bir şey diye görülmeyeceğini düşünen intikam timi, kendine ‘gelin’i tetikçi seçti ya da öyle gösterdi. Annesi kocası tarafından öldürülen M.K. intikam için kocasının annesini öldürerek skoru eşitleyecekti öyle mi?! Geride kimsesiz üç çocuk bırakacağını bile bile? Bu olay bize bir şey anlatıyor, dikkatli dinleyelim: Daha otuzuna gelmeden emekli edilmiş asker koca, zorunlu görevini yaparken kim bilir ne yaşadı da id’inin kötülüğü silineceğine cilalandı? Aileler toplumlarından nasıl ürktü ki sığınma evinde canını güvenceye almak isteyen M.’yi eve dönmeye ikna etti? Bir can veren ilk aile, ikinci aileden öcünü almak için harekete geçtiğinde niye M.’ye katil rolü yazdı? Cinayeti iştahla haberleştiren gazeteciler Kill Bill’in Uma Thurman’ını unutamadıklarından olsa gerek, Erganili M.K.’yi kanlı bir fantezinin nesnesi yapacak o başlıkları nasıl attılar?.. Düşünelim, belki buluruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...