30 Mart 2014 08:16

Lüzumsuzsa söndür

Lüzumsuzsa söndür

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cümle içinde kullanıldığında pek havalı duran ‘anayasal haklarımız’dan birini kullanmak üzere bugün sandıklara koşacağız. Demokratik bir etkinlik olarak toplu halde oy vermeye gideceğiz. Yüzlerce gün boyunca, yaşadığımız kentlere dair kararlarda söz hakkımız olsun diye yapacağız bunu. Şansımız yaver giderse Ankara’da bir beladan kurtulacağız belki, ya da –şeytan kulağına kurşun- nikah tazeleyeceğiz.
Bazılarımız ailedeki baskın karar vericilerin siyasal tercihlerini paylaşacak, bazılarımız aklının götürdüğü yere mührü basacak. Bazıları da öyle yılmış olacak ki oy vermeyi zul sayacak, eli bir türlü oraya varmayacak. Demokrasinin sandıktan çok daha fazlası olduğunu bildiğimiz için bu yılgınlıklar. İradenin o kutucuğa yansımasındaki sıkıntıları evvelce çok deneyimlediğimiz için. Güven ve inanç yaralı. Ama vereceğiz o oyu. Ki dünya daha iyi bir yer olsun, umudumuza gün doğsun. Bakarsın bu sefer halkların iradesi saltanatı yener diyeceğiz. İnanırsak olur bence.

ENERJİ TASARRUFU

Ülke haritasının sarı ampul rengine veda edeceğini beklemek saflık olur. Fakat boşa yanan lambaları söndürerek enerji tasarrufu yapmaya, böylelikle tabiatımızı korumaya bugün artık daha çok yurttaşın ‘hadi’ diyeceği, gün gibi ortada. Elektrik boşa sarf edilmesin diye vaktiyle epey etkili kampanyalar yapılmıştı, yaşı yetenler hatırlar. Lamba düğmelerinde “Lüzumsuzsa söndür” yazardı. Bugünlerin türlü acayipliğini ve kötülükte sınır tanımayan siyasal erklerini öngöremeyecek kadar saf olan abla ve abilerimiz, bu mesajın bugün neye denk geldiğini gördükçe herhalde çok gülüyorlardır. Yaşadığımız ülkeyi akaydınlık pardon apaydınlık yapan ampullü adamlar lüzumsuzdur, hadi söndür Türkiye!
Beni asıl ilgilendiren, 2014 yerel seçimlerinden kadınların nasıl çıkacağı ve kadınların payına ne düşeceği. Nüfusun yarısı olan biz, elbet eşit payımızı alamayacağız; bizim olan koltuklara yine çoğunlukla erkekler oturacak. Sadece oturmakla kalsalar iyi, biz yokmuşuz gibi kararlar alacaklar, kentlerde sadece erkeklerin yaşadığını varsayacaklar.
 ‘Gelecek Kadın mı?’nın yazarı Lynne Segal, toplumun yaratılmasında feministlerin işçi sendikaları, yerel yönetimler ve parlamento gibi politik gücün en önemli kurumlarında yer alması gerektiğini belirtmişti. Oysa bugün kadınların, bunlar ve bunlar gibi hemen bütün kurumlardaki temsilinin ‘az’ veya ‘hiç’ olduğunu biliyoruz. Ve soruyoruz: Verdiğimiz oylar nereye gidiyor? Kadınların demokratik seçimi kadınlara niçin demokrasi olarak yansımıyor?
Sandıktan kim çıkarsa, kadınların kentsel ihtiyaçlarını bir zahmet okuyup öğrensin, yetinmesin, daha da ileri ihtiyaçları ben nasıl görür ve karşılarım diye kendisiyle yarışsın. Çok mu ütopik? Yoo. Dünyada buna kafa yoran medeni yöneticiler, onların elinde iyileşmiş, cinsiyet körlüğünden kurtulmuş güzel kentler var.

CİNSİYET KÖRÜ OLMAYAN KENTLER

Kadınların temiz havaya ihtiyacı var. Kadın yurttaşların da sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı bir yana, havadaki kirliliğin hasta ettiği aile bireylerine kadınların baktığını, havadaki isin pasın balkon ve perde yıkamak dahil ev içi mesaisini üçe beşe katladığını unutmayın.
Kadınların yeşil alana ihtiyacı var. Fabrika atıklarından toplanmayan çöplere, kirli sokaklardan egzoz yüklü caddelere kadar her kirli alanın yaşam kalitesini düşürdüğünü unutmayın. Çocuk bakımıyla yükümlü kılınmış kadınların, çoluğu çocuğu toplayıp parka götürmesi gerekiyor, AVM’ye değil. Kadınların meydanlara ihtiyacı var. Boş zamanlarını geçirmek, dostlarıyla buluşmak, ya da kalabalıklar içinde yalnızlıklarının tadını çıkarmak için. Kadınların çarşı alanlarında kullanabilecekleri temiz tuvaletlere ihtiyacı var. Özellikle çocuk doğurmuş kadınların daha sık tuvalete gittiğini, kamusal alanın bu hizmetten yoksunluğu kadınların sokağa çıkmasının önünde bir engeldir, unutmayın.
Kadınların kadın bakış açısıyla düzenlenmiş kentlere ihtiyacı var. Fallik binalar, betondan parklar, ya kaybolursam endişesini büyüten kocaman mekanlar, parası olmayanı hayattan alıkoyan, parası olanı da bazen tacizle baş başa bırakan toplu taşıma çilesi, bunlar hayatımızı zorlaştırıyor. Bir üst geçidi kullanırken bacakları dikizlendiği için rahatsız olan kadını anlamak da belediyenin görevidir. Kadınları eve kapatanın sadece cinsiyet rolleri olmadığını, aynı zamanda cinsiyet körü yerel hizmetlerin de bu tecrite sebep olduğunu unutmayın. Doğalgaza acayip zamlar yaparken, bütün gün evde kendine, çocuğuna, yaşlısına, engellisine bakmakla yükümlü kılınmış kadının evi ısıtma telaşını anlamak da belediyenin işidir.
Ben yirmi yıldır Ankara’da yaşıyorum ve yirmi yıldır Melih başganın emeklilik günlerinde yazlıkta akranlarıyla tavla atacağı günleri hayal ediyorum. Çünkü uygar ve güzel bir kentte yaşamak benim de hakkım. Boru patlamış gibi her yere şelale yapmak, kar tatilinde bile görmediğimiz teleferiği kentin orta yerine kondurmak, dev ebatta beşinci sınıf heykel kılıklı figürleri yollara dikmek, hadi hepsini geçtim, Ankara’nın girişlerine kale kapıları yaptırmak da neyin nesi? Yaptıklarını anlatırken kaç ilçeye saat kulesi diktiğini söylemeye utanır insan. Veya eğlence diye sirk getirmek, hayvanlara yapılan eziyeti alkışlamak da utanç vericidir.
Asfalt ihalesinden içme suyu şebekesine, ısınmadan toplu taşımaya, kentin sivil mimarisinden eğlence mekanlarına, otopark mafyasından parkların dizaynına, üst ve alt geçitlerin güvenliğinden meydanların kullanılabilirliğine, şiddet görenlere sığınaktan yerel medyaya kadar her konu kadın yurttaşların da konusudur. Kadın bakış açısıyla bir kenti yönetmek derken katılımdan, cinsiyet demokrasisinden filan söz ediyoruz, bilmem anlatabiliyor muyuz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...