22 Haziran 2014 07:43

Hanım Tosun: Birlikte olursak barışı getirebiliriz

Şerif KARATAŞ

Hanım Tosun yaşadığı acıların duyulması için verdiği mücadeleden tanınan bir Kürt anne...Yaşadığı acıları başkalarının yaşamaması için mücadele veren Tosun bir Cumartesi Annesi... Hayat hikayesini dinlediğimizde Lice’de karakol ve kalekolların yapımına halkın neden haklı bir şekilde tepki gösterdiğini bir kez daha anlıyoruz.
BDP Avcılar İlçe Örgütü’nde Hanım Tosun’la görüştük. Yaşadığı onca acıya karşın intikam peşinde değil Hanım Tosun. Onun istediği bir an önce savaşın son bulması ve başka canların yok olmaması.
22 Ekim 1993’te Lice katliamı öncesi ve sonrasında yaşadıklarına dair Hanım Tosun’la konuşuyoruz. Lice’nin Licok (Çavundur) köyünden. Devletin baskılarının ’90’lı yılların başında başladığını anlatıyor. Köylere koruculuk dayatılmış, kabul etmeyince baskılar artmış, ahırlarda işkenceler yapılmış.

ÖNCE KORUCULUK DAYATILDI

Ceylan Önkol’u katleden havan toplarının köylerinin arka tarafındaki dağlık alanlara atıldığında evlerinin sallandığını, korku içinde kaldıklarını anlatıyor.
Yakın köylerden isimleri Ahmet ve İbrahim olan iki köylünün korucular tarafından gözaltına alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınmadığını söylüyor.
Eşi, kardeşiyle birlikte 6 kişi asker tarafından gözaltına alınır. 22 gün haber alamazlar. Kardeşiyle birlikte 3 kişi bırakılırken, eşiyle birlikte 3 kişi tutuklanır. İşkence yapılmıştır 6 kişiye... Eşinin yargılanması bir yıla yakın sürer, “PKK’ye yardım ettiği” gerekçesiyle ceza verilir 3 yıl 9 ay. Bir buçuk yıl Diyarbakır Cezaevinde kalır. Sonra Antep’teki cezaevine gönderilir.
‘90’lı yıllarda Lice’de önemli geçim kaynaklardan biri de tütüncülüktü. Tütün işleriyle üç ay uğraştıktan sonra mektupla haberleştiği eşini görmek için hazırlık yapar. Büyük oğlunu kendisine yardımcı olsun diye, iki çocuğu da küçük olduğu için de yanına alır, eşini ziyarete gider Antep’e.
Hazro, köylerine yakın olduğu için araçlar o taraftan gelmesine karşın, Hazro’da korucuların engellemesi nedeniyle araçlar köye gelmez. Bu yüzden başka yolla Lice’ye ulaşmak zorunda kalır hem de yaya. Lice merkeze giden yolda askeri panzer ve araçlardan yolun görünmediğini anlatan Hanım Tosun, “Biz oradan çıktık. Diyarbakır’a vardık. O zaman herkes kendisini birdenbire arabanın önüne attı. ‘Ne oluyor?​’ diye. Biz bir şey anlamamıştık. Arabanın yanına gelenler; “Lice’de kıyamet kopuyor” diyorlardı” şeklinde aktarıyor.

KORUCULAR EVLERİ ATEŞE VERDİ

Antep’e gitmek için önceden otobüs bileti aldığından gece yarısı yola koyulur. Eşiyle görüştükten sonra geri döner. Lice’ye giriş ve çıkışların yasak olduğu bilgisini alır. Kayınbabaların evlerinin hem Diyarbakır’da hem de köyde olduğunu anlatan Hanım Tosun, kaynının yanına gelerek, köye gitmek istediğini söyler. Ortalığın sakinleşmesi için birkaç gün geçmesi gerektiğini söyler kaynına. Kaynının eşi ve çocukları köyde olduğunu ve okul başladığı için çocukları getirmek istediğini söylemesi üzerine ikna olur. Ardından tuttukları ticari taksiyle birlikte yola çıkar. Yanlarında bir başka kadın da vardır. Asker ve korucuların engeliyle karşılaşırlar. Hazro’nun korucuları olduğu için geri dönmek istediğini söylemesine karşın yollarına devam ederler. Köye vardıklarında ateşe verilen evlerden yükselen dumanları görürler. Bir yandan da kadınların feryat ve figanları...
Köyde akrabası olan bir kadına başsağlığı diler, kadın da ona karşılık verir, babası için... Köyde yaşananları Hanım Tosun’un ağzından dinleyelim: “Hazro’nun korucuları gidiyor. Çocukları dağda, olan, cezaevinde olan ailelerin evleri ateşe veriliyor. Asker de onlara izin verdiği için rahatça bunu yapıyorlar . O zaman 10 ay önce ağabeyimi kaybetmiştik. Ağabeyimin 7 çocuğu var. Babam diyor ki, ‘evimi ateşe vermeyin, yetim çocukların yıllık ihtiyaçları var. Evi yakmayın’ diyor. Onlar da diyor ki ‘biz de seni arıyorduk.’ Babamı evin altındaki ahıra götürüyorlar. Silahla vuruyorlar. Evleri ateşi veriliyor. Benim kızlarım, 9 ve 15 yaşlarında, eşimin bir akrabasının da 9 yaşında bir çocuğu ve 6 aylık bebekle birlikte köye bir saatlik mesafelik uzaklıkta, Korkudan akrabaların olduğu köye gidiyorlar. Oradan adamlar geliyor. Tepki gösteriyorlar; “İnsanlık öldü mü?​” diye. Korkudan saklananlar çıkmaya başlıyor.  Babamın cenazesini öylece toprağa veriyorlar. İnsanlar korkudan akrabalarının cenazelerini dahi gömmeye korktular.”
Dini inançları gereği ölünün kırkı çıkana kadar ölünün mezarında Kur’an okumaları gerektiği için 40 gün köyde zar zor kalabildiğini anlatan Hanım Tosun, köyde birkaç yaşlının dışında kimsenin kalmadığını söylüyor. Büyük kızı katliamın etkisini üzerinden atamamış. Uyumak için başını yastığa koyduğunda, “Anne korucular mı geldi?​” diye sayıklayarak uyandığını anlatıyor. Ve kızı köyü bir an önce terk etmelerini istiyormuş.
Köyü terk etmek zorunda kalan Hanım Tosun, Diyarbakır’da akrabasının yanında 15 gün kaldıktan sonra zor da olsa küçük bir ev bulup kiralamış. Köye dönmenin hesaplarını yapmış. Harabeye dönen evleri asker ve korucular tarafından yakıldığı için artık gidecek yerleri de kalmamış. Eşi de cezaevinden çıkıyor. ‘Faili meçhullerin’ çok olduğu bir dönemde eşinin eve dönmesi durumunda ya gözaltına alınacağını ya da ‘failli meçhulle’ gideceğini söylemiş ve onun için de eve dönmemiş. 1994’te çocuklarıyla İstanbul’a gelmiş Hanım Tosun. Eşinin siyasi kimliğinden dolayı eve pek uğramadığı anlatan Hanım Tosun, 19 Ekim 1995’te gözaltına alınan eşi Fehmi Tosun’dan bir daha haber alamadığını söylüyor.

‘BU SAVAŞA SON VERİLSİN’

Hanım Tosun’a yine sözü verelim: “Feryat figan ediyoruz, bu savaşa artık son verilsin. Benim gibi babası failli meçhule gitmesin, kimse benim çocuklarım gibi babasız kalmasın, babasız kaldıktan sonra mezarsız kalmasın. Mezarsız kalmak çok kötü bir şeydir. Mesela ben babamın mezarına gidebiliyorum. Benim eşim için öyle bir şansımız yok. Çocuklarım şimdi büyümüşler anlıyorlar. En küçüğü babası cezaevine girdiği zaman 5 aylıktı. Yıllar sonra babasını gördü. Fakat bu kez babası kayboldu.”
Tosun anlatmaya devam ediyor: “Yeter bu acılar son verilsin kimse ölmesin  Ne askerin ne polisin ne de gerillanın anneleri, eşleri ve çocukları bu acıları çekmesin. Türk annelerine sesleniyorum: ‘Bizim çocuklarımız niye ölüyor?​’ diye sorsunlar. Tepkilerini göstersinler artık. Onlar da seslerini bizim sesimize katsınlar. Birlikte olursak barışı getirebiliriz.”
‘90’lı yıllarda ülkeyi yönetenlerden Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Doğan Güreş’in de aralarında olduğu yetkililerin yaşanan acıların sorumlusu oldukları için yargılanmasını ve adaletin yerini bulmasını istiyor.
Lice için karakol acı ve gözyaşı demek. Licelilerin bu yüzden karakollara karşı çıktığını anlatan Hanım Tosun, protestolarda yaşanan can kayıplarını hatırlatarak, artık karakol yapımının durdurulması gerektiğini söylüyor.

Evrensel'i Takip Et