23 Nisan 2003 21:00

Uyan Gülcan! Rüya bitti...

Üç gece üst üste sabaha kadar mesai, günde 4 saat fareler gibi masaların altında uyuma, ustabaşının hakaretleri... Üç ay önce daha iyi bir yaşam bulacağını düşleyerek İstanbul'a gelen Gülcan, 14 ve 16 yaşlarındaki iki kardeşiyle bir tekstil fabrikasında, bu koşullarda çalıştı. Tam sigortalarının yapılması gerektiği zaman ise, işten atıldılar.

Paylaş
07.00'de kalk. 08.00'de fabrika kapısından gir, kartını bas; yarışı başlat: 10.00, çay molası; 10 dakika. Çalışmaya devam. 12.00, yemek molası; yarım saat. Çalışmaya devam. 19.15, çay molası; 10 dakika. Çalışmaya devam. 24.00, yemek molası; yarım saat. Çalışmaya devam. 04.00, uyku molası; 4 saat... "Dörtten sonra 15 dakika zaman tanırlar. Sonra şalterleri indirirler, yatmak zorundasın. Merdivene, masanın altına... Nerede yer bulursan oraya; böcek varsa da var. İstemezsen yatma. Sabah sekizde zil çalar, sekiz buçukta işbaşı. Sabah gözlerim açılmıyordu artık. Onda kahvaltı verirlerdi, iki poğaça. Bu iki üç gün böyle giderdi. Sonra bir gece 12'de çıkarıp servisle eve bırakırlardı. Ertesi sabah yeniden..."

Bir baba dört çocuk 50 yıllık hayatı göç yollarında geçen, Çukurova'nın binlerce dönüm toprağını alınteriyle sulayan bir adam, Ramazan Anlamış, bundan üç ay önce geleceğe ilişkin umutlarını çocuklarının dürtüklemesiyle bir kez daha diriltti. Her şeyin daha güzel olacağı umuduyla onları yollara düşüren 20 yaşındaki kızı Gülcan, Adana'nın kavgalı sokaklarından vazgeçmekten zorlanan 16 yaşındaki kızı Kader ve okutamadığı on çocuğundan biri olan 14 yaşındaki oğluyla, bir akşamüstü İstanbul'a vardılar. 1999 Marmara depreminde aldığı hasar nedeniyle kiraları hayli ucuzlayan Avcılar'daki evlerden birine yerleştiler. Üç kardeş ertesi sabah bir tekstil fabrikasında, AKSAL'da işe başladı.

Sadece saatler değil AKSAL'da ne şartlarda çalıştıklarını Gülcan yukarıdaki gibi anlatıyor. Ama çalışma koşullarının zorluğu mesailerden ibaret değil. "Masaya yaslanamazsın. Dışarı çıkmak, tuvalete gidip 5 dakika gelmemek yasak. Bütün gün ayakta, eller aynı işi yapıyor. Pısırık görünce daha da üzerine gidiyorlardı. Çok gariban insanlar vardı. İşler yanlış dikildi mi 'Siz ne biçim insanlarsınız?' diye hakaret ediyorlardı. Bana göre hayvan denmesinden daha kötü. Oraya Metris Cezaevi diyordum. Giriş var, çıkış yok. Mesai ücretlerini de benzin parasından veriyorlardı. Ayda üç gün eve gidiyoruz ya servislere benzin doldurmuyor..." Onlar işe girerken 3 ay sonra sigortalı olacakları söylenmişti. 3 ay sonra ustabaşı dikimhane ve paket bölümünde çalışan işçileri topladı, fabrikanın kapanacağını söyledi. İşçiler, "Ne haliniz varsa görün" sözleriyle evlerine uğurlandı. Herkes sustu. Nedenini Gülcan anlatıyor: "Bir gün ustabaşı maaşlarımızın 60 milyon lira düşürüleceğini söyledi. Toplandık, konuşmaya gittik. Gittiğimizde arkama baktım ki iki kişiyiz, biri kardeşim. Biz çalışmaya başlamadan önce Maliye denetlemeye gelmiş. Adamlar asansörle çıkarken şalterleri indirmişler. O arada da sigortasız çalışanları saklamışlar. Sadece sigortalı çalışanlarla konuşturmuşlar denetçileri. Ben olsam şikâyet ederim ama patronlar yollarını bulmuş. Ufak yaştakileri çalıştırıyorlar, haklarını savunamayacak durumda olanları. Sömürmeyi iyi biliyorlar yani."

'Daha karakola

düşmedik' Gülcan, AKSAL'dan atılmalarına üzülmüyor: "AKSAL'dayken neredeyse psikolojim bozulacaktı. Çalıştığımız geceler kendi kendime 'Rüya bitti Gülcan uyan artık' diyordum." Sürekli "Adana'ya gidelim" diyen Kader'in ise asıl kızdığı işçi kardeşleri. Kader, Adana'da herkesle barışıkmış, evin emektarıymış. Annesine yardım etmek için okuldan ayrılmak zorunda kalana kadar okulun en çalışkanıymış. Gülcan şimdi "Onları da kazanmak lazım" deyip kardeşini yatıştırmaya çalışsa da Kader, on altı yaşının öfkesiyle kızıyor, yıllardır makine başında birer makineye dönüşmüş olan o insanlara: "Eski elemanlar üstünlük sağlamaya çalışıyor. İlk seferler 'Niye böyle yapıyorsun hepimiz ekmek parası için çalışıyoruz' diyordum. Şimdi susuyorum. Beynimden dumanlar çıkıyor ama kimse görmüyor. Ben kavgayı severdim. Adana'da kavga olunca araya girer, ayırırdım. Korkmazdım yani. Burada nasıl sabrediyorum anlamıyorum. Henüz karakola filan düşmedik yani."

Artık işçiler Değişen gelenekler, değişen hayatlar... 14 yaşındaki oğlan çocuğu, üç ay öncesine kadar Adana sokaklarında top koştururdu. 16 yaşındaki Kader, üç ay önce sabah kalktığında nasıl konuşmadan bir gün geçireceğini değil; nasıl dargınları barıştıracağını düşünürdü. Gülcan, üç ay öncesindeki gibi bir ofiste çalışsa en az haftada bir sinemaya gider, üç ayda en az üç kitap okumuş olurdu. Ama her şey bir başka şimdi. Gülcan anlatıyor: "Adana'da kendime vakit ayırıyordum. Sinemaya gidiyor, kitap okuyordum. Geldim geleli, bir kez sinemaya gittim. Bir kitap almıştım. İki sayfasını okudum dersem yalan olur. İstanbul'u göremedik daha. İşe giderken serviste gördüğüm yerleri bilirim bir. Bir de Topkapı'dan geçip, İstiklal Caddesi'ne gitmiştik." Çoğu tekstil işçisi gibi onlar da uzun süre işsiz kalmadı. Üç kardeş yeni bir iş buldular. Üstelik burası çok daha rahat olacak! Ustabaşı öyle demiş; mesai olursa en fazla 23.00'e kadar çalışırlarmış... Ama buralara geldikten sonra onlar için her şey bir başka. Rüya bitti... Onlar artık işçi...

ÖNCEKİ HABER

İşçiler Irak halkıyla dayanışmada

SONRAKİ HABER

Silah tekellerinin yüzü savaşla güldü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...