11 Eylül 2005 21:00

Şırnak'a da Yozgat'a da
   artık cenaze gitmesin!

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı konuşmanın ardından İçişleri Bakanlığı, konunun incelenmesi için müfettiş görevlendirdi. Müfettişin hazırlayacağı rapora göre soruşturmanın açılıp, açılmayacağına karar verilecek. İçişleri Bakanlığı'nın soruşturma girişimini değerlendiren Baydemir, "Şu ana kadar söylemiş olduklarım, değerlendirmelerim ve bakış açımın dışında yeni bir bakış açısına sahip değilim. Türkiye'de etnik kimliği, siyasal düşüncesi ve üniforması ne olursa olsun hiçbir yurttaşımın yaşam hakkına son verilmemesi gerektiğine inanıyorum. Ölümlerin durdurulması gerektiğine inanıyorum" dedi. Brüksel'den Diyarbakır'a gelen Osman Baydemir, Avrupa'da yapmış olduğu temasları değerlendirdi. Baydemir, bir hafta süren temaslarında Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu açısından önemli sonuçlar aldığını belirtti. Baydemir şöyle devam etti; "Başta Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Borell, yine Genişlemeden Sorumlu Başkan Sayın Oliver, Karma Komisyon Başkanı Magendic, Raportör Orling ve Büyükelçi Oğuz Demiralp'in içerisinde bulunduğu 20'yi aşkın temaslarda bulunduk. Bütün bu görüşmeler süreci içerisinde 2 temel vurgumuz vardı. Birincisi, Türkiye'nin bölgelerarası gelişmişlik farkının ortadan kaldırılması ve bölgesel metropol şehir projemizi teferruatlı bir şekilde açma imkanı bulduk. Aslında bunun AB kuruluş felsefesine de paralel olduğunu gördük. Bunda da önemli bir destek aldığımızı söyleyebilirim. İkincisi ise, 3 Ekim'de Türkiye'nin AB'ye tam entegrasyonu için müzakerelerin başlanmasına dair düşünce ve görüşlerimizi ifade etme olanağı bulduk. Oldukça katkı sunucu ve faydalı bir ziyaret olduğunu söyleyebilirim."

'Ne söylediğimizi biliriz' Baydemir, bazı basın yayın organlarında kendisi hakkında çıkan haberlere ilişkin de şunları söyledi: "17 aydır aşağı yukarı düşünce ve görüşlerimi Türkiye kamuoyu ile çeşitli platformlarda paylaştım. Şu ana kadar söylemiş olduklarım, değerlendirmelerim ve bakış açımın dışında açıkçası yeni bir bakış açısına sahip değilim. Bir görüş de değiştirmiş değilim. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, bu atmosfer içerisinde Türkiye'nin sağduyu ve güvene ihtiyacı vardır. Güven sarsıcı, sağduyu ve toplumun istikrarını zedeleyici tutum ve davranışlardan herkesin büyük bir olgunlukla kaçınması gerekir. Dolayısıyla söylemediğimiz bir sözün bize atfedilmemesi gerekir. Söylediğimiz her sözün ağırlığının bilincinde ve olgunluğundayız. Dolayısıyla ne zaman nerede ne söyleyeceğimizi çok iyi bildiğimizi belirtmek isterim."

'Ölümler durdurulmalı' Türkiye'de etnik kimliği, siyasal düşüncesi ve üniforması ne olursa olsun hiçbir yurttaşın yaşam hakkına son verilmemesi gerektiğinin altını çizen Baydemir, "Ölümlerin durdurulması gerektiğine inanıyorum. Şırnak'a da Hakkari'ye de, Tokat'a da, Yozgat'a da cenazelerin gitmeyeceği bir Türkiye yaratmak durumundayız ve ölümlere rıza göstermemek durumundayız. Temel duruşumuz budur. Bunun yaşama geçirileceğine inanıyorum" diye konuştu.




'TSK SİLAH BIRAKSIN DEMEDİM' Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Strasbourg'ta, "PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri aynı anda silah bıraksın" şeklinde bir konuşma yapmadığını söyledi. Baydemir, Brüksel dönüşünde Atatürk Havalimanı'nda gezisiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Osman Baydemir, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin silah bırakmasını istediniz mi?" şeklindeki bir soruya, "Hayır, böyle bir şey olamaz. Bunun mantığı yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri veya başka bir ordu nasıl silah bırakacak. Bu sözler hilkat garibesi gibi bir şeydir" dedi. Kesinlikle böyle bir açıklama yapmadığını belirten Baydemir, hakkındaki soruşturmadan da haberi olmadığını söyledi. Baydemir, "Türkiye'nin gerilime ve tansiyonun yükseltilmesine ihtiyacı yoktur. Sorunlarımızı konuşarak tartışarak aşabiliriz. Artık demokratik yöntemleri, insancıl yöntemleri önümüze hedef olarak koymamız lazım" dedi.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


12 EYLÜL ile neler yaşandı? -1-
   12 Eylül'ün faydaları HAZIRLAYAN: Fatih Polat


Sunu: Türkiye'de yönetenler açısından, tarih bilinci denilince resmi bayramlar ve törenlerle simgelenen bir tarih söz konusudur. Anıp hatırlanması gereken, dahası güncel bilincimizi belirlemesi istenen de böylesi bir tarih bilinci. Ancak, Türkiye 19 Mayıs ya da 23 Nisan kutlamaları dışında da, sıralı tankları ve askeri cemseleri caddelerinde görmeye, "tank sesi" ile uyanmaya yabancı olmayan bir ülke. Bu da bizim tarih bilincimiz içindeki çok önemli sonuçları olan bir gerçeklik, bu nedenle de atlayamayız onu. O nedenle de atlamadık ve 12 Eylül'ün değişik alanlardaki yansımalarını sayfalarımıza taşıdık. İlk gün söz Rahmi Yıldırım'ın. 12 Eylül'ün Türk Silahlı Kuvvetleri içinde nasıl yaşandığını, oradaki tasfiyeleri kendi kişisel tarihi üzerinden anlatıyor. Rahmi Yıldırım'ın anlatımları yarın da sürecek.






Rahmi Yıldırım İşçilerin, emekçilerin gazetesi "Evrensel"de 12 Eylül'ün faydalarından söz etmek. Gazete okuru proleterlerin, darbe mağduru insanların kaşlarının çatıldığını hissediyorum. Hatta Fatih Polat, "Rahmi Bey'i adam yerine koyduk, 12 Eylül felaketini anlatmasını istedik. Kalkmış 12 Eylül'ün faydalarından söz edecek. Ne de olsa eski asker... " diye daha da kaşlarını çatmış olmalı.

Haklısınız da dostlar, "Vurun ama dinleyin bir hele?" Ertuğrul Özkök'ün sık sık yazdığı gibi "12 Eylül sayesinde can güvenliği sağlandı, akan kan durdu, memleket derin bir nefes aldı. Bu yüzden halk Anayasa'ya yüzde 92.5 oranında evet oyu verdi" diye ahkâm kesecek, darbeyi masum ve mazur gösterecek değilim. Ben, 12 Eylül'ün bir vatandaşın bireysel tarihindeki faydalarından söz edeceğim. Aslında, Kenan Evren'i ve Anayasa'ya yüzde 92.5 oranında "evet" oyu verenleri saymazsak, 12 Eylül'ün faydalarından söz eden ilk kişi, Ertuğrul Özkök değil, Aziz Nesin oldu. Darbenin 7'nci yıldönümüydü, Ankara'da bir panel düzenlendi. Ben de gazeteci olarak salondayım. Panelin konuşmacılarından Aziz Nesin, sıra kendisine geldiğinde "12 Eylül'ün hiç mi faydası olmadı?" sorusuyla başladı konuşmasına. Dinleyicilerin kaşları çatıldı; kimi keskin dinleyiciler, "Aziz Nesin ne de olsa eski asker, zaten biraz da yaşlandı, askerlik damarı kabardı, 12 Eylül darbesini överek kendisini affettirmeye çalışacak!" diye homurdandılar. Aziz Nesin, homurdanmalara aldırmadan devam etti: "Arkadaşlar, 12 Eylül öncesinde taksiye bindiğimizde, ücret konusunda taksiciyle saç saça başbaşa kavgaya tutuşur, nerdeyse kanlı bıçaklı olurduk. Ama 12 Eylül geldi, taksiciyle kavgaya son verdi. Ne yaptı 12 Eylül? Bütün taksiler sarıya boyandı, her birine taksimetre takıldı. Artık ne kadar ücret ödeyeceğine kavga ederek değil, taksimetreye bakarak karar veriyorsun. Kötü mü oldu? Elbette iyi oldu. Ama, kardeşim, taksici-müşteri kavgasını bitirmek, taksimetre taktırmak için de darbe yapılmaz ki." Nur içinde yatsın. Bu sözler üzerine homurdanmalar kesildi. Sonrasında Aziz Nesin işi gene sosyalistliğe döküp, başladı 12 Eylül'e veryansın etmeye. Aziz Nesin'in vurguladığı taksimetre işi dışında toplumsal tarihte 12 Eylül'ün başkaca faydası oldu mu, bilemiyoruz. Süleyman Demirel'in darbeden sonra sol söylemi ödünç almasına bakarak, "İşte en âlâsından bir 12 Eylül faydası. Bir darbe daha olursa Demirel bu kez komünist olur ki, burjuvazi 'Komünist Demirel' riskini göze alamaz. Dolayısıyla bu memlekette bir daha darbe olmaz!" diye hayale kapılanlar çıktı. Ama, hayat kendi hükmünü icra etti, Demirel'in maskesi çok çabuk düştü. Bunca peşrevden sonra gelelim darbenin bireysel tarihteki faydalarına.

Darbeciye darbe Bireysel tarihinden alıntılar yapacağım kişi, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Üstelik Kenan Evren'in meslektaşı. Yani eski asker. 1971 darbesi sırasında on üç yaşındayken askeri liseye girdi, sonra Kara Harp Okulu'na. Darbe tarihinde yirmi iki yaşında genç bir teğmendi. Harekât emrini alınca, ister istemez sorumluluk bölgesinde, yani Çanakkale'nin Çan ve Yenice ilçelerinde darbe yaptı. Ama Allah için söylemek lâzım gelirse, kimsenin canını acıtmadı. Sıra dışı bir darbeciydi. Bir gün bir ihbar mektubu aldı. Bir köyde terzi varmış, devrim olduğunda göndere çekilmek üzere kızıl bayrak dikmiş, evinde saklıyormuş. Muhbir vatandaş, mektubu üst makamlara da gönderdiğini eklemiş. Yani, "İstersen terziye operasyon yapma!" der gibi. Başçavuşa bir operasyon timi hazırlamasını emretti darbeci teğmen. Operasyon timi erken bir saatte köye vardı. Hoyratça bir operasyon olmaması için teğmen kapıyı bizzat çaldı. Terzi uykulu gözlerle kapıyı açtı. Teğmen durumu açıklayarak arama yapılacağını tebliğ etti. Arama başladı. Zaten küçücük bir köy evi. Aranacak fazla yer yok. Bir köşede sandığı karıştıran Başçavuş "Buldum komutanım!" diye heyecanla bağırarak teğmene koştu. Elinde birkaç kitap vardı. En üstte Aziz Nesin'in "Savulun Sosyalizm Geliyor" kitabı. Teğmen belli etmeden içinden güldü. "Tebrik ederim Başçavuşum" dedi. Operasyondan sonra, "Yasal işleme gerek yoktur" diye raporunu yazdı. Teğmen gerçekten de sıra dışı bir darbeciydi. Darbenin üzerinden iki yıl geçtikten sonra üsteğmen rütbesindeyken kendisine darbe yaptılar. Kenan Evren'in emriyle Ankara'da Ordu İstihbarat ve Dil Okulu'nda sorguculara teslim edildi. Peşinden, "Tutum ve davranışlarıyla yasadışı fikirleri benimsediğinin anlaşıldığı" gerekçesiyle yirmi dört yaşında ordudan çıkartıldı. Mahkeme kararı olmadan üçlü kararname ile ordudan çıkarma emri, yani re'sen emeklilik kararı Urfa Suruç'taki tabur gazinosunda tebliğ edildi. İçinde elbette fırtınalar koptu. Çocukluğunun, gençliğinin en güzel döneminde on bir yıl onurla taşıdığı, kirletmediği üniformadan çıkıyordu. Gideceği yer cezaevi ya da işsizler ordusunun saflarıydı. Hiç renk vermedi, neşeli görünmeye çalıştı. Gazinodaki meslektaşları şaşırdılar. "Yahu nasıl bu kadar sakin ve neşeli olabilirsin?" diye hayret ettiler. Bir anda işsiz kalan, diploması cumhurbaşkanı adaylığı dışında hiçbir işe yaramayacak olan üsteğmen işi şakaya vurdu: "Orgeneral olacağım, hatta... diye yola çıktım. Şimdi hürgeneralim. Bu da sevinmeye değer!" Üsteğmen, Kenan Evren'le artık meslektaş olmadığına sevinerek teselli buluyordu kendince. Kenan Evren'le artık meslektaş olmamak! Az şey mi? Buyrun, işte 12 Eylül'ün bireysel tarihteki bir faydası. Üsteğmen, Kenan Evren'le artık meslektaş olmayacağına sevindi; ama Evren, son imzayı kendisinin attığı bir kararla üsteğmeni meslekten atmakla kalmadı. Üsteğmeni ve arkadaşlarını "Ben onlara hain lafını bile az bulurum" diyerek, kendi ifadesiyle "adaletin pençesine" teslim etti. Adaletin pençesi mâlum. Üsteğmeni gözaltına aldılar. Gözaltına alınmadan önce, diz kapaklarında doktorların teşhis koyamadıkları bir rahatsızlığı vardı. Doktorlar, romatoid artrid olabileceğini söylüyorlardı. Yedi-sekiz ayda bir diz kapakları su topluyor, şişiyor, alaturka tuvalete bile çömelemiyordu. Sağolsun, emniyetçiler, gözaltında çaresini buldular. Üsteğmenin vücudunda kablo ucu değdirilmedik bir santimetre kare dahi bırakılmadı. Yani üsteğmene fizik tedavi uygulandı! Aradan yirmi üç yıl geçti, üsteğmen bir kez bile, diz kapaklarından şikâyet etmedi.12 Eylül çok faydalı oldu, canım! Gözaltına alınmadan önce üsteğmenin midesinden şikâyeti vardı. Her karavanadan sonra midesi yanıyor, doktorlar ülser başlangıcı olabileceğini söylüyorlardı. Çok şükür, 12 Eylül hapishanelerinde bunun da çaresi bulundu. 12 Eylül hapishanesi demek, açlık grevi demek. Üsteğmen, Metris Cezaevi'nde 28 gün süreyle ağzına bir tek lokma koymadı, sadece su içti. Meğer açlık grevi ne kadar da faydalı imiş! Şaka değil. Mide ve bağırsaklar dinleniyor; bu arada, vücut doğal tedavi sürecine giriyor. Aradan yirmi iki yıl geçti. Üsteğmenin midesi hâlâ taş gibi, taşı yutsa öğütür. 12 Eylül çok faydalı oldu, canım! Tabii üsteğmen içeride tedaviyle meşgulken, dışardaki akrabaları da boş durmadı. Üsteğmen başına gelecekleri tahmin ederek, "Her şeyi yakın, kitaplarımı yakmayın" demişti, ama nafile. Gözaltı haberi gelir gelmez, banyoda termosifonun sobası ateşlenmiş. Kitaplar doğruca sobaya. Soba günlerce yanmış. Termosifonda gaz ve odun açısından bir hayli tasarruf sağlanmış. 12 Eylül sayesinde sağlanan yakıt tasarrufuna en büyük katkıyı, Marks, Engels ve Lenin'in tuğla kalınlığındaki kitapları yapmış. Hele 600 küsur sayfalık "Kapital" ciltleri, bir hayli tasarruf sağlamış ki, artık o kadar olur. Tasarrufun tadına varan akrabalar, cep kitapları yazan Stalin ve Mao'ya teessüf etmişler. Netice itibariyle, 12 Eylül'ün bireysel tarihlerde faydalar sağladığı kesin. Ama, Aziz Nesin'in deyişiyle, bunun için darbe şart mıydı?

Sadede gelecek olursak 12 Eylül'ün bu şekilde faydalı olduğu üsteğmenin kim olduğunu tahmin etmişsinizdir. Re'sen Emekli Jandarma Üsteğmen Rahmi Yıldırım'ın bireysel tarihinden alıntılar yaptım. Üsteğmen, Ordu İstihbarat ve Dil Okulu'nda bir ay süren sorguya ek olarak, 1982 Kasım ayından başlamak üzere Bursa, İstanbul ve Ankara nezarethanelerinde beş ay daha sorgulandı. Dışarda mevsimlerin geçtiğinden haberi olmadı. Asker ve polis kılığındaki işkencecilerin "Ulan sınırda suyun başını tutmuşsun. Vatanı kurtarmak sana mı düştü, vatan kurtaracağına yükünü tutsaydın ya!" diye sitem(!) ederek vahşice saldırmalarının ve küfretmelerinin acısını öfkesini hâlâ yüreğinde taşıyor.


Tasfiye edilen genç askerler aleyhine en geniş kapsamlı dava, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi'nde açılan 123 sanıklı THKP/C Üçüncü Yol davasıydı. Davanın sanıkları tutuklu subaylar, Metris Cezaevi'nde devrimcilerle birlikte yattılar, açlık grevlerine katıldılar. 17 Ocak 1984 tarihinde, THKP/C Üçüncü Yol davasının ilk duruşması vardı. Sanıklar işkence edilerek tektip elbise giydirildikten sonra duruşma salonuna götürüldüler. İzleyiciler, avukatlar ve "Cumhuriyet" Gazetesi Muhabiri Deniz Teztel'in salona alınmalarından sonra, tam mahkeme heyeti salona girerken tektip üniformalar yırtıldı. Mahkeme heyeti yerini aldığında yırtma işlemi tamamlanmıştı. Deniz Teztel o sırada bu fotoğrafı çekmeyi başardı, ama fotoğrafa yayın yasağı kondu. Yine de tektip elbiseye karşı direniş ilk kez kamuoyuna duyurulmuş oldu.

Yarın: Üsteğmenle birlikte aynı kaderi paylaşan kaç insan vardı?