6 Temmuz 2014 06:18

‘Tek parti’li dönemden ‘Ak Parti’li döneme ‘bitmeyen yol’

Ömer Furkan ÖZDEMİR*

Asgari ücrete yılın ikinci yarısı için geçerli olan zam net 45 lira yani “öğün başına 4 kuruş”! Diğer taraftan gün be gün tekrarlanan megafon sesi ısrarla duyurmaya devam ediyor: “Türkiye ekonomisi büyümeye devam ediyor”. Oysa 2014 sonuna değin, bir asgari ücretli, çocuğunun/çocuklarının eğitimi için aylık 5 lira 80 kuruş ayırabilecek. Ama dış ses utanmadan devam ediyor “büyüme rakamları sevindirdi”. Ve ama bir asgari ücretli, bu “zam” ile bütün ailesi için günlük 9 lirayla yemek masrafını karşılamaya çalışacak. Ve dahası ve dahası…
Oysa asgari ücret, her şeyin piyasada belirlendiği ve “değer”lendiği kapitalizmde, işçi ücretlerinin de piyasanın insafına bırakılmaması için ortaya çıkan bir “sistem içi çözüm”dü; ilk kez Avustralya’da 1890’da, Türkiye’de de 1969’da sınırlı bölgelerde uygulanmaya başlandı. Asgari ücret sömürüyü ortadan kaldırmaz elbette ama genel kabul gören amaç, çalışanların insanca yaşam için belirli bir gelirin altına mahkum edilmemesidir. Dahası, herkesin bildiği üzere bir taban ücret olarak asgari ücret, o ülkedeki tüm ücret düzeylerini kademeli olarak etkiler. Buraya kadar yüksek ihtimalle herkesin bildiğini tekrar eden sorunlu girişimizi yaptık.
Burada bir ara verip öyle devam edelim: Bitmeyen Yol, Duygu Sağıroğlu’nun 1965 yılında çektiği ve Türkiye sinemasının baş yapıtlarından sayılan (sayılması da gereken) bir film… Filmde, Sağıroğlu, 60’lı yıllarda kente göçü, emekçilerin günlük yaşamı üzerinden betimlemeye çalışmıştır. Hikayenin öznesi de nesnesi de emekçilerin kentte hayatta kalma mücadeleleridir. 1960’lı yıllar, cumhuriyetin kuruluşundan 40 yıl sonra, günümüzden 50 yıl öncesidir…
Ve yine okurun bildiğini kendimizden saklamayarak yazmaktan imtina etmeyelim ve devam edelim: “Büyüme ve kalkınma” için ‘zorla çalıştırma’nın günümüzde ulaştığı ‘zorunlu çalışma’ya değin aslında büyüyen kim oldu?
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, 1930’lardaki “zorunlu devletçilik” (İnönü’nün deyimiyle ‘mutedil devletçilik’) döneminde, ülkeyi yönetenler, ülkedeki “yetersiz sermaye birikimi”ni devlet eliyle oluşturarak bir “büyüme” ve “kalkınma” yoluna girmişlerdi. Kapitalist üretim ilişkilerinin sınırlı bir çerçeveden çıkıp tüm ülke sathına yayılması için bir yandan burjuvazi geliştiriliyor, diğer taraftan kırdan bir türlü kopmayan halkın sanayi havzalarına çekilmesi planlanıyordu. İngiltere’deki gibi bir “çitleme” dönemi olmadı lakin kendine has bir seyir izleyen bu dönemde büyüyen ekonomiden emekçilere değil, devlet işletmelerinde yöneticilik yaptıktan sonra kendi “iş”ini kuran “milli burjuvazi”ye kaynak aktı. Sonrası malum, 1950’lerin “her mahallede bir milyoner” söylemleriyle geçen “borçlanma” yıllarında “belirli ellerde” biriken sermaye, özellikle 1980 sonrasında ve 2000’lerde dizginlerinden boşalmış olarak devam etti. 1960’larda “planlı” büyüyen, 1980’lerde “dış ticarete dayalı” büyüyen ve 2000’lerde “güçlü” büyüyen ülke ekonomisinde, gerçekte büyüyen sermaye, onu büyütmek için kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum edilen ise emekçiler oldu. Öyle ki ülkenin başbakanı, asgari ücret seviyesini olumlu bulduğunu “günde bir simit ve bir çay ile gayet güzel geçinilebilir” sözleriyle ifade edebilmeyi başarabildi.

BÜYÜMENİN ‘BİTMEYEN YOLU’ DEVAM ETTİKÇE

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana (2. Dünya savaşı ve krizler dışında) Türkiye ekonomisi sürekli “büyüyor”. Ortalama büyüme hızı %5’in altına düşmeyen; 1930’larda “10 yılda her savaştan açık alınla çıkma” serüveninden, 2010’larda “dünyanın 17. büyük ekonomisi” olmaya kadar, yani “tek parti”li (Cehape) dönemden “Ak parti”li döneme “büyüyen” Türkiye ekonomisinden asgari ücretle çalışan milyonlarca işçiye düşen pay “öğün başına 4 kuruş”! Büyümenin “bitmeyen yol”u sürdükçe (ve ülkede yağmalanmayan tek bir toprak parçası kalmayıncaya değin ve emekçilerin ürettikleri üzerinden kar, faiz ve rant ile sermaye birikimlerini sonsuza kadar devam ettirmeye niyeti olanlardan kurtulunmadıkça), emekçilerin de daha iyi bir yaşam, güvenli bir gelecek için “bitmeyen yol”u devam edecek görünüyor. Ve bu yolu, emek sömürüsünün ortadan kalktığı, gerçek refahın tesis edildiği ve herkes tarafından paylaşıldığı bir ülkeye çevirecek olanların da emekçilerden başkası olmayacağı “büyüme”den onlara “öğün başına 4 kuruş ‘pay’ veren” sermaye ve hükümet tarafından gayet iyi biliniyor.

* Kocaeli Üniversitesi

Evrensel'i Takip Et