6 Şubat 2013

Üniversite, düşünce ve ifade özgürlüğü

Üniversiteler, bilimsel bilginin üretildiği, bu bilginin yeni nesillere aktarıldığı ve elde edilen birikimin toplumla paylaşıldığı alanlar olarak ifade edilir. Üniversitelerin bu rolünü gerçekleştirmesi için sınırsız bir ifade özgürlüğü ortamına sahip olması zorunludur. Diğer bir deyişle bilim insanlarının düşünmesi ve düşündüklerini özgürce ifade etmesi önünde hiçbir mani olmaması gerekir. Özgür düşüncenin olmadığı yerde evrensel bilimin de olmayacağı bilinen bir gerçekliktir. Zira üniversite kavramı, Eflatun ve Aristo’nun hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları ortam olan “universitas” kavramından gelmektedir.
Evrensel anlamda böyle düşünülmekle birlikte Türkiye’de üniversiteler hiçbir zaman bu niteliğe sahip olmadı. Tersine üniversiteler egemen ideoloji ve ülkeyi yönetenlerin politikasının topluma kabul ettirilmesinin ve yeniden üretmesinin bir aracına dönüştürüldü. Buna ters düşen bilim insanlarına en temel özlük hakları başta olmak üzere nice engeller çıkarılmış, soruşturmalara, kovuşturmalara tabi tutulmuş hatta kapı önüne konulmuşlardır.  Bu durum tüm cumhuriyet tarihi boyunca farklı görüntülerle tekrarlandı. Bilinen en somut örnek olan sosyolog İsmail Beşikçi’den Diyarbakır’daki bir konferansta dinlemiştim. Beşikçi, 1933 yılında Güneş Dil Teorisi’ni benimsemedikleri ve üniversiteye müdahale edilmesini kabul etmedikleri için 150’ye yakın Dar’ül Fünun hocasının 100’ünün tasfiye edildiğini söylemişti. Aslında gelenek hiç bozulmadı. 12 Eylül cuntasının ‘beşi bir yerde’sine o dönemin üniversitelerinin, fahri doktora vermek için nasıl yarıştığını biliyoruz. Kenan Evren’e fahri doktora vermek üzere tüm üniversitelerin yarışması üzerine YÖK karar alır koca paşa o üniversite bu üniversite dolaşmasın biz tüm üniversiteler adına ona bu unvanı hatta profesörlük unvanını verelim dedikleri bilinir. Yine YÖK’ün kurulmasıyla beraber 1402 sayılı yasayla üniversitelerden atılan bilim insanları hepimizin malumu. 28 Şubat döneminde cumhuriyet mitingleri düzenleyen, anıtkabire yürüyen rektörleri hatırlıyoruz. Beşikçi’ye göre sağlıklı bilim anlayışı ve üniversiteler olsaydı YÖK ve darbeler olmazdı. Bu görüşe katılmamak mümkün değil. Kısaca her dönemde üniversiteler resmi ideoloji ve yönetenlerin emir erliğine soyunmuş, bu anlamdaki hukuksuzlukların başlıca itici gücü olmuştur.
Ama, sanırım bunlardan sürekli şikâyet ederek iktidara gelen, günümüzün siyasi iktidarı dönemindeki kadar, üniversitelerin içi boşaltılmamıştır. Bu dönemde rektörler siyasi iktidarın birer memuruna dönüştürülmüş, iktidarın içindeki cemaat dengelerine göre üniversiteler cemaatler arasında pay edilmiştir. Hangi üniversitede hangi cemaat yönetimdeyse o cemaat dışında o üniversiteye başkalarının alınmasının yolu tamamen kapatılmış, kendi dışında gördüklerinin en basit özlük haklarının dahi karşılanmasından imtina edilmiştir/edilmektedir. Özellikle kadrolara alımda adrese teslim ilanlar verilmekte, yurttaşların eşit koşullarda yarışmasına imkân verilmemektedir. Bu satırların yazarının bizzat kendisi de dört yıldır yasalara göre hak ettiği profesörlük kadrosuna maalesef keyfi olarak yükseltilmemektedir.
En son ODTÜ’de yaşanan olaylarda görüldüğü üzere tüm rektörler önünü arkasını düşünmeden derhal siyasi iktidarın yanında saf tutmuş, senatolar üniversite bileşenlerine sormadan iktidar lehine destek kararı almakta bir sakınca görmemiştir. Dün darbecilere paye vermek için yarışan üniversiteler günümüz siyasi iktidarına methiyeler düzmekte, onların adını kendi üniversitelerine vermek için adeta yarışmaktadırlar. Dünyanın başka bir ülkesinde bu kadar yakın tarih siyasilerinin hatta hali hazırda ülkeyi yönetenlerin isimlerinin devlet üniversitelerine verildiği başka bir dünya ülkesi var mıdır? En azından Berlusconi, Blair, Cameron, Clinton, Merkel, Putin, Bush, Obama üniversitelerinin olmadığını biliyorum. Hiçbir dönem bu kadar siyasetle iç içe geçmiş bir üniversite-iktidar ilişkisi olmadığı gibi ifade ve düşünce özgürlüğünün önü üniversitelerde bu denli kapatılmamıştır.
Ülkeyi yönetenler sık sık üniversitelere siyaseti sokmamamız gerektiğini ifade ederler. Kendilerinin üniversiteye bu kadar müdahalesini hangi akla hizmet, siyaset saymıyorlar. YÖK yerine önerilen Türkiye Yükseköğretim Yasa taslağı metni (TYÖK) üniversitelerde özgürlükleri daha da daraltmaya aday görünmektedir. İfade ve düşüncenin özgür olmadığı hiçbir mekân üniversite değildir, olmayacaktır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et