17 Nisan 2013 12:11

Çözüm süreci ve yerel otoritenin tavrı

Çözüm süreci ve yerel otoritenin tavrı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Öcalan’ın Newroz mesajıyla Kürt siyasal mücadelesi yeni bir aşamaya evrilmiş; artık silahlı mücadele geri dönüşümsüz olarak yerini demokratik siyasal mücadeleye bırakmıştır. Devlet ile Öcalan arasında yürütülen görüşmeler silahlı mücadele sonrası demokratik mücadele ortamının yaratılmasının çalışması olarak ele alınmalıdır. Ancak, Kürtlerin tarihsel olarak devlet tarafından aldatılmışlığının yarattığı, devlete güvensizlik ortamı Kürtlerin sürece kaygılı ve kuşkulu yaklaşması sonucunu doğurmaktadır. Bu kuşku ve kaygıların giderilmesinin en kısa, kestirme yolunun yerel mülki idarenin halka yaklaşımının değişmesi olacağı aşikar. Halkın her gün karşılaştığı ve hayatını doğrudan etkileyen devletin yerel organlarının tavrındaki pozitif bir gelişme, sürecin sonuçlarını doğrudan hissetme imkanı vereceği gibi hem güven oluşmasına yol açacak hem de aynı zamanda insanların barış ve çözümü doğrudan solumasına imkan verecektir.
Ancak, başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan’da yerel mülki idarelerde, devlet kurumlarında sürece denk düşecek bir yaklaşım olduğunu söylemek veya bir değişim-dönüşümün emaresini görmek, hissetmek maalesef olanaksız. Diyarbakır bağlamında değerlendirildiğinde, üç kurumun (vali, emniyet ve üniversite) bu anlamdaki yaklaşımının başat rol oynayacağı değerlendirilebilir. Son süreçte her üç kurumun da sürece pozitif katkı sağlayacak bir tutum göstermediği açıklıkla ortadadır. Diyarbakır’da polis panzeriyle ölümüne sebep olunan Kürt genci Şahin Öner konusunda kamuoyuna verdiği beyanat hakkında Valinin hâlâ bir özür dilememiş olması, yine bazı kurum ve şahsiyetlerin bazı toplantılara katılımında yaşanan akreditasyon meselesi gibi sorunlar, Valinin hâlâ sürece eski negatif algıyla yaklaştığının açık örneklerini oluşturmaktadır.
Emniyetin tavrına iki örnek üzerinde bakıldığında eski yaklaşımında en ufak bir değişikliğin yaşanmadığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Birincisi Murat İzol adlı gencin suçu ne olursa olsun polisten kaçarken Dicle Nehrine atlayarak hayatını kaybetmek zorunda bırakılması, hatta nehre atladıktan sonra polisin nehirde bile peşinden iki el ateş etmesi düşünüldüğünde durumun vahameti anlaşılacaktır. İkincisi ise geçtiğimiz hafta Dicle Üniversitesinde polisin Hizbullahçı olduğu ifade edilen bir grupla beraber ellerinde sopalar, kazma-küreklerle bir kilometre yürüyerek Eğitim Fakültesinde demokrat yurtsever gruba saldırması ki bu İnternet ortamına fotoğraflarla/video görüntüleriyle da yansıyan tavrıdır. Burada bir taraf açıkça kollanırken diğer tarafa olanca şiddeti ile saldırması, bu kesimin düşman penceresinden bakma tavrında bir şeyin değişmediğinin somut örneğidir.
Dicle Üniversitesi rektörlüğünün yaklaşımına gelince; belki de ayrı bir yazıda ele alınmasını gerektirmekle birlikte, burada genel hatlarıyla ele alındığında rektör göreve atandığından bu yana sürece katkıda bulunmak bir yana kente ve kentin yerel dinamiklerine tamamen sırtını dönmüş, kendisi gibi görmediği akademik, idari personele karşı nerdeyse savaş açmış durumdadır. Bu kesimin en temel özlük hakları bile karşılanmamaktayken cemaat çerçevesinde aktif bir kadrolaşma faaliyetini baştan beri açıkça yürüttüğü Diyarbakır kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Personele karşı bu tavır sürdürülürken öğrencilerin de bundan nasibini almaması mümkün değil. İşte geçen hafta üniversitede yaşananları bu çerçevede değerlendirmek gereği vardır. Yaşananlar bir anlamda bu tavırlardan kaynaklı birikmiş bir enerji patlaması olarak da düşünülebilir. Zira rektör göreve geldiğinden beri cemaat bağlantılı onlarca kulüp kurdurulmuş, bu kulüpler üzerinde neredeyse her gün bir dini etkinlik organize edilirken, yurtsever öğrenciler üzerinde yoğun disiplin soruşturmaları ve polis baskısı kurulmasına olanak sağlamıştır. Son olaylara rektörlüğün müdahalesi bir yana inisiyatif tamamen emniyet güçlerine devredilmiş ve olayların büyümesine neden olunmuştur. Olayların ateşini düşürmek şöyle dursun, ikinci gün Hizbullah çevresinin etkinliğinin engellenmemiş olması olayların büyümesinin başlıca nedeni olmuştur. Rektör, bölgenin egemen yaklaşımının taraflarını neredeyse hâlâ düşmanca algılamaktadır.
Sonuç olarak, bölgede gerçek bir çözüm algısının oluşması, bu önündeki kuşku ve kaygıların giderilmesi için bu kurumların yetkililerinin bölgeye yaklaşımlarını gözden geçirmesi bir zorunluluktur. Bu kurumların da bölgeyle barışması gereği ortadadır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa