Orhan Demirel’in ardından: İlk kucaklama, son kucaklaşma
Molla Demirel ve Ali Rıza Orman, yaşamını yitiren Almanya Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) Üyesi ve Gazeteci Orhan Demirel’in ardından yazdılar..

Orhan Demirel | Fotoğraf: Evrensel
İLGİLİ HABERLER

Her devrimci görevin ismi: Orhan Demirel'i kaybettik
Molla DEMİREL
Ben Orhan doğduğunda 10 yaşında bir çocuk olarak onu ilk kucaklayan bir amcaydım. Yaşama veda ederken de en son kucaklaştığı 73 yaşındaki son kişi ve amcası da ben oldum.
Bir insanın kızını yitirdiğinden tam 11 gün sonra beraber büyüdüğü, yeğeni, kardeşi, yoldaşı ve sırdaşını yitirmesinin acısını kim kavrayabilir. Boşuna dememişler “Allah kimseye evlat acısını yaşatmasın.”
Orhan'ı bir evlat olarak oğlu Özgür o kadar güzel anlatmış ki onu sosyalist mücadeleye hazırlayan amcasının, yoldaşının, kardeşinin ekleyecek bir sözü kalmamış. Ancak şunu söylemeliyim; sevgili Orhan, dünya işçi, emekçi sınıfının siyasi bilim ve kültürüne Özgür, Oktay ve Alev gibi üç kıymetli, bilgi birikimli mücevher-evlat da emanet etti.
Örnek bir evlat olan Özgür Demirel babasının ardından ileride edebiyat kitaplarında yer alacak bu mektubu yazdı: “Benim gölgesine sığındığım çınarım, kanatlarına saklandığım kartalım, sesinin titreşimlerinden ders çıkardığım babam yıldızlara gitti hem de sessizce ve kimseye bir şey söylemeden. Bir tek bana ‘Özgür ben ölüyorum oğlum’, dedin babam. Bir daha geri gelmeyeceksin biliyorum. Bir daha o engin birikimine danışamayacağım. Bir daha o derin duygu ve düşüncelerine başvuramayacağım babam, ‘abim’. (Bu da aramızda sır kalsın.) Baskısız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya barış ve kardeşlik, eşit haklar mücadelesinin hep içinde ve en önünde oldun. Yaşıtlarımız dışarda top koşturur, oynarken biz senden bildiri yazmayı, kitap okumayı, örgütlenmeyi öğrendik. Ben ve kardeşlerim senden konuşmayı öğrenmeden, “Parti bayrağı daha daha yukarı!” demesini, haykırmasını öğrendik! Baba, öğretmen, yoldaş, sırdaş oldun hep bize. İkna gücün, politik, ideolojik birikimin, dünyaya bakış açındaki sağlamlılık, kararlılığın, doğrularından her ne pahasına olursa olsun taviz vermemen ve doğrularının hep sınıf perspektifi ile bilenmiş olması, çelikten iraden ve örgütüne bağlılık, disiplinli çalışma, bunların binde birini bile yapabilmek dünyayı yerinden oynatmaya yeter canım babam. Bunu biliyorum ve ben de en az senin kadar buna inanıyorum. Senden bir toplu iğneyi dahi şuradan şuraya kaldırmanın ne kadar önemli olduğunu, bütünlüğe ne kadar katkı sağlayabileceğini öğrendim. Ne kadar da seviliyormuşsun babam bir görebilsen. Aramızda olsaydın mutlaka yazdıklarım arasında gözden kaçırdıklarımı, hatalarımı ustaca ve beni kırmadan düzeltir, yine doğrusunu gösterirdin biliyorum. Güle güle babam, güle güle babamız.”
ORHAN DEMİREL’İN ARDINDAN
Ali Rıza ORMAN
Yazar
Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. O kadar fazla güzel özellikleri vardı ki, birini yazsam öbürü eksik kalır. Benim için gerçekten çok zor bir yazı.
O benim mücadele yoldaşım, arkadaşım, sırdaşım, dostum ve kardeşimdi. 12 Eylül günlerinde ülkemizi saran cehennem ateşinin tam ortasındaydık beraber. O’nun bir saniye bile tereddüt etmeden o gün verilen görevleri içten ve yüksek bir azimle yaptığını nasıl anlatabilirim ki? Ancak görmek ve yaşamak gerekir. En önemlisi hâl dilinden anlamak gerekir. Orhan’ın, yaşadığı sürece, yaptıkları göze görünsün diye bir derdi asla olmadı. Sadece önündeki görevi, kolay ya da zor ayrımı yapmaksızın tamamlamaya odaklanıyordu.
12 Eylül’ün hemen öncesinde o günün şartlarında yapılması gereken çok zor bir görev için bir kişiye ihtiyaç vardı. Aklımıza ilk gelen kişi Orhan olmuştu. Kendisiyle konuşuldu. Bir saniye bile tereddüt etmedi. Görevi yapabilmesi için, derneklerden ve devrimci çevrelerden uzaklaşıp hiçbir şeye karışmaması ve hatta mücadeleyi bıraktığı izlenimi vermesi gerekiyordu. Herkesin yapabileceği bir şey değildi. Orhan bu görevi uzun bir süre başarıyla yerine getirmişti. Çevresinden hakkında ‘mücadeleyi bıraktı, korktu’ gibi eleştiriler geliyordu zaman zaman. Bunlara rağmen en ufak bir taviz vermeden işini yaptı.
Bir insanın inandığı değerler uğruna neler verebileceğinden daha çok nelerden vazgeçebileceğini anlamak isteyen biri Orhan’ı mutlaka tanımalıdır. Her türlü zorluğa ve engele rağmen ısrarla ve en önemlisi içten bir samimiyetle nasıl yol yürünür sorusunun yanıtı Orhan ile hayat bulan bir gerçekliktir. Bu öylesine söylenmiş bir söz değil, tam tersine Orhan’ı anlatmada ve anlamada eksik kalmış bir sözdür. Ruhunda sahip olma ve hükmetme hırsının ya da içgüdüsünün kırıntısını bile bırakmayan Orhan’ı nasıl anlatabilirim ki. Bunu derinlemesine hissedemeyen birinin onu anlayacağını sanmıyorum.
Her türlü zor şartlara, sosyal problemlere ve düşünsel kırılmalara rağmen doğruluğundan kuşku duymadığı değerlerin bayrağını bir an bile yere düşürmeden, pırlanta gibi üç evlat yetiştiren bir kahraman dersem birileri abarttığımı düşünebilir. Ama şunu biliyorum ki kahramanlar, parlak nutuklar atıp yumruk sıkanlar değil, sabırla, inatla ve içtenlikle her türlü sıkıntıya göğüs gerip yola devam edenlerdir.
Orhan bilgiye verilen değer konusunda da ayrı bir yere sahipti. Çok okuyan, sorgulayan ve sürekli kendisini geliştiren bir yapısı var. Bilgi birikimi çok üst düzeyde ve genişlikteydi. Sadece bilgi genişliğinden söz etmek ona yapılacak bir haksızlık olur. Aynı zamanda müthiş bir derinliğe de sahipti. Bu özelliğini asla başkalarını alt etmek, üstünlük sağlamak ve gösteriş için kullanmadı. Bilgisini, üzerinde konuşulan konuya yapışmış tozların temizlenmesine ve problemlerin çözülmesine hizmet edecek şekilde kullanırdı. Bunu o kadar ısrarla ve içtenlikle yapardı ki, ‘Konuşmayı şehvetle seven’ insan görüntüsü verirdi. Bu onun konuşmayı çok sevmesinden değil, tartışılan konuya verdiği değerden kaynaklanırdı. Onu tanımayan birinin önyargıyla bakması işten bile değildi.
Orhan’ı tanıtabilmek için o kadar çok şey yazıp anlatmalıyım ki, hangi birinden söz edeyim. 12 Eylül de işkencede yaşadıkları hakkında bir kaç şey söylemeden geçersem Orhan’ı eksik anlatmış olurum. İçeride çözülen ya da çözülmek üzere olan insanlara moral ve destek olup onları bir noktadan sonra durdurmayı başarabilen ender kişilerden biridir de Orhan. İşkencecilere karşı gösterdiği tavır ise ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemlidir. Onlara kafa tutup meydan okuyan adamdır. Bu konuda onunla baş edemeyeceğini anlayan işkencecilerin, “Biz ne dersek diyelim bu kendi bildiğini okuyor. Deli bu” dedikleri adamdır Orhan.
Ölmeden bir gün evvel beraberdik. Bedenen yorgun ve hastaydı ama zihinsel diriliğinde en ufak bir sarsılma yoktu. O gün geleceğe dair konuştuk. Hayallerimiz vardı ve beraber birşeyler yapalım diye konuştuk. Nereden bilirdim ki bu son görüşüm olacaktı. Ah sevgili Orhan, sırası mıydı apansız gitmenin ve bizi böyle boynu bükük bırakmanın.
Sevgili Orhan bize gösterdiğin değerlerinle, fedakarlığınla, samimiyetinle ve insan olma özelliğinle hep yolumuza ışık olacaksın. Bundan en ufak bir kuşku duymuyorum. Ne zaman bir kuş sesi, ne zaman çağlayan bir su sesi duysam ve ne zaman bir rüzgar esse biliyorum ki sen bir şeyler söylüyorsun âleme. Kuş sesiyle yaşamın güzelliğini, su sesiyle zamana karşı sağlam duruşu ve rüzgar sesiyle insanlığın geleceğine dair taşıdığın umudu fısıldayacaksın kulaklarımıza. Huzur içinde yat, yoldaşım, arkadaşım, dostum, kardeşim, sırdaşım Orhan. Anın önünde saygıyla eğiliyorum.
Evrensel'i Takip Et