9 Şubat 2007 01:00

ÖZGÜRCE


Cumhurbaşkanlığı seçimi giderek yaklaşırken gündemdeki diğer konular, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin gelişmeleri, tartışmaları geri plana itti. Oysa Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi her zaman son derece önemli olmuştur. Zira, görünürde çok etkin gibi görülmeyen bu makam, aslında Türkiye’de devlet içerisindeki güç dengelerinde belirleyici bir konuma sahiptir. İşte bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce devlet içindeki güç ilişkilerinin tarafları arasında, kimi zaman üstü kapalı kimi zaman da açığa çıkan gerilimler olur. Bu gerilimler de genellikle doğrudan Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden değil tarafların hakimiyet alanları üzerinden gerçekleşir.
Önümüzdeki aylarda gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynı tablodan söz etmek mümkündür. Ve hatta Dink cinayeti sonrasında “devlet” içerisindeki tartışmaların ve gerilimlerin de bunun bir parçası olduğunu söylersek, sanırım çok da yanılmış olmayız. Bu süreç elbette işin örtük olarak yürüyen parçasıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işin daha açıktan yürüyen tartışmaları, Başbakan’ın bu makama çıkıp çıkmaması üzerinedir ve büyük ölçüde Başbakan’ın eşinin türbanından yola çıkılarak yürütülmektedir.
Elbette ki Çankaya’ya çıkacak olan kişinin eşinin baş bağı üzerinden yürüyen tartışmalar, tamamı ile çarpıtmadır ve toplumu yanıltmaya yöneliktir. Tartışmaların asıl boyutu, Cumhurbaşkanlığı makamının, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve yeni liberal politikaları ifade eden YDD’nin (Yeni Dünya Düzeni) gereklerine uygun hale getirilmesidir. Her ne kadar 1982 Anayasası 12 Eylül darbesinin de gerekçesini oluşturan YDD’ye uygun biçimde kaleme alınmışsa da son derce hızla dönüşen ekonomik ve siyasal koşullara uyum sağlayacak ölçüde esnek değildir. Bu nedenle de bir taraftan Anayasa’daki kimi hükümler diğer taraftan da kimi cumhurbaşkanları, YDD’nin gereklerinin yerine getirilmesini engellemekte ya da geciktirmektedir.
Hatırlanacağı gibi yapısal uyum programı çerçevesinde yeni liberal politikaları içeren yasal düzenlemelerin çok önemli bir bölümü, Cumhurbaşkanı’nın itirazı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile engellenmeye çalışılmıştır. İşte bu aksaklıkların ortadan kaldırılabilmesi için önce Çankaya’ya, bu politikaları engellemeyecek bir zat-ı muhteremin getirilmesi, daha sonra da Anayasa’nın esnekleştirilmesi gerekmektedir.
Bu düşüncede olanlar için Çankaya’ya çıkacak zat-ı muhteremin kim olacağı konusunda akla gelen ilk isim, son derece doğal olarak R. T. Erdoğan’dır. Çünkü Erdoğan, 4 yılı aşkın süren başbakanlığında, YDD’ye ayak uydurma konusunda ne kadar mükemmel bir performans gösterdiğini kanıtlamıştır. Bu performansı Çankaya’da da göstereceğine kuşku yoktur.
Ancak Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasında önemli bir sorun vardır ki o da Erdoğan, hem Meclis’te en büyük grup olan AKP’nin başı olarak yasama sürecinde hem de Başbakan olarak yürütme sürecinde son derece etkilidir. Bu durumda da “başkanlık sistemi” gibi cumhurbaşkanının, yürütmenin de başı olacağı bir düzenleme olmadan, Erdoğan’ı bu etkin konumundan alıp Çankaya’ya çıkartmak son derece risklidir. Zira, daha önce Özal-ANAP örneğinde olduğu gibi Erdoğan’sız AKP’nin Meclis’teki gücünü ve uyumunu kaybetme olasılığı vardır.
İşte, devlet içerisindeki güçlerin gerilimi ya da toplumda yaratılmak istenen türban kaynaklı gerilimlerin ötesinde ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerinin Cumhurbaşkanlığı sürecindeki gündemleri, bu tartışmalar üzerinden yürütülmektedir. Bu tartışmalar içerisinde de gerek ulusal sermaye gerekse uluslararası sermayenin görüşü; “piyasaların istikrarı” adına Erdoğan’ın Çankaya’dan bir dönemliğine de olsa feragat etmesi ve YDD’yi içine sindirecek uyumlu bir zat-ı muhteremin Çankaya’ya çıkartılmasıdır. Bu süreçte de Erdoğan’a “başkanlık sistemine” yönelik düzenlemeleri yapması ve daha sonra kendisinin tam yetkili başkan olarak Çankaya’ya çıkması önerilmektedir.
AKP’nin nasıl iktidar, Erdoğan’ın nasıl Başbakan olduğu düşünüldüğünde; sermaye çevrelerinin önerileri doğrultusunda hareket edeceği büyük olasılıktır. Ancak böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde Erdoğan’ın topluma dönük açıklaması, elbette ki “toplumsal gerilime neden olmamak” gibi bir gerekçeyle fedakarlık ettiği şeklinde olacaktır. Diğer bir söyleyişle Erdoğan, her zaman olduğu gibi yüzünü topluma dönüyormuş gibi yapıp sermayenin isteklerini gerçekleştirecektir.
Özgür Müftüoğlu

Evrensel'i Takip Et