06 Temmuz 2014 08:22

‘Erdoğan gibi olmayan bir cumhurbaşkanı’ acizliği

Türkiye ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ilginç bir siyasal ortam yaşıyor. AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan, bu seçimleri kendisini başkanlığa götürecek bir sürecin ön basamağı olarak görüyor.

‘Erdoğan gibi olmayan bir cumhurbaşkanı’ acizliği
Paylaş

Fatih POLAT

Türkiye ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ilginç bir siyasal ortam yaşıyor. AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan, bu seçimleri kendisini başkanlığa götürecek bir sürecin ön basamağı olarak görüyor. Bunun için de seçimi ilk turda kazanmaya yönelik bir hazırlık yaparken, aynı zamanda Hükümetin liderlik koltuğunu da beraberinde Çankaya’ya götürmeyi hesabediyor. Partisinin il başkanları toplantısında söylediği ve Abdülkadir Selvi tarafından aktarılan ‘Lideriniz olarak ben buradayım. Siz başınıza yeni bir lider aramayacaksınız. Yeni bir lider seçmeyeceksiniz’ cümleleriyle bu niyet zaten somut olarak yansımış da oldu.
Erdoğan’ın daha öncesi bir yana 12 yıllık iktidar süreci, onun cumhurbaşkanlığının nasıl yaşanacağı konusunda yeterli fikir veriyor. Amaçlarını hayata geçirirken en küçük bir itirazı bile tasfiye edilmesi gereken bir ayak bağı olarak gören, dönemi içinde iş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin rekor düzeye ulaştığı, binlerce tutuklunun olduğu davaların siyaseti dizayn etmenin bir aracı olarak kullanıldığı süreci yöneten bir isimden söz ediyoruz.
Gezi sürecinde ‘polise emri ben verdim’ diyerek sahiplendiği devlet terörüyle kaybedilen gençlerin onun açısından ‘gelmiştir, geçmiştir’ hükmünde olduğunu kendi ağzından duyduk. Türkiye onun iktidarı döneminde tutuklu gazeteci sayısında dünyada başı çekti. Mezhepçilik, hem içeride hem dışarıda onun iktidarının temel politikası oldu. Son olarak IŞİD’in Musul’da Türkiyelileri rehin almasına kadar giden sürecin taşları onun liderlik ettiği Hükümetin politikalarıyla döşendi. Kendisi ve yakınları hakkındaki büyük yolsuzluk operasyonlarını, o süreci yöneten yargı ve emniyet mensuplarını sürerek bastırdı. Marifetleri saymakla bitmez. Tüm bunları yapan ismin, bir de cumhurbaşkanlığı koltuğuna aday olması karşısında, onu engellemeye yönelik bir çaba içinde olmak siyasetin sorumluluğudur. Ancak bu, siyasetin Erdoğan karşıtlığına indirgenmesini, bu kadar çaresiz kılınmasını, böylesine değersizleştirilmesini haklı ve meşru kılar mı?
Siyaset basit bir masa başı mühendislik hesabına indirgenebilir mi? ‘Devleti mi, halkı mı temsil edecek?​’, ‘Neo liberal politikaları mı savunacak, yoksa emekçilerin çıkarlarını mı?​’, ‘Bugüne kadar temel demokratikleşme sorunları karşısında nasıl bir tutum almış?​’ gibi temel soruların yanıtlarını çok kolay bir biçimde reel politikanın ‘gereklerine’ kurban ederek gösterilen bir aday, siyasette alternatif üretmek diye sunulabilir mi?
O ana kadar toplumun geniş kesimlerinin hakkında pek bilgi sahibi olmadığı İslamcı ve muhafazakar bir ismi, onu destekleyecek kesimler içinde bir yarılma yaratmak umuduyla aday göstermek ve bunun şaşkınlığını yaşayan parti tabanına da ‘tanıdıkça seveceksiniz’ demek nasıl bir siyaset tarzıdır?
Kendini solda gören, dahası sosyalist olarak adlandıran kesimler içinde ‘reel politika’ baskısıyla daha önce MHP’li Mansur Yavaş’a oy verenlerin şimdi kendilerini Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tanımaya ve sevmeye vakfettiğini tahmin etmek zor değil. Bu arada,  Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kendisinin de, Erdoğan karşıtlığına indirgenmiş bu süreci, kendisine oy vermesi istenenler için daha katlanılabilir kılmaya yönelik bir çaba içinde olduğunu görüyoruz. CNN Türk’te 3 Temmuz akşamı Taha Akyol’un konuğu olduğu programda Atatürk’ten AB’ye, çözüm sürecinden dış politikaya kadar birçok kritik konuda oy talep ettiği kesimlere makul gelecek mesajlar vermesi bunun bir göstergesiydi. İhsanoğlu’nun bu tavrıyla, Erdoğan’ın hot zotlarıyla, kibriyle kalbini kırdığı kitlelerin yüreğine su serpmeye aday olduğunu söylemek mümkün. Ancak, Türkiye’de bugüne kadar rejim krizine neden olmuş konuların her biri için ılımlı ve makul mesajlar verme üzerine kurulu bu söylemin, bir insanın doğal reflekslerinden öte bir PR çalışmasının kozmetik ürünü çağrışımı uyandırdığını da söylemeliyiz.
İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olarak gösterilmesine gerekçe olarak sunulan kariyerinde özel bir yer tutan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliği de bu tabloyu tamamlıyor. Bu görevin sunulan anlamı ile gerçek anlamı arasındaki farkı da, Aydın Çubukçu’nun şu vurgularında bulabiliriz: “Genel olarak, dünya kapitalizminin ve emperyalist politikaların bir eklentisi olarak hareket eden bu teşkilatın, Filistin sorunu başta olmak üzere, Müslüman halkların can yakıcı sorunları karşısında daima halkların öfkesini yatıştırmaya, mücadeleleri engellemeye yönelik politikalar geliştirmesi de yadırgatıcı olmamıştır. İİT’nin (eski adıyla İslam Konferansı Örgütü) esas olarak kapitalist dünyanın din esasına göre bölünme ihtimalinin ortaya çıkarabileceği engelleri aşmada İslam dünyasının entegrasyonuna yönelik bir proje olduğundan kuşku duyulamaz.”1  
Böyle bir tablo karşısında bir diktatöre karşı, oy vererek kozmetik bir ürün almak yerine, sevmek için tanımaya zaman harcamaya gerek olmayacak kadar tanıdığınız bir ismi tercih etmek en mantıklı olanı değil mi? Siyaseti bir isme karşıtlığa indirgemek yerine, nasıl bir cumhurbaşkanı istediğiniz sorusuna reel politika baskısına maruz kalmadan vereceğiniz yanıt doğru olandır. Bu ülkede ‘Nasıl bir cumhurbaşkanı?​’ sorusuna, ‘Erdoğan gibi olmayan bir cumhurbaşkanı’ ile sınırlı bir yanıt vermek, sadece düşürülmüş bir hal değil, aynı zamanda siyaseti dönüştürecek bir mecale de sahip olmamak demektir.

1 Aydın Çubukçu, ‘Ekmeleddin İhsanoğlu?​’, Evrensel, 18 Haziran 2014

ÖNCEKİ HABER

‘Muhafazakâr Cumhurbaşkanı’, CHP oylarıyla seçilecek!

SONRAKİ HABER

Bir seçim tablosu: Milyon dolarların karşısında halkın emeği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa