22 Ağustos 2008 00:00
Halkının acılarına duyarsız bir lider
GÜNÜN YAZILARI
General Pervez Müşerref 1999 Ekiminde Pakistanın dördüncü askeri diktatörü olmak için iktidarı ele geçirdiğinde atak ve insafsız davrandı. Kendini Pakistanın baş idarecisi ilan etti. Ülkenin iki kilit unsuru ve Pakistan piyasasının iki büyük hissedarı olan ABD ve Pakistan ordusunun kendisine olan güvenini kaybettiğinde, zamanının dolduğunu fark etti. Ulus için kayıtsız ve tutarsız bir adres olduktan sonra ve saçma iç değerlendirmelerle dolu bir şekilde istifa etti. Süresi dolmadan bunu yapmalıydı, ancak iktidar hastalığına yakalanmış biri olarak, zihni aşağıdan gelen acılı haykırışlara karşı duyarsız kaldı.
Son dokuz yıl boyunca varlığını sürdürmesinin 11 Eylül olayları nedeniyle mi ya da terörle mücadele nedeniyle mi olduğu konusunda sadece spekülasyonlar üretebiliriz. Önceki diktatörlerden General Ziya ül Hak (1977-1988), Afganistandaki Sovyet işgali sırasındaki emperyal savaş makinesinde benzer bir şekilde hayati bir iş ortağı haline gelmişti. Tohumu o zaman atılan canavarlar 2001 yılındaki Pentagon saldırısının failleriydi. Müşerref ve generalleri Pakistanın o güne kadar kazandığı tek zaferi açıklamak zorundaydı, yani Taliban aracılığıyla Kabili ele geçirişini. Tam bir politika değişimiyle, Pakistanın askeri üsleri Afganistanın işgali için ABDnin kullanımına verildi.
Ziyanın döneminden bu yana, askerler İslamcı ideolojiyle aşılandı. 11 Eylül sonrasında Müşerref aynı askerlere hedefin değişmiş olduğunu söylüyordu. Askerler teröristleri yani diğer Müslümanları öldürmek zorundaydı. Bu onun neredeyse hayatına mal oluyordu (iki suikast girişimi çok yakınına kadar geldi), ama o Washingtona sadık kalmaya devam etti ve Washington da ona sadık kaldı. Demokrasi ve insan hakları dünyanın geri kalanına telkin edilen erdemlerken, Müşerrefin batılı müttefikleri kendisini desteklemekte hiç bir çelişki görmedi. Cihad yanlılarına karşı uyarılarda bulunmak, gruplar halinde istifa eden askerlerin arasında kendisinin değerini azalttı.
Terörle mücadele adı altında vatandaşların kaybedilmesine karşı şiddet ve yolsuzluk kurbanlarının yararı için kararları imzalamaya başlayan Adalet Bakanı İftihar Çaudri ile uyuşmazlık yaşadı. Adalet Bakanı görevinden alındı ve öfkeli avukatlar Çaudrinin geri getirilmesi için kampanya başlattılar. Müşerref geri adım attı ama sadece olağanüstü hal ilan etmek ve Çaudriyi ve diğer yargıçları tekrar görevlerinden uzaklaştırmak için.
Bu durum NATO tarafından iltimas görmeyen bir ülkede gerçekleşseydi, herkes üzerine cehennem gibi çökerdi. Ama burada olmadı. Ocak ayında, Adalet Bakanı Nicolas Sarkozyye, Gordon Browna, Condoleezza Ricea ve Avrupa Parlamentosu Başkanına mektup yazdı.
Yanıtsız kalan mektup, Müşerrefin eylemlerinin gerçek sebeplerini açıklıyordu: Şu durumda, devletin başı olma iddiası sözünü neden kullandığımı merak ediyor olabilirsiniz. Bu kesinlikle kasıtlı bir şey. General Müşerrefin anayasal süresi 15 Kasım 2007de sona ermiştir. Kendisinin bundan sonraki dönemde süresini daha ileriye uzatma isteği Pakistan Yüksek Mahkemesinin huzurunda olacak etkin bir münazaranın konusudur.
Bu istek Yüksek Mahkemede, benim de içinde bulunduğum bir çok yargıcın 3 Kasım 2007de tutuklanması sırasında, karar aşamasındaydı. Kendisi o an için dondurulmuş olan yargı sürecini tahrif etmiştir. Adalet Bakanını ve diğer yargıçları tutuklamasının yanında (bundan daha büyük bir zulüm ve rezalet olabilir mi?), Müşerref ayrıca anayasanın ertelenmesi ve bütün bağımsız yargıçların yargı gücücün tasfiye edilmesi girişiminde bulundu.
Şu an sadece kendi eliyle seçtiği ve ona ayak uydurmuş yargıçlar, onun taleplerini geçerli hale getirmeye istekli durumda. Ve bütün bunlar ayrıca Yüksek Mahkemenin 3 Kasım 2007de verdiği eski emre ve ifadeye aykırı.
Müşerrefin düşüşüyle birlikte, Adalet Bakanını tekrar yerine getirme talebi artacak. Avukatlar yeni bir sokak kampanyası başlatma uyarısında bulunuyorlar.
Geçen Mayıs ayında New America Foundation için yapılan bir araştırma, Pakistanlıların yüzde 28inin siyasette askeri rolü desteklediğini, -aynı oran 2007 Ağustosunda yüzde 45ti- yüzde 52sinin Pakistandaki çatışmalardan ABDyi sorumlu tuttuğunu ve yüzde 72sinin Afganistandaki terörle mücadele savaşına karşı çıktığını ortaya koydu.
Büyük çoğunluk Talibanla üzerinde müzakere edilmiş bir karar sürecini destekliyor. Halkın yüzde 80i gıda kıtlığından hükümeti ve yerel iş adamlarını sorumlu görüyor, sadece yüzde 11lik bir kesim Hindistanı esas düşman olarak görüyor. Hiçbiri kendi kürelerinde yaşamayı tercih eden ülke yöneticilerinden bir şey dilenmiyor, beklemiyor.
Müşerref sonrası Pakistan tökezlemeye devam edecek, halkı, askeri diktatörlüğün çekici ve siyasi yolsuzlukları arasında kapana kısılacak.
Bir çıkış yolu var, ancak siyasi ve askeri yöneticiler ve onların batılı destekçileri bunu hep görmezden geldi: Ciddi toprak reformları, uygun toplumsal altyapının yaratılması ve uygun bir eğitim sisteminin temelini oluşturacak öğretmen yetiştirecek en az on ya da on iki üniversitenin kurulması. Malezya bunu yaptı. Pakistan niye yapamasın?
Tarık Ali, 19.08.2008
Evrensel'i Takip Et