21 Mart 2005 23:00

Desene işledim...

Ressam İbrahim Balaban 1949'dan 2004'e değin yaptığı desenleri gün yüzüne çıkardı. Desenler sanatçının yaşamı boyunca kavagasını verdiği resim uğraşının bir özetini de sunuyor. Köy resimleri, hapishane resimleri, jandarma ve öküz resimleri, desenler içinde en çok yer tutanlar arasında bulunuyor. Resme adanmış bir yaşamın belgesi gibi duran Balaban'ın desenleri pek çoğu tuval resmi zenginliğinde. 50'lilerden 2000'e doğru köy yaşamının dramını, yoksulluğunu ve köylünün üretim araçlarının yanı sıra baharı, çiçekleri ve özellikle çocukları resimleyen sanatçı, daha küçükken birtakım çizgiler karaladığını, ama aklı kestikten sonra nedense hep öküz resmi yaptığını söylüyor. İmralı, Bursa gibi çeşitli cezaevlerinde yapılmış daha yüzlerce desenin de kaybolduğunu belirten Balaban, "Yaptığım desenleri koyacak yer bulamıyorum" diyor. Sanatçı "Balaban'ın bir tablosu ta Amerika'da ortaya çıkmış. Nasıl gitmiş oraya? Ben bilmem. İmralı'da yaptığım birkaç tablo da cezavinin deposundan çıkmış, satıp parasını ceplerine koymuşlar. Haram olsun" diye konuşuyor. Kadıköy'deki Moda İskelesi'nde bulunan Yurt Dünya Sanat Galerisi'nde 30 Mart'a değin sergilenecek olan Balaban'ın desenleri, deseni resminin odağına oturtmuş bir sanatçının bir bütün olarak görülmesine olanak tanıyor. Zaten Balaban da "Desen, resmin omurgasıdır" diyor.

Eskilerle birlikte neden bütün desenlerinizi sergileme gereği duydunuz? Gelişigüzel çiziktirilmiş karakalemler değil bunlar, uğraşa uğraşa yıllar harcanmış yapılış resimlerdir. Hatta yağlı boyalardan bile daha önemlidir. Diyecekler ki madem bu kadar önemliydi de, neden sen bunları satışa çıkardın? Çünkü 300-350 tane karakalemi ben evde nerede saklayacağım. Bir müze kurulacaktı Bursa'da. Bir Balaban müzesi yapacaklardı. Hay hay buyrun yapın dedim. Müstakil bir ev arayıp bulurken seçim geldi, seçimde belediye başkanı değişti, belediye başkanı değişince, resimler de elimde kaldı.

Köy desenleri ağırlıkta? Ben daha çok jandarma resimleri yapıyorum. Jandarmadan korkan halkın resimlerini yaptım ben. Jandarmayı hak ettiği şekilde yaptım. Bir gün bizim köye gelince jandarma, köylülerin hepsi dağa kaçtılar. Ben daha çocuk denecek bir yaştayım. Sonra bir baktım kimse kalmamış, bu jandarmadan niçin kaçıyor insanlar diye düşündüm. Oturmuş orada iki ihtiyar kafaları önlerinde, birisi Halil Dayı birisi, Tıngır Süleyman onlar kaçmadı, ihtiyar oldukları için, bir de ben kaçmadım. Jandarmaların ayakları güdük ya da bana öyle geldi en azından, tüfekleri kısa, boyları çok uzundu. Bizim köyün ortasında bir çınar vardır, büyük, kerkenez kuşları konuyor kalkıyor. Uzattı jandarmalardan birisi tak diye bastı mavzerin tetiğine, kerkenez kuşlarından birisi yere düştü. Bir şey diyemedi orada iki ihtiyar, öyle baktı baktılar jandarmaya. Suçsuz yere cezaevine düştüğümde, jandarma beni falakaya yatırıp suçu kabul ettirmişti. Öfkem büyüktür, onun için habire resim yaptım. Daha çok da tüfek resimleri. Jandarmalardan ve hükümetten intikam almayı düşünüyordum böylece. Halkın gönül zenginliği de yansıyor desenlere... Desen dediğin resmin omurgasıdır. Ben bizim halkımızda olanı, yani halkımızın çilesini, umudunu, eziyetini, küfrünü, sevincini yaptım. Ama bunları yapmak için çok uzaklara gitmedim. Minyatür gibi uyduruk şeylerle uğraşmadım. Bak orada Hallacı Mansur'u, Pir Sultan'ı, halkın masal kahramanlarını, dedeleri, pirleri görürsün. Batı'nın taklitçiliğini yapmadım ben, hiçbir resmimde Batı kültürünün izini göremezsin, hepsi bize ait şeyler. Bugün kültürden yoksun insanlarımız ve kendine sanatçı diyenlerin çoğu da öyledir. Eğer bir kültürle donatılmamış olsaydık bu resimler ortaya çıkarmıydı, bu resimler yapılır mıydı? Sanatçı dediğin sosyoloji bilecek, ekonomi politik bilecek, tarih bilecek ki ondan sonra ürettikleri bir şeye benzeyebilsin?

Evrensel'i Takip Et