14 Aralık 2015 00:57

Serpil İLGÜN

Rus uçağının düşürülmesinin siyasi, ekonomik sonuçlarının maliyeti üzerine hesaplar yapılırken, ortaya bir de Irak krizi çıktı. Türkiye’nin, Musul’a bağlı Başika’ya asker göndermesi sonrası başlayan gerilimde, yumuşama sinyalleri vermeyen Bağdat yönetimi, NATO’dan sonra, bu kez BM Güvenlik Konseyi’nden ‘Türkiye’nin askerlerini derhal geri çekmesi’ için çağrıda bulunmasını talep etti. Erdoğan, “Askerlerimizi geri çekmemiz söz konusu değil” açıklamasını yinelerken, krizin en sıcak saatlerinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani Ankara’ya geldi. Yakın zamana kadar Türkiye’nin küçültücü ithamlarına mazhar olmuş Barzani, bu kez Türkiye’nin en yakın dostu olarak ağırlandığı Ankara’dan “AKP Hükümeti ile yakın işbirliği içinde oldukları” mesajıyla uğurlanırken, Irak’ta AKP ve Erdoğan protestoları başladı. Başika’ya asker göndermenin arkasındaki niyet ne? Musul neden önemli? Barzani ile yakınlaşmanın sebebi ne? Rusya krizi iddia edildiği gibi yumuşuyor mu? Türkiye toplumu AKP’nin Suriye politikalarını nasıl algılıyor? Suriye iç savaşı 2016’da sona erecek iddialarının karşılığı var mı? 
Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Fulya Atacan yanıtladı. 

Başika krizi ile yeniden gündeme gelen Musul ve Kerkük, öteden beri Türkiye’nin ilgi alanı içinde olan bir bölgeydi, şimdi yeni olan ne? 
Musul ve Kerkük sadece bizim değil, bütün dünyanın ilgisini çekiyor. Tarihsel bağlarımızdan vs başlayarak tabii ki bunu meşrulaştırırız, başkası da başka biçimde meşrulaştırır. Hiç tartışmasız Türkiye’nin bir Osmanlı hayali var, “Buralar bizim topraklarımızdı” diye bir inanma, hayal ve diskur var. Ama bunu söylemenin reel politikada karşılığı yok. Burada temel sorun petrol bölgeleri kimin denetiminde olacak? O petrol orda olduğu sürece Kerkük, Musul, sadece Türkiye’nin değil, herkesin önem verdiği yerler olmaya devam edecek. Yeni olan paylaşım süreci.

Bugün o denetim kavgası güncellendiği için mi yeniden önümüze geldi? 
Tabii ki. Birinci Dünya Savaşı’nda sömürge yönetimi ve o düzen içinde kurulan yapının yeniden düzenlenmesi ve paylaşılması söz konusu. Bu paylaşımda kim nereyi alacak, nasıl yapılar oluşturulacak, içerideki hoşnutsuzluklar nasıl bertaraf edilecek? Bütün bunların üst üste çakıştığı, 21. yüzyılın en önemli olaylarından bir tanesini yaşıyoruz. Çok farkında değiliz ya da içinde yaşadığımız için neyin ne kadar önemli olduğunu anlayamayabiliriz, göremeyebiliriz. Ama 2011’den itibaren Arap isyanlarıyla bu bölgenin alt üst olduğu muhakkak. Henüz hiçbir şey değişmedi, değişecek. İşlerin tam anlamıyla kızıştığını zannetmiyorum, daha var. Irak özelinde tabii ki Amerikan işgalinden sonra ortaya çıkan yapının yarattığı sorunlar da var. 

Suriye’de planlarını, emellerini gerçekleştirememiş AKP Hükümetinin, önce Rus uçağını düşürme, ardından Irak’a asker gönderme hamlelerini siz nasıl okuyorsunuz?
Türkiye’nin çok öyle batıdan bağımsız, kendi büyük Osmanlı hayalleriyle Suriye’ye daldığı kanaatinde değilim. Arkasından itekleyip, destekleyenler de vardı. Bunu siz kendi iradenizle yapıyormuş gibi zannedebilirsiniz. Öyle de anlatabilirsiniz. Ama bu öyle olduğu anlamına gelmez. Bu politikalar Suudi Arabistan’ın da, Amerika’nın da desteklediği politikalardı. Türkiye’nin bağımsız, salt kendi isteği ile yaptığı bir şey değildi. Ama sonra sorunlar çıkınca faturayı aralarındaki zayıf halkaya, bu işe en müsait olana kestiler. Irak meselesini, Türkiye’nin “Ben buradayım” deme biçimi olarak değerlendiriyorum. Bunu kim ne kadar kaale alır, önemli değil. “Buradaki dönüşüm içinde ben yokmuşum gibi hareket edemezsin” diyor. Ben asker değilim, oraya gönderilen askerle Musul’a operasyon olur mu olmaz mı, bilemem. Ama size yaptırmazlar. Bu kadarını biliyoruz. 

Türkiye’nin, müttefiklerinin özelikle de Amerika’nın çizdiği rotanın dışına çıktığı durumlar olmadı mı? Zira, IŞİD ve diğer cihatist yapıları koruyup kollamasının, bunun karşısında PYD’ye karşı takındığı tutumun rahatsızlık yarattığı yönünde değerlendirmeler yapıldı... 
Kürt meselesi bizim yumuşak karnımız. Türkiye içinde zaten çatışma var, bunu çözmek istiyor muyuz, nasıl çözeceğiz, belli değil. Daha çok günlük idare etmelerle götürüyoruz bunu. Kendimiz çözemediğimiz için artık Ortadoğululaşan bu meseleye bakışımızın çok rahatsızlık yarattığını biliyoruz. Hatırlayalım, Kürdistan Bölgesel Yönetimi kurulduğu zaman da bugün PYD’ye verilen tepkilerin aynısı verilmişti. İstemiyoruz çünkü o bizim içimizdeki Kürt meselesini alevlendirir, yeni bir perspektif sunabilir, Kürtler oraya bakabilirler diye düşünülüyordu. Ama bunların hepsi bizim sorunumuz. Bu sorunları Irak yönetimi yaratmadı, Suriye yönetimi yaratmadı. Kendi sorunumuzu çözmediğimiz için, etrafta olanlara da bu sorunun lensinden kırılarak bakıyoruz. Türkiye’nin müttefikleriyle çatışmaları oluyor ama bu çatışma hiçbir zaman kopmaya gitmedi. Yani konjonktürel farklılaşmalar oluyor ama sonuçta dönüyorsunuz, NATO’ya diyorsunuz ki, biz Rus uçağını vurduk yanımızda durun! 

Bazı yorumcular, Rus uçağının düşürülmesini ve Irak’la yaşanan krizi, Türkiye’nin Suriye’de bir Sünnistan kurma, oranın hamisi olma çabası içinde de değerlendiriyor. Katılır mısınız? 
Meseleye sadece Suriye diye bakmamak lazım. Önce Irak’ta başlayan, arkasından Suriye’ye dönen, Suriye’deki gelişmenin şimdi geri dönüp Irak’ı yeniden etkilediği karmaşık bir süreçten geçiyoruz. Yani bunun bir geçmişi var. Bu süreç içinde henüz bir şeyin oturduğunu zannetmiyorum. Aktörler, aktörlerin pozisyonları, kurulan ittifaklar sürekli değişiyor.

BARZANİ-TÜRKİYE YAKINLAŞMASI ŞU ANIN FOTOĞRAFI

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin ‘ara bulma’ için Türkiye’ye geldiği söylendi ama Ankara’ya ayak basar basmaz ilk iş MİT’e gitmesini siz nasıl değerlendirirsiniz? AKP’nin Barzani’ye bu kadar yakın durmasının sebebi ne? 
Barzani’nin kendi bölgesinde sorunları var, Türkiye’nin de kendi iç sorunları var. Türkiye’nin aynı zamanda hem kendi Kürtleriyle hem de Suriye’de oluşan yapıyla problemi var. İkisinin şu anki müttefikliğinin yarın devam edeceğinin garantisi yok. Hiçbiri için yok. İç savaşın doğası gereği ittifaklar hızla kurulup, çöküyor. Politika son derece dinamik ve kaygan bir zeminde yapılıyor. Barzani Türkiye yakınlaşmasının şu anın fotoğrafı olduğunu, yerleşmiş, oturmuş, uzlaşılmış, dönüştürülmüş bir yapının henüz olmadığını biliyoruz. 
Suriye’deki her bir aktörün kendine göre farklı bir ajandası, farklı bir gelecek tahayyülü var. Bunların hepsi farklı zamanlarda, farklı yerlerde birbiriyle çatışabiliyor. Dolayısıyla tek bir çatışmadan değil, çok katmanlı çatışmalar silsilesinden söz ediyoruz. Böyle bir yapı içinde de çok konjonktürel kurulan ittifaklar, çok çabuk çözülüyor. Bu Ortadoğu’ya özgü bir durum da değil, iç savaşın yaşandığı tüm toplumlarda görülen bir şey bu. 

Dolayısıyla bütün kavga, ittifakların bu kadar hızlı kurulup, bozulması, o dönüşümde kimin ne kadar rol kapacağı ile ilgili?
Evet, o paylaşımda ne kadar söz sahibi olacak. Mesele bu. Yarın belgeler ortaya çıktığı zaman, bugünün tarihi başka türlü yazılacak şüphesiz. Ama şu anda içinde bulunduğumuz durum için net tahliller yapmak çok zor. Bazı şeylere bazen fazla anlam yüklüyoruz, bazen de çok önemli bir şey oluyor, farkında olmuyoruz. Ama şundan emin olabiliriz ki, bir süre sonra genel olarak insanlar orada olanlara ilgisini kaybediyor. 

Şu anda öyle miyiz?
Suriye’dekine kaybettik. Bizi etkilediği zaman ilgi duyuyoruz. Rus uçağını düşürdüğümüz zaman yüzümüzü döndük ama ona da “gaz mı kesilir, savaş mı çıkar” diye baktık. Suriye’nin içiyle ilgili miyiz? Veya Yemen’de de aynı şeyler oluyor ama zerre kadar ilgimizi çekmiyor. Bize dokunduğu zaman Suriye ile ilgileniyoruz. 
Şu gerçek, Türkiye son derece tehlikeli bir politika izliyor. Ateşle oynamak gibi bir şey bu. Ateşle çok fazla oynayınca yanmanız kaçınılmaz ki yanıyoruz farklı biçimlerde. Yani biz New York’ta oturup konuşmuyoruz Suriye’yi. Buradayız, bu çatışmanın içindeyiz. Bu çatışma kendi iç çatışmalarımızı etkileyecek, ki etkiliyor, o çatışmalarda aldığımız pozisyonları etkileyecek. Bu kadar karmaşık, yoğun çatışmalı bir dönemde yaşayan sıradan insanlar olarak biz de payımıza düşeni ne yazık ki alıyoruz. Ve bunlarla ilgili de pek söz söyleme hakkımız maalesef olmuyor. 

İKTİDAR YAPTIĞI HİÇBİR İŞİN SORUMLULUĞUNU ALMIYOR

Geçtiğimiz hafta, Suriye savaşındaki AKP hamlelerini Türkiye toplumunun nasıl gördüğü üzerine bir araştırma sonucu yayınlandı. Buna göre halkın yüzde 91’i Türkiye’nin haklı olduğunu düşünüyor. Böylesine yüksek bir onay alması nasıl yorumlanabilir?
Bu çok milliyetçi bir tepki. Ama şunun çok farkında olmamız lazım ki, bu iktidar medya üzerinden kamuoyunu, insanların olayları anlama biçimini maniple etmede çok yetkin. Belli ki uzman kurulları da var bu iş için. Ama bu iknanın çok yüzeysel olabileceğini de düşünüyorum çünkü anlık, “Vay bizim toprağımıza nasıl girer, sen kimsin, haddini bildirim” demenin bedeli/etkileri hissedilmeye başlayınca değişebilir. Kısacası bu uzun süre devam ettirilebilir bir rıza değil. 

Bu görüşünüzü şu sonuçlar karşısında da korur musunuz? Çünkü aynı araştırma, Haziran ve Kasım ayı arasında yüzde 35’lerde seyreden başkanlık sistemine onayın, uçak düşürme olayından sonra yüzde 54’e çıktığını söylüyor. Bir diğer çarpıcı sonuç, halkın yüzde 74’ünün, Erdoğan’ın Rusya ile çıkan krizi çok iyi yönettiğini düşünmesi… 
Tabii, hiç kuşkusuz. İşte “Rusya’ya boynu eğmiyoruz, güçlü ülkeyiz” vs bunlar, halkın milliyetçi duygularını okşayan tavırlar. Dolayısıyla bu çok iyi maniple ediliyor, yönlendiriliyor ve kullanılıyor. Zaten tüm bu karmaşa içinde Cumhurbaşkanı’nın başkanlık sisteminin Türkiye için gerekli olduğunu söylemeyi ihmal etmemesi ilginç değil mi? 

Dolayısıyla tüm bu ‘efelenmeler’ daha çok iç kamuoyunu etkilemek için?
Tamamen kendi iç kamuoyunuza yönelik, desteğinizi konsolide etmeye yönelik bir strateji. Yarın, bugünün tarihini yazanlar, o uçağın nasıl vurulduğu hakkında başka belgeler görecekler. Çünkü Rus uçağını vurmak, sadece Tayyip Erodoğan’ın kendini göstermesi, “sen benim toprağıma giremezsin” meselesi değil. Rusya’nın Ortadoğu’da son derece aktif, belirleyici rol oynamaya çalıştığı bir dönemde bundan rahatsız olan Batı Avrupa’nın da, Amerika’nın da, Rusya’nın canını yakmak ya da sinirlerini attırmak istediğinden eminim. Ama bunu siz doğrudan yapmazsınız. Şunu düşünelim Suriye, İsrail’e sonuna kadar karşıydı ama hiçbir zaman kendisi saldırmadı, Hizbullah üzerinden saldırdı. 

Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, geçtiğimiz günlerdeki yazısında, Rus uçağının düşürülmesinin AKP’ye ve Rusya’ya kurulmuş bir kumpas olduğunu söyledi?
Doğrusu ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Yani acaba Rus uçağını başkaları mı düşürdü? Türkiye’nin silahlı kuvvetleri düşürdü. Siyasi kararı veren AKP Hükümeti, angajman kuralları diyen Başbakan. Yani sizin silahlı kuvvetleriniz mi size kumpas kurdu? Bunun ciddiye alınır bir tarafı yok. Ama yaptığınız işin sorumluluğunu almak diye bir sorun var. Bu iktidar için bildiğimiz bir şey var ki, başından beri yaptığı hiçbir işin sorumluluğunu almayan bir iktidar. 

AKDENİZ’DEKİ DURUM KARŞILIKLI BİR GÜÇ GÖSTERİSİ

Akdeniz mühimmat deposuna döndü, malumunuz. 12 ülkeden 59 savaş gemisi halihazırda Akdeniz’de. Bu yığınağı, ‘Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyor’ teziyle birlikte nasıl değerlendirirsiniz?Bu kadar savaşa hevesli olmasınlar derim. Savaş çok ağır bir durum. Bu kadar kolay propagandası yapılacak bir mesele değil. Karşılıklı bir güç gösterisi olduğu açık. Bu savaşın, bu büyük dönüşümün bir biçimde etkilerinin Avrupa’ya Amerika’ya kadar uzanması mümkün. Mülteci krizi sadece bir örnek ama asıl önemli olan burada yaşayan insanların hayatlarını cehenneme çevirdiği gerçeği. Ve bu cehenneme odun taşımaya bu kadar hevesli olmanın kimseye bir faydası yok. 

'HERKESİN KARIŞTIĞI İÇ SAVAŞLAR ETRAFI TEMİZ BIRAKMAZ'

Viyana’da varılan uzlaşma, ardından hem sahada savaşı yürütenlerin hem de arkasındaki güçlerin çeşitli yer ve zamanlardaki bir araya gelme durumlarının sıklaşmasına bakarak, 2016’da Suriye’de savaşın sona ereceğine ilişkin yorumlar var. Mümkün görüyor musunuz?
Böyle bir noktaya gelindi mi, emin değilim. Uzlaşı fiili durumun meşrulaştırılması değildir. Bu durumdan nasıl çıkılacağı üzerine bir uzlaşı yok. Üzgünüm ama bu durum sürecek. İç savaşları en yakınımızda olan Lübnan’dan, Afganistan’dan biliyoruz. Nasıl barış olacak? Bu kadar ağır, herkesin karıştığı iç savaşlar, etrafı temiz bırakmaz. İç savaşlarda en ağır bedeli sıradan insanlar ödüyor. Diğer yandan bundan çok para kazanan silah tüccarları, organ mafyası, kadın, çocuk, insan ticareti yapan mafyalar var. Baktığımız zaman iç savaş bazıları için çok “kârlı” bir iştir. Dolayısıyla bu kolay çözülür bir yapı değil. Ve bunlar yokmuş gibi konuşmak, gerçekte olanı görmemektir. Siz politikalarınızı oluştururken bunları hiç dikkate almıyorsanız, sonuç insanlar açısından felaketten başka bir şey olmaz. Bu bölge ülkelerinde de felaket olur çünkü uyuşturucudan, kadın, çocuk, silah ticaretinden gelen yasal olmayan, büyük para, her yerde toplumsal ve siyasal ilişkileri etkiler, çürütür. Sadece iç savaşın yaşandığı ülkeyi değil çevresindeki ülkeleri, toplumları da çürütür.

PUTİN KONUŞMAMASI UÇAĞININ DÜŞÜRÜLDÜĞÜNÜ UNUTTUĞU ANLAMINA GELMEZ

AKP medyasına bakılırsa Rusya krizi yumuşamaya başladı.  Putin ve Medvedev’den konuyla ilgili son günlerde açıklama gelmemesi yumuşama işareti olarak görülüyor. Ama tabii satır aralarına bu işten Türkiye’nin değil Rusya’nın zararlı çıktığı, Türkiye’nin ürünlerini satacak ya da doğalgaz alacak başka pazarlar bulduğu vs. şeklinde vurgular eklenerek. Siz yumuşama işaretleri görüyor musunuz? 

İyi de Rusya ile çatışma Pazar yüzünden çıkmadı ki. Niye düşürdük biz o uçağı? Bizim portakallarımızı almıyorlar diye mi? Bu işin büyük bir sorumluluğu var. Putin’in iki gündür iki cümle söylemiyor olması, bunun unutulduğu ya da affedildiği anlamına gelmez. Bu bir yere yazılır. Bu yazılanlar dediğim gibi, iç kamuoyunu teskin etmeye, onları belirli bir görüşe ikna etmeye yönelik yazılar. O nedenle bunları bir tür propaganda metni olarak görmek lazım. Onun ötesinde bir anlam ifade etmez. 

Suriye’de olanlar sadece Suriye’de kalmıyor, bütün bölgeyi etkiliyor. IŞİD denilen olgu pek çok insan için kabul edilebilir bir siyasi yapı değil ama unutmayın biz bu lafı burada oturduğumuz kahvede ediyoruz ve Suriye’de yaşamıyoruz. İç savaş koşullarında sıradan insanlar için en temel mesele hayatta kalmak; çalışmak, beslenmek, kendinizi ailenizi korumak. Ağır iç savaş koşullarında bunlar hiç de kolay işler değil. Afganistan’ı hatırlayın, Taliban ilk geldiği zaman toplumda bir düzen yarattığı için, güvenlik sağladığı için, diğer savaş lordları gibi rüşvetle iş görmediği için büyük destek gördü. Tamam IŞİD felaket bir örgütlenme ama ağır iç savaş koşullarında senelerdir ayakta kalmaya çalışan insanlar için IŞİD mi, diğeri mi belirli bir aşamadan sonra önemini kaybediyor. IŞİD’i bu gerçeklikten kopuk olarak tartışmak pek bir şey ifade etmiyor. Ben asker değilim ama bildiğim bir şey var ki gerçekliği göz önüne almadan, bombalamalarla filan bu sorun çözülmez, en fazla belirli bir süre için kontrol altına alınır. IŞİD’i var eden yaşanan iç savaş ve bu savaşı Batılı ve bölge ülkelerinin silah, para akışı ile desteklemesidir. Her yerde iç savaş, kendi ahlakını, kendi hukukunu, kendi problemlerini yaratıyor ve bir kez o dinamik harekete geçtiği zaman onu yukarıdan bombalamayla vs. kontrol etmek kolay değil. İç savaşlar toplumların dokularını çok tahrip eden durumlar. Onun onarılması çok kolay şey değil. 

ABD’NİN PYD’Yİ KAYBEDİLMEMESİ GEREKEN BİR MÜTTEFİK OLARAK GÖRDÜĞÜ KONUSUNDA ŞÜPHELERİM VAR

ABD Ankara Büyükelçisi Bass geçtiğimiz hafta verdiği röportajda, ABD’nin PYD’ye bakışının Türkiye ile aynı olduğunu belirterek, gelecekte dini, etnik veya ideoloji temelli otonom bölgelere bölünmüş bir Suriye’yi desteklemediklerini söyledi. Bu ne anlama geliyor?
Gayet nüanslı konuşmuş. “Suriye’nin bütünlüğünü istiyoruz” demenin bugün bir gerçekliği yok. Bunlar politik olarak söylenen ama gerçekliği, karşılığı olmayan sözler. “Evet, PYD ile kaygılarınızı anlıyoruz, PYD’nin oluşturduğu kantonların birleştirilmesine şu aşamada mesafeli duruyoruz ama toplumun gerçekliği neyi gösterirse, ona göre yine düşünürüz.” Yuvarlak laflar. Başka şey de söyleyemezsiniz, çünkü büyükelçisiniz. Benim Amerika cephesinde PYD’nin mutlaka kaybedilmemesi gereken müttefik olarak görüldüğü konusunda şüphelerim var. O kadar kaygan bir zemin, o kadar değişken, çok katmanlı çatışma ki, bugün desteklenen grup yarın desteklenmeyebilir. Büyükelçi bunu politik olarak ifade ediyor. 

KARA HAREKATI HEPSİNİN ÜZERİNDE BİR FELAKET OLACAKTIR

Kara harekatı tartışması bazen zayıflasa da akan gündeme eşlik etmekte. Ne dersiniz, manzaraya bakınca Türkiye’nin kara operasyonunda yerini alma olasılığı var mı?
Doğrusu bundan korkmuyorum değil. Türkiye’nin tek başına girebileceğini zannetmem. Ancak arkadan ittirilirse ve batı da destek verirse girer. Rus uçağının düşürülmesinden sonra bundan ürküyorum. Bir felaket olacağı açık. Şimdiye kadar gördüğümüz felaket hiçbir şeydir, bu hepsinin üzerinde çok ağır bir felaket olacaktır. Buna tek başına Erdoğan karar veremez, bir biçimde başkalarıyla görüşüp, uzlaşıp, ikna olup, ikna edip giden bir süreç olacaktır. Umarım bu akılsızlığı kimse yapmaz.

(Fotoğraf: Eren Bozbaş) 

Evrensel'i Takip Et