26 Eylül 2016 14:19

OHAL, akademi ve akıntıya karşı yüzmek

Benjamin, tarih üzerine yazdığı tezlerde tarihin “bilimsellik” kisvesi altında, geçmişi olduğu gibi yansıtma zorunluluğunu tartışmaya açar.

Paylaş

Ekinsu Devrim DANIŞ
Boğaziçi Üniversitesi

Benjamin, tarih üzerine yazdığı tezlerde tarihin “bilimsellik” kisvesi altında, geçmişi olduğu gibi yansıtma zorunluluğunu tartışmaya açar. Geçmişte olanları olduğu haliyle tasvir etmek, ezenlerin tarihinin ezilenlerin varlığını unutturmasına aracı olmaktır. Modern tarih disiplini zaten ezenler üstüne kurulu bir tarih akışı inşa etmiştir. Benjamin, bu akışı tersine çevirmek için yüzümüzü geçmişe dönüp tarihi ezen-ezilen çelişkisi üzerinden okumamız gerektiğini vurgular. Şimdiyi değiştirmenin yegâne yoludur bu akıntıya karşı yüzmek. Tarihte adı anılması gerekenler; üretim araçları, eserlerin ve işlerin aidiyeti elinden alınanlardır. Ve onlar, akıntıya karşı yüzenler, hâlâ direniyorlar.
1 Eylül Barış Günü gecesi kırk bir Barış Bildirisi imzacısı akademisyen görevlerinden ihraç edildi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL, darbecileri tasfiye etmek bir yana Türkiye’de açıkça akademide barışı, demokrasiyi, özgür düşünceyi savunanların hedef haline getirildiğini ilan etmiştir. Hocalarımız akademik sorumluluğun bir parçası olarak çatışma sürecinin sonlandırılmasını, Kürt bölgelerindeki sokağa çıkma yasaklarına, ölümlere karşı barışı ve yaşamı savunmuşlardı. Son süreçte ne zaman “OHAL” lafını duysak, ardından “hukuksuzluk” söylemini duymaya alıştık. Peki OHAL ve hukuk arasındaki bu ilişki nedir?

OHAL HUKUK(SUZLUĞ)U

OHAL sonrası çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle devlet memurları, askerler, akademisyenler, eğitimciler olmak üzere birçok kesime soruşturma açıldı. Mesleklerinden ihraç edildiler yahut tutuklandı. OHAL’in varlığı bir yandan da şiddet rejiminin ilanıdır. OHAL ile kalıcı düzenlemeler yapılamaz, yasalar değiştirilemez; çünkü OHAL istisnai bir haldir. Fakat OHAL kendi yasasını ihlal ediyor. Nasıl?  Her ne kadar OHAL yasada tanımlanmış olsa bile, OHAL’in ilanına dair koşulların oluştuğuna, OHAL’in gerekliliğine sadece egemen karar verebilir. Bu sebeple egemenin varlığı hukuk dışı bir özellik kazanmış olur. Kanun hükmünde kararnamelerin hukuku ihlal etmesinin sebebi de budur. OHAL, kamu düzeni ve devletin güvenliğini sağlamak amacı güderken KHK’ler ile kendi yasasını ihlal eder durumdadır. Artık hukukun üstünde bir “egemen”in aldığı kararlarla baş başayız. Bu sebeple adil soruşturma süreci talebinin kendisi de OHAL kararının hukuksuzluğunu karşısına almaktadır. 

OHAL’İN AKADEMİYE UZANAN ELİ

Bu hukuk üstü “egemen”, istisna hali sürecinde bütün kurumları burjuva-gerici ideoloji doğrultusunda yeniden yapılandırma çabasına girecektir. Özellikle 4+4+4 sistemiyle birlikte başlayan,  “dindar nesil”  yetiştirecek bir eğitim düzenini hedefleri doğrultusunda inşa etmek isteyecektir. Bu yeniden yapılandırma sürecinde AKP hükümeti ilk olarak yolundaki taşları temizliyor. Bu sebeple eğitim alanındaki laik, demokratik, ana dilinde, bilimsel bir eğitim anlayışıyla yetişmiş akademisyenlerin tasfiye edilmesi tesadüf değildir. Ve elbette bu adımla bütün akademi camiasının sindirilmesi, hatta akademik yolculuğunun daha başlarında olan lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin de hizaya çekilmesi planlanmıştır. 
Kocaeli Üniversitesi’nden Deniz hoca odasını toplarken bir konuşma yapıyor, “Akademik elbisemi doktora asistanıma bırakıyorum, bilim mücadelesini o devam ettirecek. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında güzel işler yapacağına inanıyorum.” diyor. Hocalarımızın özgür ve demokratik akademi talepleri aynı zamanda bilim üretme sürecine katılmak isteyen öğrencilerin de mücadelesidir. Akademinin hâlihazırda boğuştuğu problemler ortadayken önümüzdeki dönemde bilgi üretim sürecindeki baskıların artacağını görebilmek için müneccim olmaya gerek yok. Eğitimin ticarileştirilmesi, sermaye süzgecinden geçirilmesi ve akademi üzerindeki siyasi iktidarın tahakkümü yeni değil. Bilgi üretim süreçlerinin patentler ve araştırma fonlarının işleyiş tarzıyla nasıl tahakküm altına alındığını bizler yıllardır yaşayarak deneyimliyoruz.  AKP hükümetinin inşa etmek istediği üniversite, iktidara biat eden, sermayenin istediği araştırmaları yapan (yalnızca bu koşulda araştırma fonu imkânı veren), sermayenin talep ettiği iş gücünü yetiştirmek ve karşılamak üzere kurgulanan bir üniversitedir. Denilebilir ki kapitalizm bilim üreteni bilimden yabancılaştırmak için her yolu deniyor. 

AKINTIYA KARŞI YÜZMEK ARTIK BİR ZORUNLULUK

Bütünüyle bu süreç, bizim önümüzdeki dönem karşılaşacaklarımızın teminatıdır. Hukuk üstü olmasından beslenen siyasi iktidar bütün kurumları kendi ideolojisine göre şekillendirecektir. Laik, bilimsel, demokratik bir üniversite talepleri olan bizler ise bugün hocalarımızı savunmanın “onları” savunmanın ötesinde geleceği, özgür düşünceyi, bilimi savunmak olduğunu unutmamalıyız. Akıntıya karşı hep beraber yüzmek artık bir seçenek değil; zorunluluk halini aldı bile.

ÖNCEKİ HABER

Yeni dönemde meslek liselerini ne bekliyor?

SONRAKİ HABER

Bir işçi önderi: Kenan Bilgin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa