13 Kasım 2015 00:58

Özlem TEMENA
İstanbul

Türkiye’nin ev sahipliğinde Antalya’da gerçekleşecek olan G20 zirvesine sayılı günler kaldı. Kuruluş amacının önemli ekonomiler arasındaki ekonomik ve finansal politikalarda diyaloğu artırmak olduğu iddia edilen G20 zirvesi bu kez ‘Kapsayıcı Büyüme, Küresel Ekonomi, Büyüme Stratejileri, İstihdam ve Yatırım Stratejileri’ gibi başlıklarla toplanıyor.

15-16 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek zirvenin, diğer zirvelerden farkı ise zirvenin gündemine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine “Küresel Sınamalar: Terörizm, Mülteci Krizi” konusunun eklenmesi oldu.   

 ‘Peki dünyanın 20 büyük ekonomisinin bir araya geldiği zirve kimlerden oluşuyor ve  bu zirvenin amaçları nedir? Zirveden çıkan sonuçların emekçilere yansıması ne olacak’ gibi pek çok soru gündemde. Bu soruların cevaplarını İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünden Doç. Dr. Murat Birdal ile konuştuk. Birdal G20 zirvesinde ele alınan başlıkların görüntü olarak umut vadetse de içinin boş kalacağını belirterek “Emekçilerin temsil edilmediği bir toplantıda emekçilerin çıkarına bir sonuç çıkmaz” diyor. 

G20 zirvesi nedir? Bu zirvenin içinde hangi ülkeler yer alıyor?

G20 zirvesi G7’den farklı olarak daha geniş kapsamlı; örneğin Suudi Arabistan gibi Ortadoğu ülkelerini de, Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerini de, bunun dışında Avrupa Birliği ülkelerini de kapsayan, dünya ekonomisinin yüzde 85’ini üreten 20 büyük ekonominin içinde yer aldığı ülkelerin en yüksek düzeyde temsil edildiği bir toplantı. Bu zirveyle neye çare arıyorlar derseniz, uluslararası ekonomideki bazı problemleri ülkelerin tek başına çözmesi kolay değil. Uluslararası bir devlet mekanizması olmadığı için de bu durum bir mekanizma gerektiriyor. Bu toplantılar bu mekanizmanın bir parçası olarak gerçekleşiyor. 
Toplantının temek başlıklarına baktığımızda da bu mekanizmanın işleyişini görüyoruz.

Mesela vergi tabanının erozyonu ya da transfer fiyatlaması gibi başlıklar. Örneğin uluslararası şirketler düşük vergi uygulayan ülkelere kârlarını aktarıyor ve dolayısıyla vergiyi, üretim yaptıkları ülkeye değil de bu vergi cennetlerine çok düşük oranlardan veriyorlar daha sonrasında da ürünlerini satış yapacakları ülkelere yüksek fiyatlardan satıyorlar. Bu durumda Afrika’nın yüzde 60 civarında vergi gelir kaybına uğradığı bir durum ortaya çıkıyor. Bu yüzden ülkelerin iş birliği yapması lazım ve denetlenmesi lazım. Tek başına bir ülkenin çözebileceği bir durum değil. Bu iş birliğinin sağlanması için gerçekleştirilen toplantı. 

Peki bir de G7 zirvesi var, farkı nedir G20 zirvesinden?
G7 kapsamı daha dar, içinde gerçekten dünya ekonomisini yöneten ülkelerin bulunduğu bir kulüp. Bir başka deyişle ‘en zenginlerin kulübü’. Ama G20 ise daha geniş kapsamlı, G7 ülkelerinin de olduğu dünyadaki belli başlı 20 ekonomiyi kapsayan ancak sınırları ekonomi ile kalmayan bir zirve.

‘Zenginler kulübü’ gibi bir tanımlama yaptınız, neden bu tanımlama kullanılıyor?
Bu zirvenin üyesi ülkeler dünya gayrisafi hasılasına katkılarına ve nüfus büyüklüklerine göre seçiliyor bundan kaynaklı da zengin ülkelerin gerçekleştirdiği bir zirveden bahsediyoruz. 

G20’nin dünya ekonomisi üzerindeki etkileri nedir?
Dünya ekonomisi yerine dünya sermayesi demek lazım. Bu zirveye sadece devlet başkanları değil aynı zamanda sermaye çevreleri ve iş adamları da katılıyor. Büyük oranda ticaret ve yatırım anlaşmaları burada yapılıyor. Bu zirvenin kalkınma öncelikleri gibi topluma anlatılan bir yüzü var. Ama diğer taraftan da zirvede ticaret ve yatırım anlaşmaları, sermaye kesimlerine tanınan ayrıcalıklar alttan altta görüşülüyor ve bu pazarlıklar yapılıyor. Aslında G20 sermayenin çıkarları gözetilerek yapılmış bir toplantıdır.

Sermayenin çıkarları için gerçekleşen zirveden çıkan sonuçların emekçilere yansıması nasıl olur?
Zirvenin bazı oturumlarına baktığınızda, emekçilerin çıkarlarının gözetildiği iddia edilen bazı başlıklar var. Örneğin kalkınma, gelir dengesizliğinin giderilmesi, yoksullukla mücadele gibi başlıklar var. Hatta kalkınma öncelikli 3 başlık arasında yer alıyor. Çünkü son derece derinleşen bir gelir eşitsizliği var. Ama buradaki problem şu. Bir tarafta kalkınma diğer tarafta yatırım var. Yatırım için neler yapılıyor?  Sermayenin önündeki engellerin kaldırılması, örneğin kıdem tazminatı gibi başlıklar burada yer alıyor. Diğer taraftan baktığımızda ise, kalkınma öncelikli oturumlarda yoksullukla mücadele, asgari ücretlerin belli bir düzeyde tutulabilmesi gibi başlıklar da yer alıyor ve bunlar birbirleriyle çatışıyor. Hangisi diğerinden daha baskın olacak diye sorarsanız, elbette sermayenin ihtiyaçları her zaman daha baskın çıkacak. Emekçilerin temsil edilmediği bir toplantıdan emekçilerin çıkarına bir sonuç çıkmaz. 

G20’nin Türkiye’de gerçekleşmesi Türkiye’nin zirveye liderlik edeceği tartışmalarını da beraberinde getirdi. Böyle bir durum var mı?

Böyle bir zirveye ev sahipliği yapmakla, otelleri açmakla dünya ekonomisinin lideri olmak mümkün değil. Türkiye’nin dünya ekonomisinde belirleyici bir rolü yok. Bundan 3 ay önce yabancı sermayeyi ülkeye çekemeyen Türkiye’nin bu toplantıya ev sahipliği yapması, uluslararası bir prestije sahip olduğu anlamına gelmiyor. Uluslararası sermayenin Türkiye ekonomisine dair nasıl bir yaklaşımı olduğunu bu kesimlerin yayın organlarından görebiliriz. Financial Times veya Economist’e baktığımızda, kurumsal yapının son derece zayıfladığını, yargının güvenilmez hatta tümüyle siyasi iktidar tarafından yönlendirilen bir hale geldiğini, devlet bürokrasinin aslında tam anlamıyla parti rejimi tarafından tesis edildiği bir döneme girdiğini yazıyorlar. Dolayısıyla bu durumlar özel mülkiyet açısından bir tehdit. Örneğin  Koza-İpek Grubu ve Bank Asya’nın kayyuma verilmesi uluslararası sermayeyi endişelendiren şeyler. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde bunu aşması kolay değil.  

Sizin de belirttiğiniz gibi uluslararası sermayenin 1 Kasım seçimleri öncesinde Türkiye’deki yatırım ortamına dair endişeleri AKP’nin tek başına iktidar olmasının ardından ne olur? 
Uluslararası sermaye ne istiyor? Bir ülkede yatırım yaptığı anda kendi mülkiyetinin güvence altında olmasını, bir ülkeye girdiğinde o ülkenin para biriminin güvence altında olmasını istiyor. Şimdi ne tartışıyoruz? Seçimlerin bitmesiyle birlikte Merkez Bankasının yeni bir paradigma etrafında örgütleneceği, önceliğinin fiyat istikrarı değil de büyüme ve kalkınma olacağı ortaya atıldı. Bu ne demek? Merkez Bankası artık para miktarını korumaya değil büyümeye odaklanacak. Dünyanın her yerinde Merkez Bankasının temel önceliği fiyat istikrarıdır. ABD’de olduğu gibi büyüme ve istihdam bir arada götürülebilir. Ama fiyat istikrarını ikinci plana düşürmek kabul edilecek bir durum değil. Yabancı sermayenin buradaki öncelikli endişesi aynı. Girdiği ülkenin para biriminin korunması. Aksi takdirde sürekli zarar yazarsınız. 

Diğer bir taraftan, tek parti iktidarının sağlamlaşmasının hukuk sisteminin ilerleyişine bir katkısı olmadı. Tam tersine koalisyonun olması sermaye kesimi tarafından çok daha olumlu karşılanacak bir şeydi. Bugün uluslararası sermayenin endişelendiği nokta koalisyondan kaynaklanacak bir durum değil, sistemin kendi kendini işletecek mekanizmalardan yoksun hale gelmesi. Adalet, idari sistemlerinin tamamen bir parti tarafından işletilmesi... Problemin temel sebebi buydu. AKP yüzde 49 değil yüzde 55 dahi alsa -Saddam gibi yaparak yüzde 99 da alır- uluslararası sermeyenin endişelerini gideremez.. 

KIDEM TAZMİNATI GÜNDEME GELECEK

Pazar ve pazartesi günü Türkiye ev sahipliği yapacak bu zirveye. Türkiye sermayesinin ne gibi bir beklentisi var ?
Her zaman olduğu gibi Türkiye sermayesinin ikili anlaşmalar yapmak, dünya pazarlarına açılmak gibi projeleri var. Yine uluslararası sermaye içerisinde  Türkiye’nin bazı kazanımlarının tasfiyesi söz konusu. Yatırım pazarlıklarında bunlar gündeme geliyor. Yarın kıdem tazminatı önümüze gelince, yatırımcılar, sermayenin yatırım yapmasının önündeki engelin kıdem tazminatı olduğunu söyleyecekler. Bu dışarıdaki kapitalistin içerideki kapitalistle uzlaştığı başlıklar olacak. Uluslararası sermayenin taleplerini buradaki topluma dayatacaklar. 

Türkiye’nin hangi talepler üzerinde durduğuna bakarsanız, Türkiye mülteci krizini öncelikli başlıklar arasına sokmak istiyor. Ama buradaki temel sorun da şu: Mülteci meselesi sadece belli bir bölgeyi ilgilendiren bir sorun. Örneğin, Latin Amerika bu krizden etkilenmiyor. Katılımcıların büyük bir kısmı ‘Bu bizi ilgilendirmiyor, alt başlık olarak ele alınsın’ dedi. Erdoğan açısından bakıldığında mülteciler Türkiye ekonomisi için büyük bir yük ama aynı zamanda büyük bir koz. Geçtiğimiz 6 ay içinde bu mülteci krizini nasıl kullanmaya çalıştığını ve Avrupa ülkeleri ile ilişkisini nasıl yeniden tesis etmeye çalıştığını gördük. Bir ölçüde de bu işe yaradı. Mesela seçimler öncesinde Avrupa Birliği ilerleme raporunu açıklamadı. Bunlar Erdoğan rejimine verilmiş tavizlerdi. Erdoğan mülteci krizini sürekli ısıtarak masada tutmak istiyor. 

GEÇMİŞ DÖNEMDEN DAHA AĞIR HAK GASPLARI OLACAK

G20 zirvesinden çıkan sonuçların emekçiler için getirisi ne olacak?
Bu konuyla ilgili pek çok başlık var. Örneğin, yoksullukla mücadele gibi. Ama bu başlıkların doğrudan bir getirisi olacağını düşünmüyorum. Nihayetinde burada öncelik sermaye giriş çıkış regülasyonlarının uygulanmasıdır. Türkiye ekonomisini zor bir dönem bekliyor. ABD’den son gelen verilerle gördüğümüz, bu yılın sonu veya en geç önümüzdeki yılın ilk çeyreği içinde ABD’nin faiz artırımına gideceği.  Kurlardaki hareket sermayenin kârlılığını da büyük ölçüde azaltacaktır. Şimdi burada beklentimiz değişmiyor. Emekçiler açısından çok zor bir dönemde olduğumuz aşikar. Beraberinde tek parti rejiminin sağladıkları olanaklardan AKP’nin sonuna kadar faydalanacağını düşünüyorum. Geçmiş dönemlerden daha ağır hak gaspları ve tasfiyelerle karşılaşacağız gibi duruyor. G20 Zirvesinde ele alınan başlıklar görüntü olarak umut vadetse de içi boş kalacaktır. 

Evrensel'i Takip Et