28 Eylül 2013 16:53

Sıtmanın ettikleri

Çocukluğumda sıtmadan çok çektim. Nasıl yakalandığımı çok iyi bilmiyorum. Bildiğim ben küçükken yazları Karamürsel’e gittiğimizdi.  Annem  İzmit’in ilçesi olan Karamürsel doğumluydu. Anneannemle kız kardeşi, bizim “Teta” dediğimiz, annemin teyzesi, orada yaşıyordu. Dedem ben ç

Sıtmanın ettikleri
Paylaş

Adnan Özyalçıner

Çocukluğumda sıtmadan çok çektim. Nasıl yakalandığımı çok iyi bilmiyorum. Bildiğim ben küçükken yazları Karamürsel’e gittiğimizdi.  Annem  İzmit’in ilçesi olan Karamürsel doğumluydu. Anneannemle kız kardeşi, bizim “Teta” dediğimiz, annemin teyzesi, orada yaşıyordu. Dedem ben çok küçükken ölmüştü. Hayal meyal hatırlıyorum. İki kız kardeş yalnız başlarına Karamürsel’in mahalleye adını veren derenin kıyısındaki derme çatma bir evde oturuyordu. Yazları annemle ben bir de kız kardeşim onlara giderdik. Babam pek gelmezdi. O İstanbul’da kalır, fabrikadaki işini sürdürürdü.

Dere kıyısındaki ev tek kat üstüne, iki odalı kerpiçten bir yerdi. Odaların tabanı da kerpiç gibi topraktandı. Üstüne hasırlarla kilimler seriliydi. Pencereleri  küçüktü, içersi karanlık olurdu. Evin dereye inen, suyun kemire kemire küçülttüğü üçgen biçimi bir bahçesi vardı. Orası ışıl ışıl olurdu. İçinde küçük şeftali ağaçlarıyla bir kiraz bir erik, bir de vişne ağacı bulunuyordu. Ot kokularıyla olgunlaşan meyve kokularının karıştığı güzel kokulu bir bahçeydi. Buna anneannemle Teta’nın  yetiştirdiği  şebboyların, renk renk sardunyaların, kına çiçeklerinin, küpelerin kokuları da karıştı mı  büyüklerin gün boyu evin avlusunda oturup sohbet etmelerinin, bizim dere boyunda oyuna dalışımızın güzelliğine doyum olmazdı.

Gündüzleri ortalıkta olurlar mıydı bilmiyorum ama geceleri evin içi üzüm asmasının örttüğü küçük avlu parmak büyüklüğündeki sivrisineklerle dolardı.  Anneannemin bahçede yetiştirdiği andız köklerini yakarak tütsüsüyle sivrisinekleri kovmaya çalıştığını sanıyorum. Andızın o hoş kokulu dumanının sivrisinekleri tamamıyla kaçırdığını söyleyemem, çünkü geceleri gaz lambaları söndürülür söndürülmez uykumun arasında ısırıldığımı duyar, kaşınıp dururdum.

İSTANBUL’DA KITLIK GÜNLERİ

Benim çocukluk yıllarım İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık, yoksulluk günlerine rastlar. Yazları Karamürsel’deyken köylerden getirilen un, evlerin bahçelerinde beslenen tavuk, keçi gibi hayvanlardan elde edilen süt, yumurtayla kıtlık çektiğimizi söyleyemem. Ama İstanbul’da kıtlık diz boyuydu. Ekmek karneyleydi. Günlük iki yüz elli gram ekmek üç dört dilimden fazla tutmazdı. Sütle yumurtaysa ateş pahası. Yüzünü gören yok. Değirmenlerde buğday yerine süpürge tohumu çok çok darı öğütülürdü. Onu almak için bile değirmenlerin önünde annelerimiz kuyruğa girerdi. Tıpkı iki yüz elli gramlık karne ekmeğini almak için biz çocukların fırınların önünde kuyruğa girdiği gibi.

İşte tam o sıralarda sıtmaya yakalandım. Sıtma nöbet yapan bir hastalıktı,  haftanın iki ya da üç günü yoklardı. Nöbet şiddetli bir titremeyle başlıyordu. Kat kat yorganların, battaniyelerin altına da girsem titremem geçmiyordu. Ardındansa bir ateş başlıyor dayanılmaz bir baş ağrısıyla alev alev yanarak kavruluyordum. O zaman dinmeyen baş ağrımı geçirmek için kafamı duvarlara vurduğumu hatırlarım. Nöbet geçtiğinde ter içinde, ağzım kupkuru, yatakta yığılıp kalıyordum. Böylece haftanın en az üç günü yataktan kalkamazdım.

1926’LI YILLARDA SITMAYLA MÜCADELE BAŞLADI

Sıtma tarih boyunca Anadolu’yu kasıp kavurmuştur. Birinci Dünya Savaşı yıllarında da çok yaygınlaşmıştı. 1926’da çıkarılan Sıtma Mücadele Yasası’yla bataklıkların kurutulması, sivrisineklerin üreme yerlerinin denetim altına alınmasına girişildi. Bu program çerçevesinde sıtmalılar parasız tedavi edilmeye başlandı. Sıtmalı sayısı hızla azaldı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, benim de acı çektiğim günlerde hastalık yeniden salgın halini aldı. Bunda savaş dolayısıyla ithali aksayan kinin, atebrin gibi ilaçların payı vardı kuşkusuz. Öte yandan, hastalığın Birinci Dünya Savaşında da ortaya çıktığının görüldüğü gibi İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yoksullukla kıtlığın, iyi beslenememenin payı yok muydu acaba? Hastalığı, sıtma mikrobu taşıyan sivrisineklerin tetiklediği nasıl bir gerçekse yoksullukla açlığın, sefaletin de önemli bir rolü olduğu o kadar gerçektir. Nitekim Sıtma Savaş Derneklerinin yoğun çabasının yanı sıra savaşın hızının düştüğü 1945 yılında hastalığın yaygınlık oranının düşüşü bunun kanıtıdır.

SITMA DEDİKLERİ...

Bana gelince ilkokulu bitirdiğim savaşın da bittiği 1946’lı yıllarda sıtmadan kurtuldum.Ondan sonra bir daha nöbet geçirmedim. Önce üşüyüp sonra ısınarak sıtma olmadım. Ama çok cılız kaldım. Ailemin o zaman da bu cılızlığımın vereme neden olmaması için çok çaba harcadığını hatırlıyorum. Çünkü gene o yıllarda verem de çok yaygındı.

Sıtmayı atlattıktan sonra zayıf kalmama karşılık verem olmadım ama geçirdiğim hastalığı tam atlatamamışım. Bilirsiniz gür sesi olanların sokak satıcılarının bangır bangır bağıranların sesleri için “sıtma görmemiş” derler. O yüzden olmalı sesim ince kaldı. Gene sıtmanın etkisiyle kanımdaki alyuvar sayısı azaldığından kanım kan kırmızı değilmiş. Sıtma dedikleri böyle bir hastalık işte.

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

Evet, canınız çok acıyacak

SONRAKİ HABER

Eski bir geleneğin yeniden canlanışı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...