16 Şubat 2007 01:00
GÖZLEMEVİ
Ülkemizde üzerine nice türküler yakılmış bir Türk halk masalıdır Kızılırmak Karakoyun... Nazım Hikmetin, söz konusu masaldan hareketle yazdığı senaryodan 1947 yılında Muhsin Ertuğrul tarafından sinemaya aktarılmış, 1967 yılında Yılmaz Güney tarafından yeniden sinemalaştırılmıştır. Yanılmıyorsam 1994 yılında Tuncer Cücenoğlu, Nazım Hikmetin Ercüment Er adıyla yazdığı senaryodan esinlenerek yeniden sinemaya uyarlamış, Şahin Gök 35 mm olarak filme çekmiştir. Efsanede bir aşk öyküsü anlatılır. Aşk öyküsü içinde, ağalık düzeni eleştirisi ve köylülerin başkaldırısı vardır.
Dünya sahnelerinden sonra Orduda
Uluslararasında ünlenmiş yazarımız Tuncer Cücenoğlunun, Kızılırmak Karakoyunu 2000 yılında bu kere tiyatro oyunu olarak yazdığını biliyorum. Galiba 2002 yılıydı, Adana Devlet Tiyatrosu oyunu Kemal Başarın rejisiyle sahneye taşıdı. Bir durum oluşturarak toplumsal panorama çizme ve bunu da soyutlama estetiğiyle biçimleyerek seyirciye yansıtma tekniğinin ustası olan ve 72den bu yana ürettiği oyunlarla evrensele açılan kapıdan geçen Tuncer Cücenoğlunun Kızılırmak Karakoyunu, işte o günlerden bugünlere Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa, Yugoslavya, Avustralya, Makedonya, Gürcistan, Tataristan, Azerbaycan, Bulgaristan, Romanya, Polonya, İran ve Kıbrıs gibi ülkelerde sahnelenmekte. Şimdilerde seyirci karşısına çıktığı yer ise, Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosunun (O.B.K.T.) sahnesi.
43 yıllık bir tiyatro bu tiyatro
Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu, varlığını 43 yıldan beri sürdürüyor. Bilmiyor muydunuz? Ben de Ben de bilmiyordum, onun için gittim gördüm. Tiyatronun kurucusu Uğur Gürsoy ile tanışamadım, ama kuruluş öyküsünü artık biliyorum. Muhsin Ertuğrulun Orduya nasıl davet edildiğini, Muhsin Beyin Ergun Köknarı ilk Genel Sanat Yönetmeni olarak nasıl atadığını, Suna Pekuysalın konuk oyuncu olarak katılımıyla Hüllecinin hangi koşullarda sahneye konulduğunu, binalarının 1993te nasıl yanıp kül olduğunu, nasıl toparlandıklarını, şimdiki Belediye Başkanı Seyit Torun ile yardımcısı Özer Karadağın, diğer illerimizdeki Kavun, Karpuz, Kabak Çekirdeği, Çilek, Badem benzeri festivallerine nazire yaparcasına, nasıl tiyatroya gönül ve destek verdiklerini, Orduluların tiyatroya karşı duyarlılığını hepsini, ama hepsini biliyorum. Biliyorum, ama bir başka yazı konum olacağından fazlasına değinmiyorum.
Bakalım Ali Kemal Tandoğan neler eylemiş
Oyunu sahneye, tiyatronun çiçeği burnunda Genel Sanat Yönetmeni de olan, ocakta yetişmiş genç yönetmen Ali Kemal Tandoğan koymuş. Tandoğan, destansı konuyu gerçekçi bir yorumla sahnelemeyi yeğleyerek, pek de iyi etmiş. Sezgin Mercana, özgün halk müziği formunda çok sesli müzikler besteletmiş. Cücenoğlunun anlattığını iyi anlamış, konuyu sadece Yörük beyinin kızına aşık garip bir çobanın öyküsü olmaktan çıkarmış, yaşamlarını göçerlikle kuran bir Yörük obasının, devletin topraklarını ele geçiren bir tefeciye karşı hak-hukuk savaşımının, oba halkının başkaldırısının altını çizmiş. Karakoyuna esin verenin âşığın kavalı olduğunu esere bire bir sadık kalması nedeniyle atlamış, gene de özellikle çocuk ve genç oyuncularına oyunu iyi belletmiş, iyi kavratmış. Halk oyunlarından esinlenerek yaptığı koreografide de başarıyı yakalamış. Zehranın: Ağan altmış beş yaşındadır repliğini nedense ve hiç gereği yokken: Ağan yetmiş beş yaşındadır olarak değiştirmiş de, Mehmet Hartamacı dekor tasarımında oyun mekânını çadır içi değil, çadırın önü olarak saptadığından, örneğin Hüseyin Ağanın Çobana: Çık diye bağırmasını, git diye değiştirtmemiş. Gel gelelim, olabildiğince hızlı black-outlarla temponun düşmesini engellemiş. Genel anlamda başarılı bir iş eylemiş.
Yaratıcı kadro
Serdem Kaygusuz, ışık tasarımında sahnenin portal derinliğini hesap etmemiş. Sahnedeki dimmer hatları da yetersiz belki, ama boom ayak kullanamaz mıydı diye merak ediyorum. Amfilerde seyircinin ön, sağ ve sol yanlarda bulunduğunu unutmuş, dört açıdan ve tepeden aydınlatmayı tasarlamamış. Dört açıdan gelen ışıkları bir sıcak, bir soğuk olarak ikişer adetten oluşturmamış. Atmosferi ters ve tepe ışıkları sayesinde sağlamamış. Seyircilerin bulunduğu yönlerden gelen ön ışıklarda 45°lik açıları korumamış. Kaygusuza Zehranın: Su içirilmeyecek öyle mi? Hep tuz yiyecekler ha! Bu koşulda geçirebilir misin sürüyü karşıya sorusuyla başlattığı Selim ile olan tabloyu mutlaka, ama mutlaka yeniden gözden geçirmesini öneriyorum, başka da bir şey demiyorum. Kostümleri kim yapmış bilmiyorum, herhalde anonim, hiç de kötü değil, ama I. II. III. Yaşlıların ayakkabılarının derhal değişmesi gerekiyor. Dekor tasarımına imza atan Mehmet Hartamacı, fon perdesini neden çadırın tam ortasına indirmiş, anlayamadım. Fon perdesini arkaya sıvasaydı, kapkara kumaş yerine beyaz ya da uçuk mavi kumaş kullansaydı, zaman değişimleri bu perde üzerinde ışık yardımıyla da belirtilseydi, hatta aynı perde üstünde Serdem Kaygusuz gece olduğunda yarım ay gobosu kullansaydı fena mı olurdu? Duvarlar fevkalade entipüften. Çevrilen kuzu hiç mi hiç inandırıcı değil. Ortadaki yanan ateş de öyle. Sonracığıma, Hartamacı Yörüklerde çuvalların önemini bilmeli, tuz çuvalı olarak fındık çuvalı kullanmamalı. Murat Türkmenin efektleri, Sezgin Mercanın müziğine sözüm yok.
Oyuncular
Dilara Gazioğlu, Elif Berber, Elif Kılıç ve Cem Kalafat oyundaki kuzuları fevkalade bir ciddiyet içinde canlandırıyorlar. Fırat Çakmak ile A. Okan Çapayı sözsüz köpek tiplemeleri için özel olarak kutlamak isterim. Hikmet Altan, Zafer Bozdağ, Emel Çavuşoğlu, Gamze Saylan, Murat İskeleci, Metehan Tuğran, Gizem Kaya, Esra Gürsoy, Sevda Coşkun, Gülümhan Tuna ve Mustafa Biçer görevlerini eksiksiz yapmakta. Karakoyun Pınar Aybara, ritmik güvencesini bilinçsiz davranıştan bilinçli hale gelecek biçimde geliştirmesini önereceğim. Hani, müzikte düzensiz ritimlerle karşılaşırız ya, oyunculukta da oyuncu, birçok davranışı bir araya getirerek ritmik bir bileşim oluşturmalı diyorum. Beni dinlerse çalışsın lütfen. Şakir Palaşoğlu, Hakan Altan ve Kenan Gürsoy üç yaşlıya başarıyla can veriyorlar. Çoban Selimde Cemil Gündüz, dili iyi kullanmasının ötesinde vücudunu da iyi kullanması gerektiğinin bilincinde. Rıfat Çolun Mehmet tiplemesi, finalde bana biraz abartılı geldi. Ferda Turgut, dinginlik halinden en coşkun harekete kadar devinimlerindeki gerilim ve rahatlama orantısını doğru kurmasıyla dikkat çekerken, Şaban Kahyada Murat Saylanın vücut-ses eğitimi deneyiminin az olduğu anlaşılmakta. Çoban Selim ile olan ilk tablosunda gösterdiği tepkide sesinin esnekliği yok. Ama ne yalan söyleyeyim rolüne yakışmış. Yeliz Varolun, Zehra karakterini arayışında yönetmenin yardımı olmadığını ya da onun yardımının Yeliz Varolun bireyselliğine ters düştüğünü sanıyorum. Varol, yetenekli bir oyuncu, ama Zehraya hareket diliyle mi, duygularından mı, yoksa içinde duyduğu coşkudan mı yaklaşacağını bilememiş. Deneyimli oyuncu İsa Küçükün tek sorunu bana sorarsa diş sorunu. Diş sorunu nedeniyle, volümü yüksek tablolarda seyirci söylediklerini anlamakta zorlanıyor. Yoksa, Yörük geleneklerine göreneklerine öğelerle yaklaşımıyla Hüseyin Ağaya başarıyla can vermekte. Genç oyuncu Aslı Selin Öztürkün yeteneğiyse ayan beyan seziliyor. Zehra ile duygusal temas içinde oyunla özdeşleşirken, şevk yaratmak gibi zorlu bir görevi de yerine getiriyor Öztürk. O şevkin, yaratıcılığını harekete geçirdiği ise açık bir gerçek. Ancak kendisine, Yandım yandım viraneyim! / Yar elinde biçareyim! / Sevdim ama istemedi, / Ben ne oldum avareyim! şarkısında biçareyim sözcüğünü bi:ça:reyim, avareyimi ise a:va:reyim olarak telaffuz etmesini önereceğim.
Beni sorarsanız, yeni oyunlarını da izlemek için Orduya gene gideceğim.
Üstün Akmen
Evrensel'i Takip Et