09 Kasım 2014 04:52

250 SOMA vardı, 249 ERMENEK kaldı

Yazının başlığı olan ülkemizde faaliyet gösteren 249 yeraltı kömür işletmesinde benzer iş kazalarının yaşanmaması için başta hükümet olmak üzere tüm sorumluların üzerine düşen görevlerini yapmaları acil bir zorunluluktur.

Paylaş

Mehmet TORUN* 

Soma’da Mayıs ayında 301 canımızı kaybettik. Şimdi de Ermenek’te 18 maden emekçisi hala yerin metrelerce altında balçık su içinde. Bu iki olay arasında da 30 civarında madenci, birer ikişer iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Ama bunları kimse duymadı. Çünkü, Türkiye’de işçi ölümlerinin gündemi meşgul edişi, sayıyla orantılıdır. 300 civarında öldüklerinde bir hafta on günde, daha az sayıda öldüklerinde iki üç gün içinde gündemden düşer. Her gün canını veren bir iki işçi ise genellikle haber olmaz. Yazılıp çizilenler, boştur ve vefat edenlerin yakınlarının dışında hiç kimsenin yaşamında bir değişiklik olmaz. 
Sadece madende değil inşaatlarda, fabrikalarda, tarım sektöründe her gün onlarca vatandaşımız yaşamını yitirmektedir. İşçi Sağlığı Meclisi’nin rakamlarına göre, AKP’nin 12 yılında iş kazalarında toplam 14 bin 455 kişi yaşamını yitirmiştir. 2014 yılının ilk on ayında ise 1600 işçi can vermiştir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bugüne kadar yaşananlarla, kanunun ve uygulamalarının sloganı olarak belirlenen “Güvenle Büyü Türkiye” sözü “İşçi Mezarlığı Türkiye” söylemine dönüşmüştür.
12 yıllık AKP iktidarı ile daha da pervasızlaşan sermaye ve iktidarı, işçilerin, emekçilerin kanı üzerinden beslenmeye devam etmektedir. AKP iktidarının sadık sürdürücüsü olduğu neoliberal politikalar ve uygulamalar bu iş cinayetlerinin başlıca nedenidir. Ucuz işgücü ve emek sömürüsü üzerine kurulmuş sermaye birikim modeli ve vahşi kapitalizm uygulamaları sürdürüldüğü müddetçe bu katliamlar devam edecektir.
Hükümet; Soma’da, Ermenek’te ve daha önce yaşanan iş cinayetlerini “aç gözlü işverenlerin kâr hırsı”na bağlayıp işin içerisinden çıkmaya çalışmaktadır. İş cinayetlerini “Bu işin fıtratında var” diye açıklayan anlayış şunu da kabul etmek zorundadır: İşverenlerin kâr hırsı işveren olmanın “fıtratında” olan bir duygudur. Ancak iş cinayetleri işin fıtratından doğmaz ama işverenlerin kâr hırsı, işveren olmanın yapısında olan bir duygudur.

HÜKÜMETİN GÖREVİ ŞİKAYET ETMEK DEĞİLDİR
Hükümetin görevi, işverenlerin kâr hırslarından, aç gözlülüklerinden şikayet etmek değildir. Hükümetin görevi işverenlerin kâr hırsını sınırlandırıp, insan yaşamını koruyacak yasal düzenlemeler getirmek, bu yasal düzenlemeleri işverenlere rağmen uygulatarak işçileri korumaktır. Hükümet bu yasal düzenlemelerle, en aç gözlü işvereni bile en tecrübesiz, en dikkatsiz işçinin sağlığını, iş güvenliğini tehdit edemeyeceği iş ortamı yaratmak zorunda bırakacak bir sistem kurmakla yükümlüdür. Yasalar iyi dileklerin anlatıldığı metinler değildir. Hükümet de “ben yasaları uygulatamıyorum” diye şikayet etme hakkına sahip olan bir kurum değildir.
Soma’da, Ermenek’te diğerleri de birer iş cinayetidir. Çünkü daha çok para kazanmak için insan haklarını, hukuku, yasayı hiçe sayan; daha ucuz işçilik ve daha çok kâr için yapılan bir iş organizasyonu sonucu ortaya çıkan bir cinayet söz konusudur.
Bu organize cinayetlerin faillerinin başında devlet ve onun somut hali olarak Hükümet ve çeşitli bakanlıklar gelmektedir. Kamu maden işletmelerini rodövans, taşeron (alt işveren), hizmet alımı ve benzeri yöntemlerle özelleştiren Hükümet başlıca sorumludur. Güvencesiz çalışma biçimlerini yaygınlaştıran ve esnekliği çalışma hayatında kural haline getirmeye çalışan Hükümet sorumludur. Kamu kömür ocaklarının giderek artan bir biçimde kömür alım garantisi ile özel sektöre devredilmesi (rodövans) katliamlara davetiye çıkarmaktadır.
Hükümetin bir diğer sorumluğu iş hayatının denetimi konusunda ortaya çıkmaktadır. Çalışma hayatının denetiminden devlet sorumludur. Bu hukuksal bir zorunluluktur. Devlet bu görevden kaçınamaz ve bunu devredemez. Devlet yurttaşlarının can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.

TAM BİR SEFALET 
Ancak çalışma hayatının denetimi konusunda tam bir sefalet yaşanmaktadır. Öncelikle 1,5 milyondan fazla iş yerinin denetimi için sadece 585 iş müfettişinin olduğunun altını çizmek gerekir. Çalışma hayatının etkin denetimi bu kadar sınırlı müfettişle mümkün değildir. 260 bin polisin olduğu bir ülkede 585 iş müfettişi devletin önceliği konusunda bir fikir vermektedir. Madenlerin denetimi konusunda iki bakanlık sorumludur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. Enerji Bakanlığında da 230 denetim elemanı, arama ve işletme ruhsatı dahil yaklaşık 25 bin ruhsat sahasını denetlemekle görevlidir. Bu sayının ne kadar yetersiz olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Öte yandan denetim konusunda işverenlere getirilen yükümlülükler işlevsiz kalmaktadır. İşverenlerin çalıştırdıkları işyeri hekimleri, iş güvenliği mühendisleri ve uzmanları, işletmenin ücretli çalışanıdır. İşverene bağımlı, iş güvencesi olmayan bu çalışanların etkin bir denetim yapması ve bunu raporlaştırması imkansızdır. 6331 sayılı yasa ile öngörülen Ortak Sağlık ve Güvenlik (OSG) Birimleri ise işçi sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin özelleştirilmesi anlamına gelmektedir. Para karşılığı yapılan bu denetimlerin etkin olacağını düşünmek için saf olmak gerekir. Hiçbir işletme işleri sıkı tutan bir yerden işçi sağlığı hizmetini satın almak istemeyecektir. Özetle işçinin sağlığı piyasaya bırakılamaz. Kamusal bir denetim ve işçilerin kendi denetimi (meslek odalarının denetimi ve sendikal denetim) şarttır.
İşveren tüzel kişilik olarak, şirket olarak iş cinayetlerinden sorumludur. Bu sorumluluk alt düzey teknisyen ve mühendislere, işveren vekillerine yıkılamaz. İş organizasyonundan, şirket politikalarından, yatırımlarından, işçi sağlığı ve iş güvenliği harcamalarından şirket tüzel kişilik olarak sorumludur. Çalışma mevzuatı açıktır. İşverenin işçiye yönelik en önemli borcu işçiyi koruma borcudur. İşveren her türlü tedbiri, son teknolojiyi kullanarak ve riskleri öngörerek almak zorundadır. Ölmemesi gereken işçiler ölmüşse, olmaması gereken kaza olmuşsa, kaçması gereken işçiler yangından, su baskınından  kaçamamışsa işveren bütün bu sonuçları öngörmediği, önlem almadığı veya özensiz davrandığı için sorumludur.
Tüm bu durumlar göstermektedir ki; yapısal değişiklik olmadığı sürece pansuman tedbirlerle sorunun çözümü olanaksızdır. Yazının başlığı olan ülkemizde faaliyet gösteren 249 yeraltı kömür işletmesinde benzer iş kazalarının yaşanmaması için başta hükümet olmak üzere tüm sorumluların üzerine düşen görevlerini yapmaları acil bir zorunluluktur.

* Maden Mühendisi, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi

ÖNCEKİ HABER

Kapkaççı dediğim dedik çaldığım düdükçü devlet

SONRAKİ HABER

Suruç’tan insan manzaraları-2

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...