1 Mayıs 2025 00:08

Bir mahkûmun çığlığı, üç fidana yürüyen umut

Bugün bizlere düşen, Erdal’ın ve Denizlerin haykırdığı sözleri her adımda yeniden yaşatmaktır. Çünkü her bastırılmak istenen ses, ancak örgütlü bir iradeyle gerçek anlamına kavuşur.

Bir mahkûmun çığlığı, üç fidana yürüyen umut

Fotoğraf: Mehmet Şerif Can/Evrensel

Kürşat

ODTÜ 

Boş bir sahne. Ortada sadece bir iskemle, bir küçük masa, bir defter ve bir adam. Tüm salonu ağır bir sessizlik kaplıyor. Sahne ışığı, iskemlede oturan mahkumu aydınlatıyor. Ölümün soğukluğu, sözlerin titrek yankısında bize kadar ulaşıyor. Sözleri yavaşça salonu dolduruyor: “İnsana bahşedilmiş en güzel şey, ne zaman öleceğini bilmemesidir.”

Victor Hugo’nun “Bir idam Mahkumunun Son Günü” eserinden uyarlanan tiyatro oyunu, yalnızca bir bireyin trajedisine değil; bir sistemin adaletsizliği, devletin ölüm üzerindeki tahakkümünü anlatıyor bizlere. Bu eser, devletin adalet adına kurduğu infaz düzeninin, insanlığın vicdanına saplanan bir hançer olduğunu haykırıyor. 

Victor Hugo, 19. yüzyıl Fransası’nda idam cezasının sıradanlaştığı bir dönemde yaşam hakkının kutsallığını savundu. Ona göre idam sehpası, yalnızca bir bireyin değil, toplumun vicdanının çürüdüğü andı. Sahnedeki mahkûm, ölümün gölgesinde umutsuzluğa sürüklenmiyor; zincirli bir hayatı reddediyor, bir deftere yazdığı cümlelerle adaletsizliğe direniyordu. Bir pencerenin ardında umut arıyor, küçük bir kızın şarkısında affedilme dileğini duyuyordu. Ama en çok, insanın insanı yargılayarak öldürmesine karşı susmayan bir vicdandı o. Bu anlatı, yalnızca geçmiş bir adaletsizliği hatırlatmıyor; bugün hâlâ süren baskılara, adaletsizliklere karşı direnmenin gerekliliğini hatırlatıyor. 

Hugo’nun kaleminden yükselen adalet ve yaşam hakkı çağrısı, bugün darağaçlarının gölgesinden geçerek gençliğin mücadele mirasına dönüşüyor. Bugün darağaçları kurulmuyor belki; ama özgürlük hâlâ yargılanıyor, adalet hâlâ infaz ediliyor, yaşam hakkı hâlâ pazarlık konusu ediliyor. Darağaçlarının gölgesi, bugün de adaletsizliğin üzerine düşüyor. Erdal Eren’in darağacında, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam sehpalarında hayat bulan direniş ruhu bugün hâlâ geleceğe uzanıyor. Çünkü özgürlük için mücadele edenler bilir: Devletin infazları bir son değildir; her darağacından yeni bir başlangıç filizlenir. Ve biz, yaşamakla mücadele etmek arasındaki o ince çizgide yürüyenlerin izindeyiz.

Erdal Eren: Ölümün karşısında yaşamı savunmak 

12 Eylül karanlığı, gençliğin bedenleriyle birlikte umutlarını da darağaçlarında yok etmek istedi. Erdal Eren, henüz 17 yaşındayken bu zulmün hedefi oldu. Erdal, yaşının büyütülmesiyle, göstermelik bir mahkemede idama mahkûm edildi. Ama ölümün eşiğinde bile mücadeleyi seçti. Son mektubunda, korkusuzca ve açık bir dille yazıyordu: “Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim anlamına gelmez. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım.” O, darağacında yalnızca bir canı değil; teslim olmayan bir iradeyi savundu.  Bugün her özgürlük adımı, onun genç yaşında büyüttüğü mücadele iradesinin bir devamıdır. 

6 Mayıs: İnfaz edilemeyen umut 

6 Mayıs 1972 sabahı, Ankara Merkez Cezaevi’nin soğuk duvarları arasında üç genç son adımlarını attı: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan. Ama o adımlar, bir sona değil; halkın özgürlük mücadelesine doğru bir başlangıca yürüyordu. Denizler, devrimci bilinçleriyle bir kuşağın sesi ve halkın mücadelesinin bayraktarı oldular. 1968 gençlik dalgası, dünyanın dört bir yanında sokaklara umut taşırken; Türkiye’de Denizler; emperyalizme, işgale, sömürüye karşı “Tam Bağımsız Türkiye” sloganını yükselttiler. ABD üslerine karşı yürüdüler. İşçilerin grevlerinde omuz verdiler. Köylülerin toprak işgallerinde, gençlerin üniversite boykotlarında en önde yürüdüler. Ve 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası kurulan darbe düzeni, bu gençliği susturmak istedi. Göstermelik mahkemelerde yargılandılar. Ancak mahkeme salonlarında bile eğilmediler. Savunmaları, son sözleri, idam fermanlarını yırtan birer direniş manifestosuna dönüştü. 

Deniz Gezmiş, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm'in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!” 

Yusuf Aslan, “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” 

Hüseyin İnan, “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” 

Bugün Denizler, yalnızca geçmişin kahramanları değil; geleceğin kurucuları olarak bizimle yürümeye devam ediyor. Her özgürlük sloganında, her direniş şarkısında, her işçi grevinde, her gençlik yürüyüşünde onların adımları yankılanıyor. 

Bugün gençliğe düşen görev: Mücadeleyi büyütmek

Bugün Türkiye gençliği, tek adam rejiminin her alana yayılan baskı politikalarıyla kuşatma altında. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, yargının bir sopa gibi yalnızca bir kişiye dönük bir hamle değil; tüm topluma yöneltilmiş bir tehdit olarak kullanıldığını bir kez daha gösterdi. Üniversitelerde atanan kayyumlar, gençliğin iradesini hiçe sayarak eğitim alanlarını denetim altına alma çabasını ortaya koyuyor. Basın özgürlüğü ise sansür yasası ve tutuklamalarla hedef alınarak, toplumun haber alma hakkı açıkça gasp ediliyor. Bütün bu baskılar, yalnızca bireyleri değil, gençliğin geleceğini de dört duvar arasına hapsetmeyi hedefliyor. Ama bugün gençliğin sessiz kalmadığı, yeni yollar açtığı bir dönemin içindeyiz. Her yasak, her saldırı karşısında yeni itirazlar, yeni dayanışmalar büyüyor. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında, kampüslerden sokaklara, fakültelerden forumlara yayılan gençlik hareketi büyüyor. Üniversitelerde kurulan (ÖTK’ler, yalnızca biçimsel kurumlar olarak değil, gençliğin iradesini yansıtan birer mücadele alanına dönüşüyor. Bu tablo, gençliğin dört duvar arasında sessizce beklemeyeceğini, sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde yeniden hayat bulduğunu gösteriyor. 

Bugün üniversitelerde, sokaklarda büyüyen direniş; sömürüye, adaletsizliğe ve baskıya karşı yükselen özgürlük talebiyle 1 Mayıs’ta daha gür bir sesle buluşacak. Bu mücadele, yalnızca bugünün değil; yıllardır süren bağımsızlık arayışının devamıdır. 1 Mayıs’ta atılan her adım, 6 Mayıs’ta darağaçlarında haykırılan tam bağımsızlık çağrısının bugüne uzanan izlerini taşır. Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin darağacında savunduğu tam bağımsızlık davası, bugün de emperyalizme ve baskıya karşı diri tutulması gereken bir mücadeledir.

Bugün bizlere düşen, sözümüzü meydanlarda yükseltmek ve geleceğimiz için örgütlenmektir. Erdal’ın ve Denizlerin haykırdığı sözleri her adımda yeniden yaşatmaktır. Çünkü her bastırılmak istenen ses, ancak örgütlü bir iradeyle gerçek anlamına kavuşur. Bugün bir adım daha atarak, bir söz daha yükselterek, örgütlenerek mücadeleyi büyütmekten başka çaremiz yok.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi ve emekçiler 1 Mayıs’ı, iktidarın çok katmanlı saldırıları, derinleşen yoksulluk, baskı ve küresel ölçekte bir savaş tehdidiyle karşılıyor. İşçinin olduğu her yerde alanlara çıkacak olan emekçiler, insanca yaşanacak ücret, barajsız-yasaksız sendika hakkı, siyasi baskıların ve yasakların son bulması ve barış taleplerini haykıracak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et