20 Mart 2016 01:15

Şiddetin meşrulaştırılmasında mekânın yeniden tanımlanması

Şiddetin meşrulaştırılmasında mekânın yeniden tanımlanması

Paylaş

Ekinsu Devrim DANIŞ

“dünya bizim
Bizim bizim bizim bu dünya
Yine akmalı
Bu duvarlardan karışmalı hayata
Sokaklar bizim
Bizim bizim bizim sokaklar
Dünya bizim”

Schmitt der ki; egemeni o yapan salt yönetme gücü değildir, yönetirken yoluna taş olarak çıktığını düşündüğü her öğeye karşı örgütlü, yetkili ve güç sahibi olduğu sürece egemendir. Bizler ise hukukun bizim üzerimizdeki baskıcı ve sınırlandırıcı etkisiyle yasakların pratiği içerisinde karşı karşıya geliriz ve yasağı ihlal etmek sadece hukuku reddetmek değil; bir yasa koyucu olarak doğrudan egemenin kendisine yönelik bir hamledir. Tam da bu yüzden, her karşı duruş egemen için bir kriz yaratır, bu da şiddetin kurucu ve koruyucu öğe olarak tekrar yüzeye çıkmasına sebep olur. Eğer ki şiddetin egemenin elinde sadece onun otoritesi ve yasasını koruduğunu iddia edersek, halktan da bu düzenin içine dâhil olması ve bunun dışına çıkanların da en ağır şekilde cezalandırılması beklenir.

‘DÜZEN’ DIŞI EĞİLİMLER

Son süreçte içinde bulunduğumuz savaş atmosferini, egemenlerin kanla beslendiğini, büyüdüğünü düşündüğümüzde aslında egemen de kendi yönetme anlayışıyla bir çelişki içindedir. Tam olarak bir yönetememe hali içerisindedir. Ve bu yönetememe hali sadece yolundaki taşları temizleme süreci değil, yani şiddet aracılığıyla iktidarını muhafaza etmek değil; ama artık şiddetin amaçsallaştığı ve git gide iktidarın temel besin maddesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Şiddet amaçsallaştığında artık herkese dokunan, herkesi yakan bir hal almaya başlar. 13 Mart’ta gerçekleşen katliamı Devletin bizzat kendi eliyle kurgulamadığını varsayarak, sonuçları itibariyle Devlet’in otoritesini muhafaza etmek üzere şiddeti kendine eklemlediğini söyleyebiliriz. “Barış” istiyor ve meydanlara çıkıyorsanız, en demokratik hakkınız olan mitinglere katılıyor, taleplerinizi haykırıyorsanız, mahallenizi, sokağınızı, doğanızı, kısacası yaşam alanlarınızı savunuyorsanız; bilin ki “düzen” dışı eğilimler sergiliyorsunuz. Şiddet araçsal olarak karşınıza çıkacaktır. Fakat baktığınızda “düzen” dışı bir eylemlilik kategorisine sokamayacağımız, günlük hayatın pratikleri, ritüelleri içersindeki yüzlerce insanın ölümü de iktidarın otoritesini koruyor. İktidar, şiddet aracıyla mücadele hatlarını tıkarken, bir yandan şiddetin sonuçlarını da amaçsallaştırarak olası mücadele pratiklerine karşı baştan önlem almış oluyor. Şiddeti mekanı yeniden tanımlayarak meşrulaştırıyor ve şiddetin bu toplumun bir parçası olduğu, olacağı fikriyatını egemen kılmaya çalışıyor. Bunu yaparken ise tehlikeli ve tehlikeli olmayan mekanlar tanımını yaparak, bırakın miting alanlarını yasaklamayı, günlük hayatımızın seyrini yasaklıyor.
Epey bir süredir toplu taşıma araçlarını kullanırken üzerimizde bir tedirginlik var: Sözsüz, sessiz, konuşulmayan bir tedirginlik. Yürürken kendi kafamızda “ En iyisi metroya binmeyim” diyerek küçük solüsyonlar yarattığımız bir post-travmatik hal. 13 Mart günü, daha her şey çok sıcakken, bu sözsüz tedirginlik halini iktidar Abdulkadir Selvi’nin ağzından dışa vuruyor: “Teröre Alışmalıyız”. Diyarbakır, Sur, Cizre’de taş üstünde taş bırakmayan, bırakın sokakları abluka altına almayı, bir halkın sofrasına, aşına, evin, ; yani ev bağlamında tüm bir yaşamını abluka altına alan bir “egemen”den bahsediyoruz. Yıldırma, boyun eğdirme politikalarını her gün Kürt halkı üzerinde uygulayan iktidar; şimdi de bizlerin olası direnme kanallarımızı kapatmak için bize “alışın!” diyor. Metro’ya binmeyin, sokaklarda yürümeyin, grup halinde dolaşmayın, kısacası “evden çıkmayın!” diyor. Peki, şiddet bu kadar mekânsal mı? Sizi otobüs duraklarında, yollarda, turistik yerlerde ya da miting alanlarında mı yakalar sadece? Baktığınızda en güvenilir, huzurla bağdaştırılabilen “ev” bile şiddetin kendini tüm çıplaklığıyla gösterdiği bir mekân. Cizre’de, Sur’da evlerinde, bodrum katlarında yüzleşiyor insanlar ölümle. İktidar yönetememe sorunsalını mekânları yeniden tanımlayarak, aslında şiddetle gözdağı vererek yapıyor: “Teröre alışın yoksa sonuçlarına karışmam.”

TEHLİKELİ - TEHLİKESİZ YAŞAM

Bu gibi korku söylemlerinin toplumun bütün ezilen kesimleri üzerinde baskı ve sindirmeye yönelik bir hamledir. Fakat sokakta taciz edilmeden yürümenin neredeyse imkânsız olduğu bu zamanlarda “tehlikeli” ve “tehlikesiz” mekânlar ayrımının yapılmasının özellikle kadınların üzerinde apayrı bir etkisi olacağı açık. Kadınların sosyal yaşamdan tamamen çekilerek eve hapsedilmesiye çalışılması en büyük olası etkilerden biri gibi görünüyor. Modernleşmeyle beraber daha da belirginleşen özel alan-kamusal alan ikililiğiyle birlikte, tüm meta ilişkileri ve bunların belirlediği politika, bilim gibi unsurlar zaten erkeğe atfedilen kamusal alanda gelişmektedir. Kadınlar ise ev içinde yeniden üretimi sağlayarak sosyal üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine katkı sağlar. Yani özel alanla bağdaştırılan kadın ya evde, ya komşuda, ya da en iyi ihtimalle mahalle içerisine hapsolmuş durumdadır. Kadının kamusal alana katılımını engelleyen politikalarla beraber, hayatımızın her alanında olan “şiddet pornografisi”, özellikle kadınları doğrudan eve hapsetmenin başka bir aracı yapılmaya çalışılacaktır.
Fakat  Benjamin’e göre, şiddet sadece kendi düzenini yaratmakla yetinmez; aynı zamanda kendi düzenini dayatabilmek için kendi karşıtını da biçimlendirir: Direniş. Burjuva egemenlik sistemi tüm mekanizmalarıyla saldırıyor ve yönetememe durumunu idare edebilmek için bu saldırılar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Resmin bütününe baktığımızda böylesine merkezileşmiş bir gücü, yine karşısında ancak birleşik, örgütlü bir mücadele hattının engelleyeceği aşikâr. “Teröre alışın!”, “Terör her yerde” diyenlere inat bizler, kadınlar sokaklarda istediğimiz saatte özgürce yürüyebilmek, en demokratik haklarımız etrafında bir araya gelebilmek, yine hep beraber “barış” diyebilmek ve yaşam hakkımızı savunabilmek için mücadele etmek ve dayanışmaktan başka çaremiz yok.
 Dışarısı bizim.
 Dünyamızı yasaklayamazsınız!

ÖNCEKİ HABER

Özgürlüğü ve anlamı tekrar düşünme zamanı

SONRAKİ HABER

Artvin’in ötesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...