03 Kasım 2013 00:37

Pembe kabuslar gezegeni

Pembe kabuslar gezegeni

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dört yıl önce İsveç’te bir anne-baba, yeni doğan çocuklarına Pop adını verdiler ve cinsiyetini kimseye söylemediler. Pop büyüdükçe giysilerini dilediği gibi seçmeye, bazen elbise bazen pantolon giymeye başladı, saçları sıklıkla değişti, kısaldı veya uzadı, oyuncak reyonlarında özgür iradesiyle bebeklere veya traktörlere yöneldi ve kimse onu engellemedi. Cinsiyet eşitliğinin ciddiye alındığı bir ülkenin yurttaşı olan Pop, ne şans ki, ona dayatılan oğlan veya kız olma biçimlerinden muaftı. Ülkesinin aklı başında yöneticileri cinsiyet ayrımcılığının daha el kadar bebeyken başladığını bildiği için müfredatı buna göre tasarlıyor, okul ortamını buna göre düzenliyordu. Adı eşitlik anlamına gelen –Egalia- çocuk yuvaları açıyordu devlet mesela. Kızlara kız, oğlanlara oğlan diye seslenilmeyen, dişil ve eril kişi zamirleri yerine cinsiyetsiz bir gramerin tercih edildiği, masal kitaplarında ‘Külkedisi’ veya ‘Uyuyan Güzel’in bulunmadığı bir okul. Rüya gibi! Peki, ya oyuncaklar?
İsveçli oyuncak markası Toys’R’Us bir süre önce bir reklam kampanyasıyla cinsiyetlendirilmiş ürünler yerine kız ve oğlanların birbirlerinin oyuncaklarıyla oynayabileceklerini anlatan görselleri dolaşıma soktu. Bu kampanya militarizmden doğru epey tartışma götürür olsa da –zira reklamlarda kızların elinde plastik silahlar vardı- dünyanın her yerine satış yapan bir firmanın bu girişimi mühimdi. Nitekim bir başka oyuncak markası BR, reklamlarında kızlara mavi oğlanlara pembe tişört giydirerek en klişe cinsiyetçilik manzarasını ters yüz etti.
Birkaç yıl sonra, bu kez Kanada’da Kathy Witterick ve David Stocker çifti, Storm adını verdikleri bebeklerinin cinsiyetini açıklamama kararı aldı. Ailenin üçüncü çocuğu olan Storm’un kadın veya erkek olmayı kendisinin seçmesini istiyorlardı. Öyle de oldu. Storm okula bazen elbiseyle, bazen uzun saçlarını örerek, bazen de erkek eşyası olarak bilinenlerle gidiyordu. Pembe parlak bebeklerle de oynuyordu, legolar ya da peluş hayvanlar veya zeka oyunlarıyla da. Evrensel bir kavrayışı olan, hak ve özgürlük refleksi gelişmiş her insan evladı gibi Kathy ve David de bu pembeli peluşlu oyun zamanından tedirgin olmuyordu. Telaş içinde çocuğu kendi ‘cinsiyetine’ uygun eşyalara yönlendirenler, homofobisini cebinde taşıyan ve her fırsatta çıkarıp bağıra çağıra gösterenlerdi: Eyvah çocuğum eşcinsel olacak! Hayır, böyle bir şey olmayacak. Çünkü o sonradan olunabilen bir şey değil, var oluşun ilk basamağından beri sahip olunan bir cinsiyet kimliği. Hadi oldu diyelim; niye ‘eyvah’? Sırf bebekle oynadı diye?

CİNSİYET SONRADAN ÖĞRENİLİR

Bir çocuğun, özgürlüğü ve insan haklarını öğrenmeye beşikten başlamasının en güzel örnekleri bunlar, yani İsveç ve Kanada’dan gelen haberler. Ve hepsi de cinsiyetçiliği, ırkçılığı, homofobiyi, transfobiyi ortadan kaldırmaya bire bir. Renklerin, biçimlerin, içeriklerin, öznenin, sanatın, kimliklerin, fikirlerin, kısacası gündeliğin cinsiyetlendirilmesi, gezegenimizin temel çelişkisi olarak halen can acıtıyor. Yeryüzündeki bütün kötülüklerin, hırçınlığın, şiddetin, savaşların kaynağının öğrenilmiş erkeklik olduğunu, bu yıkıcı ideolojiyi hep birlikte üretegeldiğimizi bir kez daha söyleyeceğim. Ve diyeceğim ki; cinsiyetsiz bir yaşam barış demektir. Ve cinsiyet sonradan öğrenilen bir şeydir. Doğduğumuz beden rollerimizi belirlemesin, bize kadın ya da erkek olmaklığı dayatmasın, nasıl konuşacağımıza, düşüneceğimize, hareket edeceğimize toplum karar vermesin diye toplumsal cinsiyet diye bir başucu kavramımız olduğunu da hatırlatacağım. Buna sımsıkı sarılırsak ancak birbirimizle barışır ve o kadim çatışmayı –erkek VS kadın- ortadan kaldırırız.
Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde, tanınmış bebek mağazası Earnshaw gazetelere verdiği ilanda oğlanlara güçlü bir renk olduğu için pembe giydirilmesini, daha narin bir renk olduğundan kızlar için de mavi tercih edilmesini önermişti. Yıllar içinde bu durum tersine döndü ve pembe, kadın rengi oluverdi. Dişil cinsiyet bu renk ve tonlarıyla kodlandı; yumuşak, uçuşkan, şekerli bir renkti pembe. Tıpkı kadınların olması istendiği gibi. Mavinin naifliği ise 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren erkekleştikçe soldu, söndü. Böylece ideal kadın suskun, razı ve edilgen, ideal erkek ise güçlü, cesur ve savaşkan oldu. Bu ve benzeri, cinsiyetçiliğin trajikomik tarihine ilişkin binlerce hikaye anlatabiliriz. Medya eleştirisinden girip aile denen enteresan yapının deşifresine kadar yığınla analize evvel ezel teşneyiz. Ne ki, sıkılıyoruz artık!

MAÇOBAŞININ PEMBE MENDİLİ

Kahrolasıca emperyalizm ahtapot kollarını gezegene sardıkça, cinsiyet ayrımcı her ürün, her söz, her eylem geri dönülmez biçimde dolaşıma giriyor. Hello Kitty’li ayakkabıyı Çin’de de Portekiz’de de kızlar giyiyor ve sadece kızlar giyiyor. Transformers’ın mekanik gürültüsüne Kanada’da da Tayland’da da sadece oğlanlar bayılıyor. Çokuluslu şirketlerin böyle böyle dünyanın içine etmesini seyrederken mühim bir şeyi fark ediyoruz: Giyim kuşam üreten erkek markalarının son yıllarda nasıl da ‘kadın’ renklerinde giysileri müşterilerine pompaladıklarını. Artık vitrinlerinde kırmızıdan pembeden geçilmeyen bu iri markalar, yaygınlıkları ölçüsünde, cinsiyet/renk kodlarının çözülmesine hizmet ediyorlar hem de hiç farkında olmadan. Sömürgecilik ilk defa hak temelli bir faydaya imza atıyor belki de.
Elif Şafak’ın ‘Aşk’ adlı kitabının pembe cildi erkekliği bozuyor diye gri baskıya eyvallah demesini nasıl anlayamıyorsak, maçoların maçosu İbrahim Tatlıses’in onca hiddetine rağmen, yıkılamaz sağlamlıktaki kadın düşmanlığına halel getirme pahasına pembe kravat takıp yakasına aynı renkten mendil iliştirmesini de anlamakta zorlanıyoruz. Yanlış öğrenmelerin iktidarı bu dünyayı biz kadınlara dar ettiyse, pembe yalanlara değil, kapkara da olsa gerçeklere ihtiyacımız var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...