7 Eylül 2008 00:00

nahabet, varujan, niko, yasef neredesiniz?


A. Dilaçar’ı bilir misiniz? Belki de şöyle sormalıyım; Türk Dil Kurumu üyelerinden ve genel yazmanlarından Büyük Türkiye Ansiklopedisi Başredaktörü Agop Dilaçar Martanyan’ı (1895-1979) bilir misiniz? Yozgat ayanı Çobanoğullarının kahyası Ohan Aslanoğlu’nun torununun oğludur. Robert Koleji’ni “Nevyork Bilim Ödülü”nü alarak bitirir (1915), okulu bitirdiğinin ikinci günü askere alınır. Osmanlı İmparatorluğunun, Birinci Dünya Savaşı’na katılan yedek subaylarından biri olarak Diyarbakır’daki 2. Orduya gönderilir. Buradan Kafkas Cephesine gider, bir çatışmada yaralanır; cephede gösterdiği başarıdan dolayı madalya ile ödüllendirilir. Savaştaki çatışmaların durulduğu bir sırada Alman subaylara Türkçe öğretmeye başlar. Yabancı subayların elinde J. Németh’in “Türkische Grammatik”i vardır; bu yapıt Agop’un da ilgisini çeker. Bu sıradaki Sovyet Devrimi’nin (1917) etkisiyle dersler tavsar, azınlık subayların kimisi doğudaki cephenin gevşemesinden yararlanarak savaştan kaçışını önlemek için onların Güney Cephesine gönderilmesi düşünülür; Agop da Güney Cephesinin yolunu tutar.
Mustafa Kemal’in komutasındaki 7. Ordunun karargâhına vardığında tutsak bir İngiliz subayıyla İngilizce konuştuğu için “casus” olduğu kuşkusuyla Mustafa Kemal’in karşısına çıkarılır. Onunla dil üzerine uzun bir söyleşiye girişir.
Türkiye’de dil devrimi yapılınca, Sofya’da bulunan Martanyan, Atatürk tarafından Türkiye’ye çağrılır. Ancak, Martanyan’ın Türkiye’ye girmesini önleyecek pek çok pürüz vardır. 1. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den ayrılmış, daha sonra da vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Vatandaşlıktan çıkarıldığı için gittiği ülkeden de pasaport alamamıştır. Sonunda Sofya Konsolosluğu, Agop’un elindeki ‘vatansız’ belgesine vize damgası atar, “Gerekli kolaylık gösterilsin. Atatürk’ün özel davetlisidir” diye bir mektup verir. Böylece yurda gelen Agop’un soyadı da Atatürk tarafından “Dilaçar” olarak değiştirilir. 1979’da ölene kadar TDK’nın ‘Genel Yazmanı’ olarak vazife yapan Agop Dilaçar’ın önemli yapıtları arasında Azeri Türkçesi (1950), Batı Türkçesi (1953) Devlet Dili Olarak Türkçe (1962), Türk Diline Genel Bir Bakış (1964), Türkiye’de Dil Özleşmesi (1965), Dil, Diller ve Dilcilik (1968), Kutadgu Bilig İncelemesi, (900. Yıldönümü Dolayısiyle) (1972), Anadili İlkeleri ve Türkiye Dışındaki Başlıca Uygulamalar, (1978) bulunmaktadır.
Peki onun adaşı Agop Arad’ı (1913-1990) duydunuz mu? Duymadınızsa da mutlaka yazar portrelerini görmüşsünüzdür. Sait Faik Abasıyanık’tan Adnan Özyalçıner’e tanıdığı her yazarın çini mürekkebi bir desenini yapmıştı. Akademi mezunu, Yeniler grubu üyesiydi. Vatan, Akın, Şehir, Hakikat-ı Tasvir ve Cumhuriyet gazetesinde gazete ressamı olarak çalıştı. Tablolarında yoksulların yaşamından kesitler parlak renklerle, yaşama sevincini yansıtarak yer aldı.
Hem Arad’ı hem Dilaçar’ı Surp Agop hastanesinin önünden geçerken hatırlıyorum.
Sonra Adnan Özyalçıner ile hazırladığımız “Üç Dinin Buluştuğu Kent İstanbul”u hazırlarken öğrendiğimiz bir ayrıntı düşüyor aklıma: İstanbul’daki pek çok Ermeni kilisesinin o civarda inşa edilen sivil ya da askeri bir yapının Ermeni işçileri için başlangıçta küçük binalar olarak yapıldığını. Yani çevremizdeki pek çok mimari yapıdaki Ermeni emeği gerçeği.
Anımsamalar su gibi akıp gidiyor. Önce Balyan ailesi düşüyor aklıma. Bu aile için önemli bir inceleme yapan sözlükçü ve ansiklopedici Pars Tuğlacı’nın anlatımından özetlenerek Balyanlar şöyle tanıtılabilir: 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinde çok önemli bir yere sahip olan aile. O dönem özellikle İstanbul’daki birçok yapıtın mimarı olan ve hassa mimarlarından oluşan Ermeni aile, beş kuşak boyunca Osmanlı devletine hizmet vermiştir. Balyan ailesinin bahsi geçen beş kuşağı şöyledir: İlk kuşak meremetçi (onarımcı) Bali kalfa, ikinci kuşak oğulları Krikor (1764-1831) ve Senekerim Balyan (1768-1833), üçüncü kuşak Krikor Balyan’ın oğlu Garabet Amira Balyan (1800-1866), dördüncü kuşak onun oğulları Nigoğos (1826-1858), Sarkis (1835-1899), Agop (1838-1875) ve Simon balyan (1846-1894), beşinci kuşak Nigoğos Balyan’ın oğlu Levon bey Balyan.
Babadan oğula geçen sistemin getirdiği deneylerden yararlanan belli bir tarihten sonra yurtdışı eğitimi de alan bu ailenin son mimarları, Batı’dan aldıkları ögeleri Osmanlı mimarisiyle harmanlamışlardır. Kaynaklarda Balyan imzasını taşıyan eserler şöyle yer alıyor: Dolmabahçe - G,N- 1855 ; Ç-N, Sarkis Balyan - 1871, B- Sarkis Balyan -1865;Y - Hagop Balyan , Daronco- 1908, A- Sarkis Balyan 1856; I - N-Kü (Göksu kasrı) - N- 1856 , M - Sarkis Balyan ,Ş - Sarkis Balyan, Ab - G- 1855 Gümüşsuyu kışlası () - G - 1862 , Kuleli - G - 1843 ; -G 1855, Ortaköy - - 1853, Pertevniyal sultan camii - Sarkis Balyan - 1871, Harbiye (Harbiye kışlası) - G, İkinci Mahmut türbesi - G, Beşiktaş Anadolu Lisesi- Sarkis Balyan - 1871; Dolmabahçe - Sarkis Balyan - 1895
Balyanların imzasını taşıyan T. Valide sultan köşkü; Ali paşa konağı, Yıldız köşkü gibi yıkılmış eserler listesi de var.
Ne var ki Doç. Dr. Selman Can gibi bu listelere itiraz eden yeni bilim adamları da var.
Can, Balyanlar ile ilgili mevcut bilgilerin eksik ve çelişkili olduğunu, ailenin üstlendikleri görevlerin niteliğinin mimarlıktan çok, müteahhitlik olduğunu söyledi.
Ama bu listenin üçte birinin doğruluğu bile İstanbul’da Balyan imzasını doğrulayacaktır.
Böyle bir müzik listesi de Klasik Türk Müziği beste ve icracıları için yapılabilir. Elbet bu listede Ermeniler kadar Rumlar, Museviler de yer alacaktır.
İster kırk yama ister mozaik diyelim, kültürel yapımız sıcacık bir çeşitliliktedir. Sabri Koz, “Yazma Kaynaklardan Derlemeler II/Bir Ermenice Yazmadan Türkçe Niyet Manileri” adlı çalışmasında bir bahar bayramı olan ve 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece özel uygulamalarla karşılanan Hıdırellez’le Ermenilerin genellikle mayıs ayına rastlayan Paskalya’nın kırkıncı günü, Hampartsum’da gerçekleştirdikleri Vicag eğlencelerinin benzerliklerini vurgular. Sivas’tan verdiği örneklerde iki halkta özel bir yerde saklanan eşyaları manilerle ortaya çıkarmakta, bir tür fal bakmaktadırlar. İlginç olan şudur: “Sivaslı Ermeni kadınlar Türkçe ve Ermenice maniler okurlar.”
Bu manilerden Türkçe bir örnek verelim:
“Vicag vicag gül ola...
İçi dolu nur ola...
Bu vicagı çıkaran...
Niyeti hayır ola...”
Sabri Koz, Kevork Pamukçiyan’ın (1923-1996) kendisine verdiği Ermenice yazmadaki 90 Türkçe maninin ve niyet geleneği ile ilgili yazının önemini şöyle açıklıyor: “Geleneği ortaya koyan bu kısa yazı, Anadolu folkloru üzerine çalışacaklar için karşılaştırma imkânı verecek, Anonim Türk halk şiirine ait türlerden biri olan ‘mani’nin kültürler ve toplumlar arasındaki serüvenini kavramamızı kolaylaştıracak veriler de sunuyor.”
İstanbul’un otuz yıl öncesini çocuk olarak Kurtuluş’ta yaşayan Hüseyin Irmak, tanıklıklarını “İstanbul’da Kadim Bir Semt, Yaşadığım Kurtuluş” adıyla Aras Yayıncılık’ta kitaplaştırmıştı: Sivas’ın Zara’sında 1961-62 kışında doğan Hüseyin Irmak, Kürt. Ayrıca Alevi. Babası kapıcılık yapıyor.
Anlattığı apartman İstanbul’un özeti gibi: Ermeni, Yahudi, Rum, Kürt, Arnavut, Boşnak, İranlı, Alevi, Sünni... ve Sünnilerin aşure pişirmesine, helva dağıtmasına şaşan Alevi Kürt çocuğu Hüseyin. Kürt kapıcının okula başlayacak çocuğuna güzel bir önlük almak için mağaza mağaza dolaşan Musevi komşu.
Akşam eve televizyon seyretmeye gelen çocuklara kurabiyeler sunan kimi Türk, kimi Rum, kimi Ermeni varlıklı ve görgülü teyzeler.... Tek bir ailenin üyesi gibi iç içe yaşayan eski İstanbul’daki komşu aileler.
Hüseyin Irmak, iç ve dış göçün savurduğu insanları özlerken yaşı yetmediği için kolay kışkırtılan halk yığınlarının yağmaya, linçe yöneltildiği 6-7 Eylülü bilmiyor. O fırtınanın ardından göçen Rum aileleri ve çocukluğunu anımsarken günden güne artan kültürel daralmayı vurguluyor:
“Çok renkli bir yaşamı geliştirebilseydik İstanbul belki bu kadar tahrip olmayacaktı. Solgun bir şehir yaşamı sürdürmeyecektik şimdi. Bu şehir belki de hiç böyle olmamış, kaybettiklerinin arkasından ‘Neredesiniz?’ diye hiç bu kadar iç geçirmemişti.”
Sonra geçmişindeki arkadaşlarına bir saklambaç bitişindeki gibi sesleniyor: “Çıkın oğlum artık! Tadını kaçırmayın. Nahabet, Varujan, Niko, Yasef neredesiniz?”
Hep birlikte çok kültürlü bir yaşam için seslensek cevap veren olur mu acaba?
Sennur Sezer

Evrensel'i Takip Et