22 Mart 2007 01:00
ÖZGÜRLÜKLER
GÜNÜN YAZILARI
12 Eylül rejimi, yürürlüğe koyduğu Anayasa ile yargıyı yeniden yapılandırdı.
12 Eylülcü mantığa göre; yargı bağımsız ve tarafsız olmamalı idi. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Atatürk ilke ve inkilapları bunu gerektiriyordu. Bağımsız ve tarafsız yargı, zararlıdır! Kimin için zararlıdır? Devlet için zararlıdır. 12 Eylül mantığı, devlet için zararlı olanın millet için de zararlı olacağını söyler bize.
Bu zihni yapı, kendi zihniyetine uygun yargı yapılanmasını da gerçekleştiriyordu.
Yargıçların bağımsız örgütlenmesi yok edildi.
Yargıçlar ve savcılar tek çatıda örgütlendi.
Yargıçların ve savcıların dernek, vakıf, sendika ve benzeri örgütlenmelerine de yasak getirildi.
Yargıçları ve savcıları Adalet Bakanlığı müfettişlerinin denetimine tabi kıldılar.
Yargıçlar ve savcıların örgütüne ait özerk bir bütçe bırakmadılar.
Kendisine ait bir sandalyesi bile olmayan bir yapı oluşturdular. Mali olanaklar açısından yürütmeye bağımlı kıldılar yargı örgütünü.
Yargıçların kürsü güvencesini yok ettiler.
Sadece bu kadar mı?
Kurulun kendisine ait sekretaryası da olmayacaktı. Bütün yazışmalar ve işlemler Adalet Bakanlığı, yani yürütmenin bir parçası olan Bakanlık personeli eliyle gerçekleştirilecekti.
7 kişiden oluşan Kurulun Başkanı Adalet Bakanı oldu, yardımcısı da Adalet Bakanı müsteşarı. Yargıç sınıfından azınlıktaki iki üyeyi yanına alarak yürütme organının bir parçası olan Adalet Bakanı istediği kararı çıkarabilirdi.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kısaca belirttiğimiz yukarıdaki özellikleri kalıcı hale getirilecekti. Aradan geçen çeyrek yüzyıla karşın, Türkiye yargısının yapısal olarak taşıdığı bağımlı yargı özelliğini ortadan kaldıracak hiçbir Anayasal ve yasal değişikliği gerçekleştirmeyecekti, sivil iktidarlar. Neden acaba?Neden örneğin, AB sürecinde insan hakları örgütlerinin ısrarla altını çizdiği hukukun üstünlüğü, bağımsız ve tarafsız yargı ilkeleri es geçilmişti?
Oysa Türkiyenin de üyesi olduğu Avrupa Konseyinin Kuruluş Belgesi (1949 tarihli) Konsey Statüsü 3. maddesinde Konsey üyesi ülkelerin tüm yurttaşlarına insan hakları ve hürriyetlerinin hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca garanti altına alınacağını duyuruyordu.
İnsan haklarını ve özgürlüklerini koruyacak olan kamuoyu gücüyle birlikte, temel iki güçten birisiydi hukukun gücü. Başka bir ifade ile, yargısal koruma.
Bağımsız olmayan bir yargı ile insan haklarının korunması söz konusu olamazdı.
Ya tarafsızlık?
Türkiye yargısının zihni ve kültürel dokusu itibariyle yansızlığı/tarafsızlığı iddia edilebilir mi?İdeolojik ve siyasi olarak yan tutmamakta mıdır Türkiye yargısı?Devletin resmi ideolojisine bağlı/bağımlı halde olduğunu gösterir pek çok örnek verilebilir. Önündeki dosya ile Çanakkale savaşlarının, Anıtkabirin, laiklik anlayışının alakası yoktur ama, kimi yüksek yargı çevreleri böyle bir bağlantıyı kurmakta ve bunu açıklamakta hiçbir beis görmemektedir. Kimi yüksek yargı mensupları açıkça milliyetçi olduğunu, Atatürk milliyetçisi olduğunu, Atatürk ideolojisine bağlı olduğunu rahatça ifade edebilmektedir.
İnsanı değil, kurulu düzeni korumayı görev bilmekte yargı gücü.
Dün Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili gazetelere yansıyan haberler bizi bir kez daha düşündürmelidir. Konunun elbette yargı bağımsızlığı ile ilişkisi vardır. Ama kamuoyuna yansıyanlardan ibaret değildir bu ilişki. Türkiye yargısı yalnızca halkın seçtiği insanlardan oluşan klasik siyasi iktidarla ilişkileri bağlamında sorunlu değildir. Örneğin, devlet iktidarının bir parçası olmada bir beis görmemektedir. Savcı Ferhat Sarıkaya örneği unutulmamalıdır. Yargı örgütü, tam bir ideolojik ve siyasi tutumla kendi mensubunu idari olarak cezalandırabilmiştir. Hem de düşünceleri nedeniyle. Ürkütücü olan budur. Yargının her tür iktidardan ekonomik, mali, örgütsel, ideolojik ve siyasi olarak bağımsız olması şarttır. Yurttaşların hak ve özgürlüklerini tehdit eden en önemli tehlike yargının bağımlı bir yargı olmasıdır. İkinci boyut da en az birincisi kadar önemlidir:Yargının taraflı olması.
Yargıyı, gerçek boyutlarıyla ve gerçek sorunlarıyla tartışmak lazımdır.
Dün gazetelerde okuduklarımız ve televizyonda dinlediklerimiz, Türkiyenin hukukun üstünlüğü ilkesinden ne denli uzak bir ülke olduğunu, dolayısıyla yurttaşların insan haklarının ve özgürlüklerinin ne denli güvenceden yoksun olduğunu bir kez daha göstermiş olmalı.
Yazık
Hüsnü Öndül
Evrensel'i Takip Et