İnsan derisinin ilişki ve ifade problemi
Hakan Erdoğan
Bazı düşünce ve inanç sistemleri, bedeni metafiziksel bir düzleme iterek, iç uzayını dışarıdan azimle ayıran, kapatılmış, despotik bir hale getirmeye çalışsalar da insan bedeni temas halinde olduğu her şeyle ilişki kurmaya devam eder. Zira nöro-transmitterler, hormonlar, kimyasal reaksiyonlar, elektriksel aktiviteler bedeni, kendi içine çekilmekten veya bir öte-dünyaya sürüklenmekten alıkoyar ve önünde sonunda yaşamın merkezine yerleştirirler. Nitekim anatomik olarak da hiç kapanmayan, hep diğer organlarla ilişki halinde, içinden envai çeşit sıvı akıtan yapılar fizyolojinin coşkun bir armonisini kurarken; çeşitli delikler, gözenekler, duyu organları ve en çok da cildimiz dışarıyla bitimsiz bir devamlılık meydana getirir. Duyularımız sürekli çevreyle irtibat halindedir ve bu noktada insan bedeni keskin sınırlı değildir, akıcıdır. Derimiz hesapsız yüz ölçümleriyle bağlar bizi dünyaya. Ah derilerimiz bizim! Mutluluk kaynağımız olabilir iki kişilik bir yatakta. Ama bir toplama kampında veya ırkçı bir saldırıda en büyük düşmanımızdır.
BEDENİN ÇÖZDÜĞÜ İFADE PROBLEMİ
Koskoca evrimin orta yerinde bir geçiş canlısı olarak duran insan, sürekli yeni ifade biçimleri de bulmak zorundadır. Yoksa üstüne esen rüzgârlar, onu ele geçiren akımlar yakasını bırakmaz. Duygularımı, düşüncelerimi nasıl anlatabilirim? Yazmak, çizmek yetmez! Bedenin varlığı, başlı başına bir ifade problemi haline gelmiştir. Bilirim ki saçımdaki dalgalar beni mütevazı göstermek içindir. Çökmüş omuzlarım nasıl da kötü bir çocukluk geçirdiğimi anlatır. Gözlerim “beni kimse sevmedi” der sürekli, “sen yap”; elbette yalandır..
Duygu ve düşüncenin önemli bir temsili olan desenlerden oluşan dövmeler, bedenin düzlüklerine öylece bırakılmış sanat eserleri değildir. Dövmeler fonksiyoneldir. İzleyicilerinin, dolayısıyla toplumun duygularını yakalayıp kendilerine sahip olan kişinin mesajını iletir ve böylelikle dış dünyayla görsellik temelinde bir bağ kurarlar. Kişinin herkese söyleyecek bir sözü olduğunu ifade eder dövme. Ama en önemlisi; güçlü bir direncin, düşselliğin gerçekliğe en sert çarptığı yerde -insan bedeninde- ibrazıdır. Kalıcı olması ise korkutucudur: “ben ölene kadar bunu düşüneceğim, böyle hissedeceğim.” Fenadır dövmeler. İnatları akıl almazdır.
İDEOLOJİK İŞGALLER
Konu ifade problemi olduğunda yalnızca bedenlerimiz değil, onu savaş alanı haline getiren kuvvetler de durmayacaktır. Zira desenlerin ideolojik işgalleri her zaman insan bedeninden başlar, daha sonra yaşamın geri kalanına sirayet eder. Saç, sakal modellerimizle, üstümüzdeki kıyafetlerle, masa örtülerimiz, evdeki mobilyalarımız, arabalarımızın görünüşleriyle belli desenler, çizgiler, motifler, renkler, şekiller bir anlam dünyası da inşa ederler. Bunlar arasındaki tercihler zevklerle ilgili değildir. Zaten, “zevkler ve renkler tartışılmaz” sözü doğru da değildir. Beğeniler bizzat kapitalist sistemin aygıtları tarafından öğretilir çünkü. Renklerin, zevklerin desenler yoluyla kapitalizmin nasıl da hizmetine girebildikleri ziyadesiyle ironik bir durum. Neoliberal sistemin düzenekleri, arzu nesnesi olan ne varsa alır ve onu “üniforma” haline getirir. “Uni-forme” eder yani; tek biçim altına sokar, yaşamın özgür enerjisinin, dayattığı biçimlerin dışına çıkmasına izin vermez. Bazen daha kötüsü olur, faşist akımların hâkimiyetindeki gamalı haç şeklindeki desenler istila eder yeryüzünü. Veya bizim memlekette dudakların yanından aşağı sarkan bıyıklar halinde yapışır suratlara.
Arka plandaki ideolojik oluşum ne olursa olsun, finansal sektöre sırtını dayamış, zaten öyle de yapmak zorunda olan Moda, desenlere habis, tahakkümcü özellikler kazandırır. Bireyler, içinde konumlandıkları görsel dünyanın dışına çıkamazlar ve diğer bütün üretimlerin yanında desenlere, renklere, şekillere bile güdümlü hale gelirler. Küresel homojenleşmeyi her gün binlerce cinayet işlenen Afrika kentlerinde bile zavallı insanların üstünde YSL, Chanel, Dior baskılı t-shirt’lerle; bizim semt pazarlarımızda Adidas, Nike ayakkabılarla, sokaklarda satılan Ray-Ban, Police markalı çakma gözlüklerle gerçekleştirir. Burada önemli olan o markaların ne kadar para kazandığı değil, bütün dünyanın o markalara aynı tepkiyi vermesidir. Eğer dünyada kurulu bir sinir sistemi varsa, o, modanın ta kendisidir!
BEDEN SINIRLARINI BOZMAK
En önemli kale olan insan bedenini ele geçirmiş, evlerimizde, medyada, günlük eşyalarımızda bile hâkimiyetini kurmuş bir sisteme önünde sonunda isyan başlayacak. 68 kuşağı bunu yapmış, o zamanın özgürlükçü akımları desenleriyle de ayaklanmışlar. Çiçek, bitki, böcek, ot imgeleriyle kitleler müzik dinleyerek, baştan çıkarak, dans ederek tüm baskılara karşı hareketlenmişler. Şimdi dönüp baktığımızda Mayıs 68’in sadece olağanüstü düşünceler ve duygularla değil, o zaman üretilen desenlerle de olgunlaştığı anlaşılır.
Bağımsız yapılan her dövme, hâkim siyasetin ortaya koyduğu çizgiden bir sapma olarak değerlendirilebilir. Öyle olduğu, fosilleşmeye yüz tutmuş bir kesimin, beden üzerinde yapılan farklı uygulamalara, kıyafet serbestliğine, hatta renkli merdivenlere bile karşı olan tepkisinden görülebilir. Dövmelerin en olumlu özellikleri halen tekellerden uzakta üretiliyor olmaları. Henüz bir dövme tarzının, desen veya renginin en azından bizim bilgimiz dâhilinde “markalaşmamış” olması ve çeşitliliğin devam etmesi bu mecranın temiz kaldığını düşündürüyor. Dövmeler, helezonları, burgaçları, büklümleri, sarmallarıyla nihayete ermeden bedenlerin sınırlarını bozup yaşamla bağ kuruyor. Onları, içine sıkıştırıldığımız devlet dairelerine, televizyonlara esir edildiğimiz odalara benzemekten kurtarıyorlar. Şimdilik..
Evrensel'i Takip Et