24 Kasım 2013 07:18

Utançla bazı günler...

Utançla bazı günler...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yarın 25 Kasım. Kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye adanmış bir gün. Yazılar, demeçler, fotoğraflar, hikayeler belli ki kadın cinayetlerine, dayağa, tecavüze odaklanacak. Oysa kadınların görülmesi gereken başka hikayeleri de var. Aşağılanmış, değersizleştirilmiş, dilsizleşmiş, kimliksizleştirilmiş, bir resmin içine tıkılmış, bir ağacın kovuğuna saklanmış, bir aynanın köşesine yansımış, bir çocuğun elinde kalmış, binlerce kadının bağrına taşı dayamış hikayeler onlar. Ev içlerinden taşıp buraya aktılar:

“Şişmanlık, kadından mükemmel bir anne, aşık, hizmetçi ve fahişe olmasını bekleyen herkese ‘defol git’ der…”
Kadınlar Neden Şişmanlar?, Susie Orbach
Leyla. 35 yaşında. İki yıl önce kocasının açtığı davayla boşandılar. Adamın ayrılma gerekçesi, yıllardır bir evi, bir yaşamı ve bir çocuğu paylaştığı eşinin ‘çok şişman’ olmasıydı. Leyla yemek yemeyi hep sevmiş mutlu kadınlardandı ama neşesi adamı evde tutmaya yetmemişti. Cinsiyetine biçilmiş rolü giymeye mecbur pek çok kadın gibi, bari yapıyorum severek yapayım diye kendini yıllar önce mutfağa sürmüştü. Burada buharlar, kokular, tatlar ve renkler arasında kendini de kendi cinsinin talihini de temize çekemedi. Ama çekirdek ailesine, içine sevgisini kattığı çok güzel yemekler pişirdi. Bedenine değil kimliğine değer biçilmesi gerektiği hiç aklına gelmedi. Ona baktığında bir patates çuvalı gördüğünü söyleyen, başkalarının yanında karısının orasıyla burasıyla dalga geçen kocasına darılamadı bile. Normali bu sandı. Kendini suçladı. Kendini sevmemeye başladı. Boşanmayı izleyen aylarda aynada artık kendine bakmaya tahammülü kalmamıştı. Zayıf olunmalıydı ki kocalar terk etmesin. Bitkisel olduğu söylenen inceltici haplara dadandı. Leyla, metabolizması bozulduğu için şu an on üç yaşındaki kızının kilosunda ve çevresindekilerin fısıldaştıklarından anladığı kadarıyla ‘çok çirkin’.

“Ev içinde çalışan bir kadın, sınıfsal konumu ne olursa olsun, genellikle çevresinden soyutlanmıştı, yalnızdı ve bunalımdaydı…”

Tutkulu Politika, Bell Hooks
Seval. 24 yaşında. Dört yıl önce, aşktan gözünü kör eden bir adamla evlendi. Adam ona dünyaları vaat etmiş, sensiz yaşayamam demişti. Başlarda her şey güzeldi; evde paylaşım ve işbölümü vardı. Eşinin dışarıda bir işi vardı ama Seval ücretli bir işte çalışmıyordu. Çocukları olmadı. Yıllar geçtikçe sorumsuzluk, vurdumduymazlık aldı başını gitti. Seval daha otuzuna gelmeden yoruldu, yıldı. Ev işlerine her sabah mesaiye başlar gibi girişiyor, akşama kadar didiniyor, arada fatura yatırmak için bankaya veya alışverişe koşuyordu. Kocası bir akşam eve geldi, yemeği beğenmedi, bozuk olan televizyon tamir edilmediği için kumandayı duvara fırlattı, yetmedi, kirli giysilerini oraya buraya attı, bağırıp çağırdı. Hıncını alamadı, kapıyı çarpıp çıktı, bir daha da dönmedi. Seval, hayallerindeki evliliği yaşayamadığı için kendini suçladı çünkü yuvayı kadınlar ayakta tutar diye öğretilmişti. Yuvayı yıkan kimdi peki?

“Söz konusu olan, basit bir dışlama değil, kadınlığın bu dışlama yoluyla oluşturulmasıdır.”
Erkek Akıl, Genevieve Lloyd
Neşe. 60 yaşında. İlk gençlik günlerinden beri tek hayali yazar olmaktı. Kızlar okumaz diye okula göndermek istemediler ama o inat etti, gitti. Öğretmen oldu.  Taşrada uzun yıllar insan yetiştirdi. Erken emeklilikle bir boşluğa yuvarlandı Neşe. Baloncuğu kaçmış gazoz gibi neşesiz biri haline geldi. Öğrenme isteği dinmemişti. Tek başına yaşayan bir kadın olarak bol vakti, çokça hevesi vardı. Masasında sayfalar biriktikçe komşularına bu heyecanlı yolculuğunu anlatıyor, sevincini paylaşmak istiyordu. Ne ki kadınlı erkekli komşular, ‘yaşını başını almış’ bu kadının nasıl olup da yazarlığa soyunduğunu anlayamıyor, yazdıklarına burun kıvırıyordu. Onlara göre bu, kadın işi de değildi. Üstelik dükkan raflarında bu kadar kitap varken onunkini kim okuyacaktı ki! Neşe bunları duyunca kendinden çok utandı. Yaşına göre davranmadığı için kendini suçladı. Yazdıklarını dolaba kaldırıp eline örgüsünü aldı, komşularını çaya çağırdı. Neşe her öğlen köşedeki kitapçıya gidip çoksatan rafında kendi kitabına baktığını hayal ediyor.

“Kadın bilincinin nasıl oluştuğunu anlamak demek, kendimize ilişkin en uzak anılarımızı kurcalamak demektir.”
Kadın Bilinci Erkek Dünyası, Sheila Rowbotham
İdil. 12 yaşında. Aklı ermeye başladığında, ömrünce akıl sır erdiremeyeceği yasaklarla tanıştırıldı. Ne zaman arkadaşlarıyla oyuna gitmek istese babası ona güvendiğini ama çevreye güveni olmadığını söylüyordu. Annesiyse başkalarının yanında bacaklarını açmaması, hoplayıp zıplamaması gerektiğini öğütlüyordu. Bedenini saklamalıydı.
İdil zamanla kimseye güvenmemeye, her söze, her davranışa kuşkuyla bakmaya başladı. Daha büyümeden, büyüklerin güvensiz, tekinsiz dünyasını tanımıştı. Babasının onu koruduğunu söyleyerek devreye soktuğu yasaklar, annesinin çaresizce uyarıları, okulda öğretmenlerin önyargıları derken erkeklerin her zaman tehlikeli, kötü ve acımasız olduğuna inandı. İyi de, bir yandan da büyüyüp ‘gelin olacağını’ söylüyorlardı. Erkekler kötüyse İdil’in kiminle evlenmesi bekleniyordu? Düğüne kadar sakınıp saklayacağı bedeninin emaneti kimden alınıp kime verilecekti?

“Kızların çoğu annelerinin yaşantısından ders çıkaracak yerde, onların koca ve çocuk sevgisinin bilincine eremeyecek kadar engellenmiş oldukları düşüncesiyle, onların kadın olarak beceremedikleri şeyi kendilerinin yapabileceğini sandılar.”

Kadınlığın Gizemi, Betty Friedan
Benan. 46 yaşında. Geçenlerde evliliğinin 25. yılını kutladı. Kutlamak lafın gelişi. Benan aslında yıllarca bir yabancıyla aynı yastığa koydu başını. Aynı kanepede bir ömür geçirdi, aynı bardaktan su içti. Çünkü annesinden böyle görmüştü. İtaat, adanmışlık, fedakarlık lazımdı. Öğrenilmiş çaresizlik! Görev edinilmiş sessizlik! Gönüllü hale getirilmiş boyun eğmeler. Ne yaşanırsa dört duvarın arasında, hangi dertse o, dışarıya çıkarmadan, odanın kapısında… Sorunların da çözümler kadar erk’e dair olduğunu anlayamadan bu dünyadan göçecek Benan. Gözünü kapatıp vazifesini yapacak. Her zaman arzulu olması istenecek. Sıkıntılarını başucunda tutmaya kendi gücü yetmeyecek. Benan’ın, o adamın karısı olmanın zaten bir şiddet olduğunu anlamaya da ömrü yetmeyecek. Sarkaç sonsuz kere gidip gelirken, yaşadığı evin nasıl da onsuz olduğunu bir tek kendisi fark edecek. Ama bu saatten sonra bu kederli gerçeği bilip bilmemek onun için fark etmeyecek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...