09 Kasım 2014 04:09

Lazca’nın okul sıralarındaki serüveni…

UNESCO’ya göre dünya üzerinde kaybolmakta olan dillerden biri sayılan Lazca’yı, ilköğretim çağındaki Laz çocuklarının çok azı konuşabiliyor, bir kısmı anlıyor ama konuşamıyor, tamamına yakını ise hiç bilmiyor.

Paylaş

Meryem ÖZÇEP
Müge TUZCUOĞLU

Lazona’nın çeşitli ilçelerindeki orta okullarda, Lazca seçmeli dersler, ikinci yılına girdi. Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu kararıyla “yaşayan diller ve lehçeler” düzenlemesi kapsamında, bu eğitim öğretim yılında, Lazca derslerin sayısı ve bulunduğu okullar da arttı. UNESCO’ya göre dünya üzerinde kaybolmakta olan dillerden biri sayılan Lazca’yı, ilköğretim çağındaki Laz çocuklarının çok azı konuşabiliyor, bir kısmı anlıyor ama konuşamıyor, tamamına yakını ise hiç bilmiyor. Lazca derslerde ise büyük bir özveri ve heyecan ile bir anadil, Laz öğretmenler tarafından öğretilmeye çalışılıyor. 

Bu hikayeye gelmeden önce, belki de Lazca’nın nasıl bugüne geldiğine bakmak gerek. Çünkü Lazların, bugün için, geçmişteki Lazca hikayelerinde yine Milli Eğitim’e bağlı resmi okulların önemli bir yeri var. Hemen her Laz’ın hafızasında, “Okulda Lazca konuşmak yasaktı. Ve bunu yasaklayanlar da yine Laz öğretmenlerdi” anısı çok canlı. Laz öğretmenler tarafından gayriresmi, devlet tarafından ise yazılı olmasa da resmi olan bu yasaklama; okulda Türkçe öğrenen Laz çocukları için büyük bir yıkımdı. Tabi, Lazca konuştuğu için okulda dayak yiyen, aşağılanan, hor görülen çocukların, kendi çocuklarına Lazca öğretmesi de içlerinden gelmiyordu. Çocukları ile Lazca konuşmayanların gerekçeleri de “şivesi bozulmasın”, “Başına bir iş gelmesin” gibiydi.
Tıpkı, 12 Eylül gibi sıkıyönetimlerde, devlet güçlerinin baskılarının olduğu dönemlerde evlerdeki kitapların yakılması gibi! Sezai Sarıoğlu, kitap yakmaları ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“12 Eylül ile birlikte kitapların, fotoğrafların yakılması, atılması, dönemin zorluğu, bunların devlet nezdinde ‘suç unsuru’ oluşturması ile ilgili ‘önlem’ ile açıklanabilecek bir şey olmasa gerek. Yeterince oluşmamış tarih bilinci ve arşiv geleneğinin yokluğu ile işin kolayına kaçtığımız da işin bir başka önemli boyutu. Çünkü 12 Eylül sonrasında, geçmişe ait hafızanın yok edilmesi ‘suçu’nu, sadece devlet zoruyla gerekçelendirmek, kendi siyasal eylemlerimizle yüzleşmemek kolaycılığını yeniden üreten bir açıklama tarzı. Bu gerekçe, bize ait nedenleri unutarak, kendimiz dışında mutlak bir ‘neden’ bularak ‘ferahlamamızı’ sağlıyor… Onca deneyden sonra, devleti gerekçe yapamayacağımız bir dönemde, toplumsal ve siyasi süreçlerin görsel, yazılı belgelerini bir tarih bilinciyle arşivlemenin gelenekleşememesi teknoloji özürlü olmanın yanı sıra, tarih bilinciyle de ilgili değil midir?” (Nar Taneleri, S. Sarıoğlu, s.220)

Kitap yakılmaları, bir anadilin yakılması, yok olmasına ve bunun gerekçelerine çok benzemektedir. Kuşkusuz, Lazca’nın yok olmasında çok etkili başka nedenler de bulunmaktadır. Ancak Lazların hafızasındaki en güçlü ve tek neden okullardaki yasaklardır. Sarıoğlu, bunu tarih bilincinin ve arşiv geleneğinin yokluğuna bağlamakta. Tıpkı Lazlar için kimlik bilinci ve bu mirasın korunması konusunda yoklukları olması gibi! Kimlik bilinci olmayan bir dönemde, Lazların, sırf devlet baskısı nedeniyle çocukları Lazca’dan kayırmışlardır. Lazca ile Mücadele Kolları adı altında okullarda, anadil ile mücadele edilmiştir. Ve Lazlar da bunu “kendileri dışında bir neden bularak” uygulamışlardır; devlet! 

Lazca’nın okullarda başlayan unutturma, konuşturmama, asimile etme sürecinin, bugün yeniden okullarda konuşturulmaya çalışılması da hayli ironik! Aradan geçen bunca sürede, nasıl ki yayınevleri yüzlerce binlerce ilerici kitap basmışsa, işte Lazlar da anadilleri ve kültürleri adına epey yol katetmişlerdir. Biz bu süreçte, iki yıldır devam eden seçmeli Lazca dersler üzerine Viçe (Fındıklı) ve Arkhabi (Arhavi) ilçelerindeki örnekler üzerinden gözlemleri paylaşacağız. 

Viçe ve Arkabi de yaptığımız Lazca dersleri ziyaretlerinde hem öğretmenler Hasan Uzunhasanoğlu, hem de Ali Gümüş çocuklarla beraber hem Lazca’nın yaşaması çocuklarla el ele vermişler. Bunun yanında Çxala’da (Borçka), Atina’da (Pazar) ve Artaşeni (Ardeşen) de Lazca dersler veriliyor. Lazona da Lazcayı seçmeli ders olarak alan öğrenci sayısı 400 civarında.

Belki uzun zamandır bir ilköğretim okulunu ziyaret etmemenin verdiği yeniden hatırlamayla, okulların mimarisinden duvarlarındaki panolara, badana renginden sıraların dizilişine kadar resmi devlet geleneğiyle çarpışma ile başlamak gerek. İşte Lazca dersler de, öğretmenler ve öğrenciler için bu resmi devlet geleneği dışında bir şey. Bir kuşak öncenin hafızasında halen tazeliğini koruyan, okullarda Lazca konuşma yasağı, Lazca’yla  mücadele kolları, Lazca konuşanların cezalandırıldığı neslin torunları, şimdilerde utangaçça da olsa aynı sıralarda Lazca eğitim görüyor. Utangaçça diyoruz çünkü Türkçe konuşmanın özendirildiği, ‘güzel dilimiz Türkçe’yi güzel konuşalım’ kampanyalarının yapıldığı yıllarda, anadili Lazca’dan başka dil bilmeyen çaresiz çocuklar uzun süre okul duvarlarınının üstüne üstüne geldiği bir karabasan yaşadılar. Küçücük bedenlerini yuttu o sıralar.  Anasından, ninesinden öğrendiği dilin; nasıl da kapı duvar olduğuna şahit oldular. İşte bu yüzdendir ki Lazca’nın tarihi unutmanın, unutturmanın tarihidir. Lazca konuştuğu için dövülen, küçümsenen insanlar kendi çocukları aynı şeyleri yaşamasınlar diye çocuklarının yanında Lazca konuşmaktan kaçındılar. Aradan geçen onca zamandan sonra hafızalara yer eden diline Lazca’ya sırtını çevirme hikayesi, ‘çocuklarım dillerini öğrensinler, Lazca yaşatılsın’ duygusuna evrilmiş görünüyor. Bu duygu Lazca’yı yaşatmamız için ne kadar yeterli bilinmez ama çabalar takdire şayan. 

“Diğer normal dersler gibi değil” hissi var çocuklarda. “Diğerleri gibi normal” olmaması, hem bu dersi ve içeriğini yakın görmesi, hem de kendinden bir aitlik yaratması ile ilgili. Çocuk, Lazca ders için “diğer dersler gibi geçmiyor” cümlesini kurarken, bir tek babaannesinde, yaşlı komşu teyzeden duyduğu, kimi zaman şarkılarla dinlediği kelimeleri duyabiliyor. Kendi evine ait, mahallesine ait bir şeyler bulabiliyor, Matematik, Hayat Bilgisi, İngilizce ve hatta Türkçe’ye karşın…

Yine de çocuklar, yeni öğrendikleri Lazca kelimelerin İngilizce’sini de hemen yapıştırıyorlar. “Tzitzila!”, “Snake”! İngilizce’nin yabancı dil olduğu kadar Lazca da bir yabancı dil sonuçta. Annelerinin değil, Milli Eğitim’in kadrolu öğretmenlerinden birinin öğrettiği bir dil. Bu yabancılaşmanın, çocukta, dilinde, zihninde yarattıkları ise ayrı bir konu.

O KADAR GÜZEL DURUYOR Kİ!
Dersi seçerken velilerin mi yoksa çocukların kendilerinin mi etkili olduğu da önemli. çocukların büyük çoğunluğu dersi kendilerinin seçtiğini anlatıyor. Bu önemli bir veri ancak ailelerin izni olmadan böyle bir şeyi yapıp yapamayacakları meçhul. Ayrıca seçmeli derslerde, not sisteminin olmaması da bu tercihte önemli. 

Lazca dersler, çocuklar için olduğu kadar, bizim açımızdan da diğer dersler gibi sistematik, günlük yoklama defterine her gün yazılabilecek konulardan oluşan, tümevarım tümdengelim içermeyen bir tarzda devam ediyor. Ders kitabı henüz basılmadığı için bir yardımcı kaynak kullanılmıyor. Çocuklara ödev olarak sayıların ezberlenmesi, alfabenin ezberlenmesi gibi konular veriliyor. Telaffuz konusu sorunlu. Türkçe’de bulunmayan kimi harflerin telaffuzunda öğrencilerin utandıklarını söylüyor öğretmenler. Yine de gırtlak başka bir şey tabi! Tüm çocukların gırtlağı Lazca’da o kadar güzel duruyor ki!

Çocuklar Lazca’yı Türkçe kadar akıcı konuşamasalar da, “a hocam ben bunu biliyorum”, “babaannem böyle konuşuyor” hevesinin telaşesi ile dersler bir cümbüş içinde geçiyor.  Biraz telaş, biraz heyecan, çokça utangaçlıklar ile işlenen Lazca dersi, sanki koca okul binasının içinde bir odaya hapsolmuş, o çocukların ilgisine, şefkatine muhtaç. Ne mutlu ki okulun kapısında “Hasan Hoca komoxtu”  diyerek Lazcayı karşılayan çocuk, Ali Hocanın “xela do kaoba” şiarına karşılık senfonik bir coşkuyla” xela do kaoba” diyen çocuklar bu şefkate tüm masumiyetleriyle sahip çıkıyorlar. Bir nesil sonra konuşulmayacak dediğimiz ve korunması gereken diller listesinde olan Lazca öyle görünüyor ki direnmeye devam edecek. 

Sadece okullar değil tabi! Ciddi anlamda bir yazınsal üretim süreci olan Lazca Yayın Kolektifi, Lazca’nın yazılı kaynaklarının, toplumsal hafızasının yaşatılmasında çok önemli bir yere sahip.  Lazların hatıralarında ki yasaklamaları, küçümsenmeleri siler mi bilinmez ama, Lazca dersler Lazona’da kendini yeniden hatırlama, “biz varız” deme serüveni. Anadilin seçmeli olmasının ironikliği yanında otoriter bir temsiliyet karşısında kendini varetme çabasının yine devlet erkanından, icazetle olması da bir hayli ironik. Bu yüzden de Lazca dersler oryantalist bir yaklaşımla ele alınmayı, ‘biz de bu ülkede bir rengiz’ demeyi aşarak, “biz de bu toprakların kadim halkıyız, dilimiz, kültürümüz, inanışlarımızla varız” demenin yoludur. Lazca alanında yapılan eğitim, kültür, yazın ve yayın çalışmaları bizi kendimizle tekrardan tanışmaya ve barışmaya çağırıyor. Kendine küstürülmüş, kendine yabancı bir halk, kiminle ne kadar dost, ne kadar barışık olabilir? İşte tüm bu çabalar önce kendimizle sonra bu coğrafyadaki tüm halklarla barışmaya bizi yaklaştırdığı kadar haklı ve iradidir. 

ÖNCEKİ HABER

Dünyada bir yerde olmayı hissetmek

SONRAKİ HABER

Kent pazarlamanın en güncel markası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...