02 Kasım 2018 23:22

Emperyalist güçler arasında gerginlik artıyor

Avrupa’nın gündeminde bu hafta Suriye zirvesi, NATO tatbikatı ve bütçe tartışmaları vardı.

Kolaj: Evrensel

Paylaş

İstanbul’da Suriye’nin geleceğini görüşmek üzere düzenlenen zirvede Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya devlet ve hükümet başkanları bir araya geldi. Buluşma sonrası liderler ortak bir basın toplantısı düzenledi. Zirveyle ilgili bir sonuç bildirisi de yayımlandı. Alman medyası, zirvenin ABD katılmadan yapılmasını ve sonuç bildirgesinde Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün öne çıkarılmasını Almanya’nın Ortadoğu’da da öne çıkma girişimi ve müttefiki Fransa’ya rağmen ABD’ye bir kafa tutuş olarak değerlendirdi.

Diğer yandan ABD’nin basını çektiği emperyalist askeri birlik olan NATO, Rusya ve müttefiki Çin’e karşı Soğuk Savaşın bitmesinden bu yana en büyük askeri tatbikatı Avrupa’nın kuzeyinde, 25 Ekim ile 7 Kasım arasında Norveç’in kuzeyinde Rusya’nın sınırında gerçekleştiriyor. 29 üye ülkenin yanı sıra bu tatbikata Rusya’nın komşu ülkeleri İsveç ve Finlandiya’da katılıyor.

İngiltere’de ise, bu hafta, Maliye Bakanı Philip Hammond bütçe açıklama konuşması sırasında kemer sıkma siyasetinin sonuna gelindiğini iddia etti. Yıllarca kesintilere maruz kalan ve askeri bütçe ile ayakta kalmaya çalışan kurumlara, kemer sıkma siyasetin sonuna geldiğini söylemek ne gerçekliği yansıtıyor ne de kurumların en temel bütçe ihtiyaçları karşılanacak. The Morning Star gazetesi, Phillip Hammond’un açıkladığı bütçeyi ve Brexit konusundaki tutumunu eleştiriyor.


İSTANBUL ZİRVESİ

German Foreign Policy

Federal Alman hükümeti geçen hafta İstanbul’da yapılan Suriye Zirvesini, Yakındoğu ve Ortadoğu’da ABD’den farklı ve ona karşı olan politikasını sergilemek için kullandı.

İstanbul’daki zirve, Almanya açısından çifte anlamda ilk olma özelliği taşıyor. Birinci olarak Almanya, ilk kez Suriye savaşı başlayalı beri savaşın sona erdirilmesinde çok önemli bir pozisyonla masaya oturmuş oldu. Daha önceleri, 2012 yılında, ABD ve İngiltere ile birlikte, bazı Suriyeli muhalifleri de içine alan görüşmelerde yer almış, Esad’ın devrilmesi için çaba harcanması kararlaştırılmıştı. Bunun dışında Suriye Dostları adı altında bir inisiyatifle, Esad sonrası Suriye’nin biçimlendirilmesi çabaları başlatılmıştı. Her iki girişim de başarısızlıkla sonuçlandı. Şimdilerde Suriye’nin geleceğiyle ilgili en gerçekçi grubun Astana formatında, hiçbir Batılı katılım olmaksızın İran-Rusya-Türkiye arasında gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Bu grubun en büyük sorunu, Suriye’nin yeniden inşası için gereken para. Bu nedenle de Rusya, bazı batılı ülkelerin devreye sokulması için girişim başlattı. İlk adım olarak da İstanbul’da Almanya ve Fransa ile bir araya gelindi.

Almanya açısından yeni olan sadece çok güçlü bir pozisyonda olunması değil, ABD’nin katılmadığı bir zirvede kendi politik hattını ortaya koyabilmesi ve ‘ilerlemekte olan bir dünya devi olarak’ ABD’nin başlattığı İran yaptırımlarına bu yolla kafa tutabilmesi.

SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ

Almanya, İstanbul’da bu şansı kullanmaya çalıştı. Zirve sonrası yayımlanan bildirgenin iki pasajında ABD’yi zayıflatmayı amaçlayan iki formülasyon dikkat çekiyor. Pasajlardan birinde Suriye’nin bölgedeki toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve bölgesel uyumunun korunmasının zorunlu olduğundan söz ediliyor. Diğer pasajda ise bölücü her türlü girişime karşı çıkılacağı vurgulanıyor. Bu IŞİD’e karşı Suriye’nin korunmasından çok Türkiye’nin baştan beri karşı çıktığı Kürt özerk bölgelerine karşı çıkılması anlamına geliyor. IŞİD’in ilerlemesini önleyen Kürt askeri birimleri ve özerk bölgeler böylece, karşıya alınmış oluyor. İstanbul Zirvesi Ankara’nın özerk Kürt bölgelerine yönelik sürdürdüğü açık savaşın onaylanması anlamına geliyor.

SURİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞI

Ancak İstanbul Zirvesinde olmazsa olmaz olarak öne çıkarılan Suriye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü sadece Kürtleri hedef almıyor. Ülkede IŞİD’e karşı mücadele bahanesiyle konuşlandırılan ABD askerlerinin de ülkeyi terk etmesi öngörülüyor. ABD ise Suriye’deki İran askerlerinin çekilmesine kadar orada kalmakta ısrarlı olduğunu bildirdi. Washington, bölgede istikrar sağlanıncaya kadar Suriye’de kalacağını açıklarken İstanbul Zirvesinde bağımsızlık ve toprak bütünlüğünden söz edilmesi, Almanya ve Fransa’nın ABD’ye rağmen çözüm arayışına girdiğinin göstergesi sayılıyor.

6,5 YIL SONRA

Almanya, İstanbul Zirvesinde bir konuda tamamen Batılı çizgiyi savundu. Suriye’nin geleceği Esad’sız olmalıydı. Ancak askeri veya politik olarak Esad’ın devrilmesi mümkün olmadığından bunun demokratik seçimlerle gerçekleştirilmesi esas alınmalıydı. Yapılacak seçimlere Suriye dışında yaşayan Diaspora Suriyelileri de istisnasız katılmalı, bir Anayasa Komitesi’yle Esad’sız geçiş sağlanmalıydı. Bu tür bir girişim hatırlandığı üzere 2012 yılında da vardı. Dönemin Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, dönem Rusya’nın Birleşmiş Milletler temsilcisi olan Witali Tschurkin’in eğer Esad’sız çözüme şık ve silahsız geçişin yolları hazırlanırsa Rusya’nın karşı çıkmayacağını söylediğini bildirmişti. Ahtisaari’nin mesajı, zaten Esad’ı birkaç hafta içinde devireceklerine inanan Fransa, İngiltere ve ABD tarafından ciddiye alınmadı. Gelinen yerde Esad güçlendi. Buna rağmen Almanya, Rusya’nın da onayı olduktan sonra Esad’ın seçimle yönetimden uzaklaştırılması fikrini tekrar ortaya attı. 

KAŞIKÇI’NIN ÖLDÜRÜLMESİ

Almanya, İstanbul Zirvesinde bir yandan açıkça ABD’nin pozisyonunu hedef aldı, rekabetini sergiledi, bir yandan ise Kaşıkçı olayını Ortadoğu’da ABD’yi zayıflatmak için kullandı. Trump ile veliaht Bin Selman arasında, İran’ı bölgede zayıflatmayı hedef alan ittifak, hem İran’a yönelik yaptırımlar, hem de Kaşıkçı olayı nedeniyle Almanya’nın tepkisini çekmekteydi. Berlin, İran’la nükleer sözleşme konusunda Bin Selman-Trump ikilisine tavır aldı ama diğer yandan büyük kazanç sağlayan Suudi Arabistan’a silah satışından da vazgeçmedi. Kaşıkçı olayı Bin Selman’ın güçsüzleştirilmesi konusunda Almanya’nın elini sağlamlaştırdı. Berlin, kendi gücünü arttırmak için Riyad’ı bahane ederek aslında Washington’a kafa tutmaya başladı. Suudi Arabistan’da Almanya’nın çıkarlarını da dikkate alan bir rejim için harekete geçildi. Kaşıkçı’nın öldürülmesine sert karşı çıkıp Riyad’la ilişkileri kesmeyi bile gündeme getiren Almanya, Suudi Arabistan’ın Yemen’e yönelik insanlık dışı saldırılarını ise görmezden gelmeye devam ediyor. Önemli olan ABD’nin bölgedeki gücünün zayıflatılması, Almanya’nın emperyalist çıkarlarının öne çıkarılması.

Çeviren: Semra Çelik


MALİYE BAKANI PHİLİP HAMMOND’UN SİNSİCE BİR DAVRANIŞ

The Morning Star / Başyazı

Hammond, Theresa May’in AB üyeliğinden yana güçlü tutumunu paylaşıyor ve May gibi David Cameron ve George Osborne’nun 2016 referandumunda Korku Projesini desteklemişti. O zaman AB’den ayrılırsak £30 milyar sterlin bütçe açığı olacağını, ve acil bütçeyle kamu harcamalarının kesilmesi ve vergilerin yükselmesi gerekeceğini söylemişti.

[…]

“Brexit, Brexit demektir” ahkamlarına rağmen, May ve Hammond sadece sözde bir Brexit ayarlama peşindeydi; böylece Britanya AB karar mekanizmasındaki yerini boşaltır ama AB kurallarına ve Avrupa Adalet Mahkemesinin kararlarına uymaya devam eder.

Hammond bu süreci daha da ileriye götürdü bu hafta sonu, ve AB müzakerecileriyle eğer bir anlaşmaya varılmazsa, acil bir bütçe çıkaracağını ve kemer sıkma politikalarına son verme kararını geri çekeceğini söyledi.

Bu parlamentoya yönelik, Brexit anlaşmasının kabul edilmesi için üstü kapalı bir tehdit. May’in sunacağı her hangi derme çatma bir Brexit anlaşmasının kabul edilmesi için uğraşacaklar. Aksi halde AB içinde kalma ve işçi haklarına yeni bir saldırı arasında bir seçim sunuyor.

Gölge Maliye Bakanı John McDonnell, Maliye Bakanının Ocak 2017’de ilk sunduğu Britanya’yı şirketler için kıyıdan uzak bir vergi cennetine çevirme planı olduğu iddiası konusunda haklı.

Bu yaklaşım, Londra’nın finans sektörü tarafından domine edilen, küçük devlet, düşük vergi ekonomik modeli yanlısı muhafazakar serbest-piyasa yobazlarının tutumuna uygun bir davranış olur.

Aynı zamanda McDonnell, bu Singapur tarzı modelin Britanya’nın sanayi potansiyelini olumsuz etkileyeceğini ve insanların hayat standartlarını riske attığını söylemekte de haklı.

May ve Hammond kemer sıkma politikalarının sonuna gelindiğini ve bunun nedeninin herkesin el ele vererek, fedakarlıkta bulunarak ekonomiyi kalkındığını iddia ediyor. Bu tam bir yalan.

Maliye Bakanının bütçe açıklamasında söylediği gibi, kemer sıkma politikalarının sonuna gelinmiş olabilir ama disiplin devam edecektir. Ve bu durum çalışan insanlar için kemer sıkma politikalarından pek farklı olmayacak.

İşçi ücretlerini ve sosyal yardımları keserek, işçi sınıfın yaşam standartlarını hedef alan kapitalist kemer sıkma politikası ekonomik bir ihtiyaçtan çok siyasi bir tercihti.

İşçi ücretleri, emeklilik ve sosyal yardım üzerinden kesintiler işçiye düşen milli gelir oranını zaten şirketlerin karlarını korumayı amaçlıyordu. Ve bu başarılı oldu.

Toryler, eğer yerel hükümetlere zorlan uygulamak zorunda kaldıkları kesintileri iptal etmelerini sağlayacak fonları vermezse, kemer sıkma siyasetinin sonuna gelindiğini söylemesi pek de bir anlam ifade etmeyecek.

Maliye Bakanın, okulların “ufak tefek” eşyalar alması için sunduğu 400 milyon sterlin “bonus”, 10 yıl boyunca yapılan kesintiden sonra yapılmış küstahça bir açıklama.

Benzer şekilde, büyük bir gösterişle, zihinsel sağlık hizmetleri için £4 milyar bütçe sözü veren maliye bakanı, Ulusal Sağlık Hizmeti için daha önce ayrılan £20 milyar dan bir alıntı olduğunu açıklamadı. Diğer yandan sağlık sektör için bu bütçe zaten yeterli değil.

[…]

Muhafazakarlar ve şehirli arkadaşları yine bir bütçe kutlaması yapıyorlar, fakat çalışan insanlar daha sürecek kemer sıkma politikalarına maruz kalacaklar. 

Çeviren: Çınar Altun


NATO’NUN BÜYÜK TATBİKATINA KARŞI MOSKOVA

Sergueï Manoukov / Expert

Brüksel Moskova’ya cevap vermeye karar verdi. Soğuk Savaşın bitişinden bu yana NATO’nun en büyük askeri tatbikatı, geçen Ekim ayında “Vostok (Ortadoğu)-2018” adı ile son 30 yılın en büyük askeri tatbikatını yapan, Rusya ile Atlantik müttefikler arasında gerilimin arttığı koşullarda Kuzey Avrupa’da gerçekleşiyor. “Trident Juncture 2018” adlı NATO’nun askeri egzersizi, Rusya’nın sınırında olan Norveç’te kara ve denizde gerçekleşecek. Yaklaşık 45 bin asker, 150 uçak, 60 savaş gemisi ve 10 bin motorlu aracın katılacağı Trident operasyonu, 300 binden fazla askerin katıldığı Vostok-2018’e göre daha sınırlı bir büyüklüğe sahip. Fakat katılan ülkeler açısından ondan çok daha kapsamlı: NATO’nun 29 üye ülkesinin yanı sıra İsveç ve Finlandiya gibi partnerlerde operasyona katılacak. Eylül ayında (gerçekleşen Vostok-2018 tatbikatına) Rus askeri güçlerin yanı sıra sadece Çin ve Moğol’dan askeri birlikler vardı.

Bir Norveçli subaya göre “senaryo hayali fakat gerçekçi olacak”. Gerçekleşen tatbikat, üyelerinden birisine saldırı esnasında NATO’nun vereceği cevabın hayata geçirilmesinin egzersizi olacak. “Egzersizin büyük bir kısmı arkada, yani nüfusun içerisinde gerçekleştirilecek” diye belirtiliyor. Bu çok alışılmış bu durum değildir, fakat tatbikatın daha gerçekçi olmasını sağlıyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e göre Trident operasyonu 48 saat içinde her yere yayılabilmesi gereken yeni acil cevap verebilme güçlerini (spearhead force) denemeyi amaçlıyor.

NATO’nun egzersizi gerçekleşirken Rusya’ya karşı suçlamalarda artıyor. En son Londra Rus askeri istihbarat teşkilatlarının siber saldırı gerçekleştirdikleri belirtti ve yeni yaptırım cezalarının alınmasını talep etti. Stoltenberg Moskova’yı bu “sorumsuz davranıştan” vazgeçmeye çağırdı ve Avrupa Birliğinin memurları gibi Rusya’yı eleştiri topuna tuttu. 

NATO’nun bu askeri tatbikatı ise Moskova’yı sessiz bırakmıyor. Rusya’yı en fazla kaygılandıran olgu, NATO üyesi olmayan ve sınır ülkeleri olan İsveç ve Finlandiya’nın Atlantik paktın faaliyetlerine giderek artan katılımıdır. İsveç’te ülkelerinin Atlantik ittifaka katılmasını isteyenler son aylarda seslerini daha fazla duyurabildiler. Fakat Helsinki NATO ile Rusya arasında bir dengeyi muhafaza etmeye çalışıyor, fakat bu söyleme rağmen Atlantik ittifakın askeri tatbikatına katılan asker sayısını da arttırmadan geri kalmıyor. İnternette korsanlık ve casusluk suçlamalarının yanı sıra Batı, Rusya’yı orta ve uzun vadeli füzeler sözleşmelerini çiğnemekle de suçluyorlar (ki bundan dolayı 20 Ekim’de Donald Trump bu sözleşmeden çıkmak istediğini açıkladı). Hatta NATO’da ABD temsilcisi Kay Hutchison, Moskova’nın Rusya’nın batısına yerleştirdiği füzeleri daha yerden hareket etmeden yok etme tehdidini savurmaya kadar vardırdı. Rus Dışişleri Bakanına göre “arktik bölgesinde, özelliklede Rusya yakınlarında, Norveç’in kuzeyinde NATO’nun askeri ve siyasi faaliyetlerini arttırmasını görmemezlikten gelemeyiz.” Ona göre, “bu tür sorumsuzca davranışlar Kuzey bölgesinin istikrarsızlaşmasına neden olacak ve Rus-Norveç ilişkilerine zarar verecektir. Rusya buna göz yummayacak ve Rusya Federasyonu kendi güvenliğini korumak için gerekli olan tüm önlemleri alacaktır.”

Çeviren: Deniz Uztopal

ÖNCEKİ HABER

Bedelli askerlik başvuruları yarın da alınacak

SONRAKİ HABER

'Selman'ın danışmanı Kaşıkçı'yı öldüren timin yöneticisi' iddiası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa