Bir iş cinayetinin anatomisi: İşçi Serkan Temelci neden öldü?

Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin raporlarına göre AKP’li yıllarda 20’den fazla iş kolunda en az 33 bin iş cinayeti gerçekleşti. Türkiye kapitalizmi üretim stratejisi ve birikim modeliyle ülkeyi devasa bir işçi kabristanına dönüştürürken, üç çocuk babası olan 47 yaşındaki İşçi Serkan Temelci de burada defnedilen on binlerce işçiden biri oldu.
Ankara’da Özel Güven Hastanesine hizmet veren Elit Vale’de çalışan Serkan Temelci 7 Nisan günü fenalaşarak yere düştü. Ankara İSİG Meclisinin açıklamasına göre, ilk müdahalesinin yapıldığı Güven Hastanesinin acil servisinde kendisine ücret çıkartıldı. Tetkiklerin pahalı olduğunun söylenmesi üzerine “İşe yeni girdim, param yok” diyerek hastaneden çıkış yapmak zorunda kaldı. İmzası alınarak evine yollandı ancak yeniden fenalaşınca önce Mamak Devlet Hastanesine kaldırıldı, oradan da ameliyata alınmak üzere Etlik Şehir Hastanesine nakledildi. Geçirdiği beyin kanamasının ardından durumu ağırlaştı ve 8 Nisan günü hayatını kaybetti.
Serkan Temelci iki buçuk aylık işsizliğin ardından işe başladığı ilk gün öldü. Türkiye’nin başkentinde özel bir hastanenin önünde başlayan ölüm yolculuğu kamu hastanesinde sona erdi. Serkan Temelci’nin ölümü, sadece bir işçinin hayatının bir tahlil parası kadar kıymeti olmadığını göstermekle kalmadı, özel sektörün kontrolüne terk edilmiş sağlık sisteminin ölümcül boyutunu da gözler önüne serdi.
İş cinayetlerinin ekonomi politiği
AKP’nin iktidarda olduğu 23 yılda en az 33 bin iş cinayeti gerçekleşirken, son 10 yılda yaşanan iş cinayeti sayısı 21 bini geçmiş durumda. İş cinayetlerinin 10 yıllık zaman diliminde yoğunlaşmasına yol açan konjonktürel ve organik nedenleri dönemselleştirerek inceleyebiliriz:
– Türkiye’deki en büyük işçi katliamı olan, 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma Maden Katliamı’nın yaşandığı 2014 yılında 1886 iş cinayeti,
– 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) ve kanun hükmünde kararnamelerle ülkenin yönetildiği, grev yasaklarının ve kara listelerle işten çıkarmaların olağanlaştırıldığı 2016 yılında 1970, 2017 yılında 2 bin 6 iş cinayeti,
– Pandeminin başladığı, toplumsal izolasyon politikası uygulanırken işçilerin zorla çalıştırıldığı, yasal çalışma saatlerinin patronların inisiyatifine bırakıldığı, Kod 29 ile işten çıkarmaların yaygınlaştırıldığı 2020 yılında 2 bin 427, 2021 yılında 2 bin 170 iş cinayeti;
– “İhracata dayalı rekabetçi ekonomik model” olarak anılan, gerçekte ucuz meta üretimi için reel ücretlerin eritildiği, proleterleştirmenin yoğunlaştırılması amacıyla servet transferi gibi yöntemlerle yoksulluğun ve mülksüzleşmenin artırıldığı 2023 yılında 1932, 2024 yılında 1897 iş cinayeti gerçekleşti.
İş cinayeti rejiminin kolonları, yıllara yayılmış yoğun mutlak artı değer sömürüsü ve süreklileşen ilkel birikimdir. Mario Tronti kapitalist mülksüzleştirmenin nüfusun azınlığı için toplumsal mülkiyete el koyma süreci olduğunu belirtir. Toplumsal ölçekte üretim araçlarından koparılarak işçileşme ve düşük ücretlerle yoksullaşma ne kadar artarsa, toplumsal mülkiyet az sayıda kapitalistin elinde ne kadar toplanırsa, sistemin tek etik-politik değeri, artı değer oranı ve kâr oranları olur.
Karl Marx, Kapital’in ilk cildinde sermayenin kendi çıkarları uğruna toplumun genel çıkarlarını yok sayışını şu cümlelerle ifade etmişti: “Après moi le déluge! (Benden sonra tufan!) Her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin parolasıdır bu. Toplumdan gelen bir zorlama olmadığı sürece, sermaye, işçinin sağlığına ve ömrünün uzunluk ya da kısalığına karşı kayıtsızdır.”
Benden sonra tufan!
Üretim ve birikimde işçiler birer nesnedir; patronlar açısından fabrikadaki bir makinenin dişlisinden ya da mağazadaki raflardan farkları yoktur zira emek gücü meta olarak satın alınır. İşçinin kendisini biyolojik ve fizyolojik olarak yeniden üretimi maliyet kalemi olarak görülür. Sermaye kâr oranlarını yüksek tutmak için her koşulda ücretleri ve hakları azaltma yolunu seçer; böylece pazarda rekabet için manevra kazanır. Marx’ın “kayıtsızlık” olarak bahsettiği durum, hem işverenin hem özel hastanenin Serkan Temelci’nin yaşamına karşı olan “kayıtsızlığı”dır.
Türkiye kapitalizmi kâr oranlarını yüksek tutmak için emek maliyetlerini düşürmeyi güzel sanatlara dönüştürmüştür. TÜİK’in yıllık sanayi ve hizmet istatistiklerine göre şirketlerin üretim değerlerine kıyasla işçi maliyeti 2016 yılında yüzde 15 civarındayken 2024 yılına doğru yüzde 10’ların altına gerilemiştir. Sermaye işçilerin sağlık ve sosyal güvenlik hakları, yan haklar gibi birçok hakkını kısmaya çalışırken, finans ve sigorta faaliyetleri hariç şirketlerin üretim değeri 2023 yılında 34.8 trilyon liraya yükselmiş, ciroları ise 59.3 trilyon liraya çıkmıştır. İşçilerin haklarından çaldıkları paylar şirketlere daha fazla kâr olarak dönmektedir.
Sağlıkta özelleştirme öldürür!
Serkan Temelci’nin ölümünün bir başka boyutunda, ücretsiz olması gereken acil servis hizmetleri için ücret çıkaran özel hastane sistemi vardır. Özel sağlık sektörü AKP döneminde sağlık sisteminin üçte birini kontrol edecek bir hükümranlık kurmuş durumdadır; 1555 hastanenin yüzde 37’si özel sağlık sermayesine aittir. 2002 yılında 271 olan özel hastane sayısı 2023’te 565’e çıkmıştır. Ankara Tabip Odasının araştırmasına göre özel sağlık sektörü kamu sektörüne göre 20 yılda 2 kattan fazla büyümüştür. Düşük ücretle çalışan Serkan Temelci’nin ilk müdahalesi ve tedavisi için para istenmeseydi şu anda sevdikleriyle birlikte olma ihtimali çok kuvvetliydi.
Ne yapmalı?
Nüfusun tüm katmanlarının güvencesiz hale getirildiği, göçmen emeğini de katarsak saatlik işçi maliyetinin yaklaşık 2-5 dolar seviyelerine çekildiği, her yıl ortalama 1800 işçinin çalışırken öldüğü bu sistemde iktidar sahipleri ve patronlar dışında kimse güvende değil. 1 Mayıs’ın yaklaştığı günlerde Serkan Temelci iş cinayeti üzerinden üç temel talep dile getirilebilir:
1- Özel hastaneler kamulaştırılsın; sağlık hizmetleri eşit, ücretsiz, erişilebilir sunulsun.
2- İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini maliyet kalemi olarak gören, bu önlemleri yerine getirmeyen şirketlere idari ve cezai yaptırımlar uygulansın.
3- İşçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri özel sektörün kontrolünden çıkarılsın, kamusal bir şekilde organize edilsin.
Bu talepleri ne patronlar ne de kamuyu şirket gibi yöneten siyasiler yerine getirecektir. Talepleri kabul ettirecek basınç, işçilerin iş yerlerinde ve toplumsal alandaki örgütlü gücü ve mücadelesi olacaktır.
Lenin’in dediği gibi “İktidar mücadelesinde işçi sınıfının örgütten başka silahı yoktur.”
Evrensel'i Takip Et