11 Aralık 2010 00:00

KUŞATILAN ÇEVREMİZ


Gelişim ile değişimi hep karıştıran bir toplumun bireyleriyiz ama sen diyalektiği iyi bilirsin, karıştırmazsın ikisini.
Sen aramızdayken günlük gazetemiz yoktu. Şimdi onbeş yıldır her gün gazetemiz çıkıyor ve halka ulaşıyor. Kadınlar ve gençlerimiz gazeteye düzenli olarak ekler hazırlıyorlar. Gazetemizin eki Genç Hayat’ın, kapağında senin resminin de bulunduğu son sayısında bizim gençler şu soruyu soruyor; “Zamandan başka ne değişti?..”
Çok şey değişti Erdal, çok…
Otuz yıldır aramızda yoksun. Bu sürede, zamandan başka çok fazla şeyin değiştiğini görüyoruz. Gördüklerimize bazen seviniyoruz, bazen üzülüyoruz. Kimi zaman da neyin değiştiğini tam göremiyoruz, değişim tüm gerçekliğiyle ve acımasızlığıyla pat diye karşımıza dikildiğinde uyanıyoruz.
Değişimin en çarpıcı yanı, güce tapınma eğiliminin artmasıdır bence. Kimileri, gücün getirdiği zorbalığın altında ezilirken dahi gücü ve güçlüyü seviyor. Bu karşılıksız sevgi eskiden de vardı ama şimdi bildiğin gibi değil, epey arttı. Artan, daha doğrusu gelişen başka bir şey de iletişim oldu. Sürekli birbirimizle iletişim halindeyiz; hepimiz cep telefonu, internet falan kullanıyoruz, güncel deyimle iletişiyoruz. Sen Ankara’dan Şebinkarahisar’daki yakınlarını aramak için PTT’ye telefon “yazdırıp” saatlerce sıranı beklemişsindir, ama bak şimdi hepimiz anında iletişiyoruz. Aynı zamanda iletişimin gücüne de tapıyoruz. Senin de içinde bulunduğun yüzbinler, böyle iletişmeden nasıl bir anda meydanlara akardı bilinmez ama şimdi her şey iletişimin gücüne bağlanıyor. İşçi sınıfının gücü ile internet arasında doğru orantılar bile kurabiliyoruz, düşün artık. Sokaklarda gençlerin bağıra bağıra sattığı gazetemizin kağıdına dokunamadan, o gençlerle sohbet edemeden, mürekkebini dahi koklayamadan gazetemizi cam ekrandan okuyabiliyoruz. Yüz yüze konuşmayı unuttuk; sanal alemden konuşuyoruz, sevdiklerimizin ve arkadaşlarımızın artık gözlerinin içine bakmıyoruz. O yüz yüze bakışın, sıcak ve canlı etkileşimin bireysel ilişkilerdeki ve örgütlenmedeki payını hep unutuyoruz. Sanıyoruz ki telefondan ya da internetten bir ileti gönderince herkes meydanlara akacak, ama akmıyor işte.
Fazla iletişmekten dilimiz de değişti. Türkçe radyolarda dahi konuşulan dili anlamıyoruz, bilinmeyen bir dili konuşuyorlar medyada. Faşiste faşist demiyoruz artık, ülkücü diyoruz. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşu oldu. Bazıları dinci-şeriatçı cemaatleri sivil toplum kuruluşu olarak ilan etti. Dezenformasyon, metafor gibi sözcükleri çok kullanıyoruz, hem de kendi yayınlarımızda kullanıyoruz. Ben bunların ne olduğunu daha öğrenemediğim için kullanamıyorum, öğrenince bakarız.
Bilirsin, kapitalizm hep ahlak dışı yöntemler uygular, çünkü varoluşu ahlak dışıdır. Bu sistemde bireyleri korku bozuyor, para bozuyor, ama parasızlık da bozuyor. Düzenin ahlaksızlığına direnemeyen örgütsüz bireyler yaşamlarındaki temiz kalan sayfaları kolayca yırtıp atabiliyorsa eğer; bu işlere kafa yoran herkesin titreyip kendine dönmesi lazım, ama bir türlü dönemiyoruz.
Değişmeyenler ise bildiğin gibidir Erdal; yurtsever öğrenciler, emekçiler, köylüler yine düzen tarafından eziliyor, ayaklar altına alınıyor. Fakat biliyoruz ki, faşizm sürdükçe sloganlarımız da değişmeyecek, senin sehpada haykırdığın sloganlar yine haykırılacak. O sloganların hâlâ başımızın tacıdır, son sözlerin ise onurumuzdur.
Sevgiyle kal şimdilik, pazartesi günü yine yanındayız.
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK

Evrensel'i Takip Et