28 Eylül 2008 00:00
çağrışımlarımız bizim mi?
GÜNÜN YAZILARI
Geçenlerde, doğa kelimesinin bendeki ilk çağrışımının, börtü böcek, kuş çiçek ağaç, vb... yani yalnızca canlı varlıklar ile sınırlı olduğunu yakaladım. Hatta insan bile yok bunun içinde. Çünkü insan, doğayı sadece seyreden olarak var. Dışında, dışardan... Doğasal bir varlık olduğumuzu unutarak... Biraz düşününce bu kez de yalnızca dünya ile sınırlı bir ufkumun olduğunu tespit ettim. Evreni unutarak...
Doğayı böylesi bir çağrışımla algılamak ne büyük bir dar görüşlülük oysa. Nasıl bir ufuk darlığı. Doğasal bir varlık olduğumuzu bile bize unutturan bir çağrışım. Hatta tarihselliğimizi de. Sanki ancak biz varsak doğa var!.. Sanki evrim içinde insan türü var olmadan önce doğa yoktu!.. Sanki insan türü yok olduktan sonra doğa olmayacak! vb gibi. Doğasallığımızı da, dünyasallığımızı da, evrenselliğimizi de kavrayamayış Oysa hem dünyalı bir evrenselliğe ihtiyacımız var, hem de evrensel bir dünyalılığa... Doğasallığımız-tarihselliğimiz-toplumsallığımız içinde evrenselliğe de uzanarak.
İnsanın doğasal-tarihsel-toplumsal bir varlık olduğunu hepimiz biliriz. Ancak parçası olduğumuz doğa ve toplumla diyalektik bir ilişki/çelişki içinde kendi tarihselliğimizde devinirken, kavrayışımız ve bilincimiz böyle körleştiriliyor işte. Çağrışımlarımız bile...
Yararlı olacağını sandığım için sizlerle paylaştığım bu küçük örnek bile, yaşadığımız çağdaki ve toplumdaki insanın, doğasal ve toplumsal bir varlık olarak bütünselliğinin yıkıma uğratılmışlığını, parçalanmışlığını gözler önüne seriyor bence. Gerçeklikten bir kopuş bile denebilir hatta. Savruluşlara, geriye sürüklenişlere, umutsuzluğa karamsarlığa teslimiyete hatta boşlukta kalakalışa yol açan; her türden inancı yanılsamalara kapılışlara sürükleyen, her türden yaradancı yaklaşımı, bilinemezciliği, vb. de üreten, böylece de, var olma var etme mutluluğunu da direncini de tüketen bir kopuş.
Toplumsal insanlığın gürül gürül akan yatağında özgürleşerek ilerlemek-ilerletmek yerine, kapitalist-emperyalist sistemin üretim ilişkileri, devlet yapılanması ve iletişim ağı içinde kirletilerek öğütülüş. Hatta tüketiliş, yok ediliş... Yaşarken...
Doğa çağrışımımı bile bu yaşta ve ancak böyle bir süreçten sonra, bu kadar çalışarak doğrultabilmiş olmak kinimi artırdı. Bir an önce sağlığımıza kavuşabilmemiz için bu sistemden bir an önce kurtulmak şart. Bütün kurumları ve araçlarıyla gerçekten sakatlamış bizi. Oramızı buramızı kırıp, dumura uğratıp, köreltip, kötürüm etmiş. Hatta iğfal etmiş. Egemen sınıfsal güç, zihnimize de egemen olmuş. Çağrışımlarımızı bile belirlemiş işte. Kısıtlamış bizi... Yaşamı üretirken bilgilerimizi de bilincimizi de, zihnimizi de hatta çağrışımlarımızı bile yeniden yeniden üretmek zorundayız demek ki. Bir kendini geliştirmeden değil, dönemin dayattığı, belirli bir gelişme tarzından özgürleşmeden söz ediyorum. Yaşamı emek emek üretirken, her alanda her anımızda bilinçle eyleyerek omurgamızı doğrultmaktan.
Bu konuda epey çalışmam gerekti. Tam da bu zamanda dikkatle izlemeye çalıştığım Cernde gerçekleştirilmekte olan bilimsel deney hakkındaki yayınlar da bilgilerimi ilerletmeme, zihnimi ve bilincimi biraz daha temizlememe hizmet etti. Omurgamı ise her konuda olduğu gibi bu konuda da Marksist-Leninist kaynaklardan beslenerek doğrultabildim.
Bu çalışmamla doğa kavramının bendeki çağrışımını zenginleştirdiğim gibi, kavramlarla gerçekliğin organik dünyada tamı tamına çakıştığı gün gelişmenin sona erdiğini Engelsten öğrenip, kavram esaretine kapılmaktan kurtuldum. Bu arada bırakın evreni, dünyayı bile, hatta evrimle insan türünün oluşmasından sonraki dönemini bile tümüyle bilebilme yeteneğinde olmadığımızı ve bu sınırlılığımızın bilincinde olmak zorunluluğumuzu da kavradım. Çünkü her şeyden önce milyonlarca yılık insanlık tarihini ve milyarlarca yıllık dünya tarihini bütünüyle bilebilmek olanaksız. Hele de sonsuz evren söz konusu olduğunda, imkansız.
Bu sınırlılık, bilinemezlik inancı ve imanı ile karıştırılmamalıdır. Bilinebilirliği, ama bütünüyle bilmeye yetenekli olmadığımızı bilmektir. Sınırlılığımızı bilmektir. Kör, ölü bir zorunluluğa teslimiyet, kölelik değil, tersine dirilten bir zorunluluğun bilincinde olarak özgürleşmedir. Özgürleşme sürecinde, bildiklerimizi çoğaltıp, ilerlemeye ve gelişmeye hizmete soyunmaktır. Kendi tarihselliğimiz içinde yapabileceklerimiz ve yapmamız gerekenlerin bilincine varıp, bu bilinçle işe koyulmaktır. Birbirinin omuzlarında toplumsal kuşaklar boyunca üretilmiş ilerletici bilgilerimizi çoğaltıp geliştirirken yaşamı da bu bilinçle kararlılıkla üretme sorumluluğudur. Donmuş bilme ile ya da bilmeyi üretmeyen, bilmeye yol açmayan döl vermez kısır bir bilme ile yetinmemektir. Sınırlarımızı genişletmenin yolu da, zorunluluğun bilincinde bir özgürleşmenin yolu da, ilerleyip-ilerletmenin yolu da buradan geçiyor. Gerçekleşip-gerçekleştirmenin de. Bilgiyi de, bilmeyi de örgütlü bir yaşam içinde ve insanca bir yaşam için yeniden yeniden üreterek...
Cernde yapılan bilimsel çalışma da doğayla ilişki/çelişki içinde olan toplumsal insanlığın, bu tarih itibarıyla kavrayabildikleri ve bildikleri üzerinden, bilinenleri daha da çoğaltmak üzere yaptığı önemli bir bilimsel deney... Parçacık fiziğinden, bir x parçacığından, parçacıkların hareketinden vb... söz ediyorlar. Güçlerin zıtlıkları ile olduğu kadar zıtlıkların iç içe geçmişliğiyle de ilişki/çelişkisinden. Etki ve tepkisinden. Değişimi ve dönüşümünden. Yadsıma ve yadsımanın da yadsınmasının olanaklı kıldığı oluşma ve yeniden yeniden oluşmadan vb... Özetle doğanın devinimin temel yasalarının diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemle doğadan öğrenilme çabası bütün olup biten... Doğanın insanallaştırılması yolunda toplumsal insanlığın tarihselliği içinde daha önce defalarca atmış olduğu adımları ilerleten bir çalışma...
Bu çalışmalarla insanoğlu, doğasını bu bilgiler ışığında değiştirip dönüştürürken, doğasının da kendini değiştirip dönüştürmesini sağlıyor. İlerliyor, gelişiyor, gerçekleşiyor. Çıkan sonuçlar, ulaşılan bilgiler, sınıfların var olduğu bugünkü dünyada kuşkusuz esas olarak egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda kullanılacaktır. Ama bugün nasıl kullanılırsa kullanılsın, toplumsal insanlığın özgürleşmesine hizmet eden kazanımlar olarak sonraki kuşaklara aktarılacak, toplumsal insanlığın hazinesini zenginleştirecek, tarihin tekerleğinin ileriye doğru dönüşüne de ivme kazandıracaktır.
Bu nedenle bu deney ve deneyimlere, toplumsal insanlığı ve doğayı tahrip eden emperyalist kapitalist burjuvazinin ya da yalnızca bilim adamlarının alanıymış gibi değerlendirip ilgisiz kalamayız. Anlayabildiğimiz kadarıyla da olsa toplumsal insanlığın özgürleşerek gerçekleşmesi yolunda kullanarak, doğayı da insanı da tahrip ederek gelişmeyi ve ilerlemeyi engelleyen burjuva sınıf egemenliğini alt etme yolunda yararlanabilmeliyiz. Doğa ve insan bilimlerinin ürettiği bu ve benzeri bilgilerle beslenerek doğmuş gelişmiş ve gelişecek olan Marksizm-Leninizm, bunun yol ve yöntemlerini bize göstermiş, göstermeye de devam etmektedir.
Yeter ki bizler bu bilgilerden, onları yeniden yeniden üreterek yararlanalım.
Yeter ki toplumsal insanlığı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya taşıyacak bir sınıf bilinciyle özgürleşerek gerçekleşebilme araçlarımızı yaşadığımız toplumda kendi tarihselliğimiz içinde yaratma yaşatma ve geliştirme çabasına omuz verelim.
Yeter ki bu sistemin beslediği ve beslendiği kör bir zorunluluğa ölü bir zorunluluğa imanla ve inançla teslim olanların da... sistemin zoruna boyun eğmek zorunda kalıp tüketilmekte olanların da... mecalsiz kalanların da... sınıf örgütünün hayati önemini kavrayamayıp şu ya da bu gerekçelerle uzak duranların da... elbette kendimizin de... dirilten bir zorunluluğun bilinciyle özgürleşip-özgürleştirebilmelerine olanak tanımak üzere çalışıp, becerilerimiz yeteneklerimiz doğrultusunda çaba harcayalım.
Ancak böylesi bir bilinç ve örgütlü bir çaba içinde kendimizi de yeniden yeniden üretebilir, özgürleşerek gerçekleşebilir-gerçekleştirebiliriz. Zihinlerimizi de... Çağrışımlarımızı bile...
Meral Bekar
Evrensel'i Takip Et